Sonunu dünyada herkesin bildiği bir film yapacaksınız. Yönetmeni, stüdyoyu kafalarken projeye 200 milyon dolar yatırmalarını isteyecek. Üstelik öyle bir hikaye ki, bir devam filmi ihtimali yok. Yani bu dev bütçeye rağmen tek atış yapacaksınız.
2 bin 200 yolcusuyla okyanus ortasında denk geldiği bir buzdağına çarpıp 1500 yolcunun ölümüyle sonuçlanan bu meşhur deniz kazasının ilk sinema macerası değildi 1997’deki. Ama neredeyse her hikayenin en büyüğünü çekmeyi, film kariyerinin bir gereği olarak gören James Cameron, okyanus dibindeki gerçek Titanic’in kalıntılarını bulup özel kameralarla çekim yapmayı bile kafasına koymuştu.
Bununla da kalmayıp tarihin bu en büyük deniz faciasının içine, sinemada her zaman tutan klişe aşk üçgeni hikayesini yerleştirince sihirli formül tamamlanmış oluyordu. Gemide yaşanan bir “Romeo ve Juliet” hikayesini anlatan filmin batmasına imkan yoktu tabii ki. Çünkü Cameron, bilinen sonu bir dezavantaj olmaktan çıkarıp avantaja çevirmeyi başarmıştı.
Yıldızı yeni yeni parlayan Leonardo DiCaprio’nun “kız çocuğu” güzelliği ve ondan bir yaş küçük olmasına karşın yanında ablası gibi duran Kate Winslet’in her şeye rağmen bir kimya tutturabilmiş olmaları, filmin en iyi başardığı işlerden biriydi. Filmin dünya hasılatı 2 milyar dolara yaklaşmıştı. Kırılması çok zor olan bu rekoru yine James Cameron, Avatar’la kırabilmişti. Peki 18 yıl önce izlediğimizde Titanic’ten neler öğrendik?
#1. Şanssızsan hep şanssızsındır. Jack (Leonardo DiCaprio) yanlış gemiye bindiği yetmezmiş gibi bir de yanlış kıza âşık oluyor.
#2. Kumar oynayacaksan para yerine, ilk kez denenecek bir ulaşım aracının biletini sakın kabul etme.
#3. Gerçekleşmesi çok zor görünen şeyler için bile “Asla olamaz” deyip sırıtma.
#4. Jack’in yaptığı resimleri Rose’a (Kate Winslet) gösterirken söylediğine göre, Paris’te hemen soyunuveren bir sürü kız varmış. Unutma!
#5. Nişanlısı etrafta dolaşırken, tavlamaya çalıştığın kızın çıplak resmini çizme.
#6. Filmde zenginler geminin balo salonunda snob ve sıkıcı bir gece geçirirken, üçüncü mevki yolcuları alt katta bol öpüşmeli, danslı müzikli, şen şakrak partilemektedirler. Demek ki parası az olanlar, yeri geldiğinde zenginlerden daha güzel eğlenebilirler.
#7. Batan bir gemiden kurtulmak için illa daha önce batan bir gemiden kurtulmuş olmanız gerekmez.
#8. Zengin ve kötü kalpli koca namzeti, o tarihlerde yeni duyulmaya başlayan Picasso için “Picasso’dan bir halt olmaz!” diyor. Tamam, müstakbel koca zengin olsun da en azından sanattan az buçuk anlasın.
#9. Titanic’in en önü ve en arkası birbirine sarılmak isteyen gençlere ayrılmış. Geminin en ucuna bizim şehir hatlarında bile gitmemiz yasakken Titanic’te bu mümkünmüş. Titanic bir Türk gemisi olsaydı eğer, mutlaka bir görevli Jack ve Rose’un yanına gelip Jack’i dürterek “İn lan ordan aşağı, gidin evinizde yapın ne yapıyorsanız!” derdi.
#10. Jack, Rose’u ilk kez gördüğünde Rose da ona gayri ihtiyari bir bakış atıyor. Gözlerini başka bir yere çevirdikten sonra Jack’e kısa bir süre tekrar bakıyor. Demek ki gerçekten işe yarıyor: İki kere bakan kadının peşinden git.
#11. Hayatta, iki gün sonra batacak bir gemide intihar etmek istemek gibi durumlar olabiliyor. Düşünsenize, Rose intihar etmeyi başarmış olsa Jack ölmeyecek ve belki de çok ünlü bir ressam olacaktı.
#12. Zengin bir kızı etkilemek isteyen fakir bir oğlansanız, sokak çocuğu gibi davranmak bazen işe yarayabilir. Nitekim Jack, Rose’u tükürük yarışı yapmayı öğreterek etkiliyor en başta.
#13. Dünyanın her yerinde dobra kadınlar biraz şişman olmak zorunda galiba. Bakınız; lafını hiç esirgememesiyle dikkat çeken Molly Brown (Kathy Bates).
#14. Geminin gözetleme kulesindekiler aşağıda güvertede oynaşan Jack ve Rose’a baktıkları için bir-iki dakika geç görüyorlar buzdağını. Yani ateşli sevgililer olmasa belki o kadar insan ölmeyebilirdi.
#15. Hadi başkasıyla nişanlı kız arkadaşının nü resmini çizdin; bari bu resmi ona verirken nişanlısına göstermemesini de tembihle.
#16. İçinde bulunduğun gemi batmakta olsa da uyanık olacaksın, kızı başka bir adama kaptırmayacaksın.
#17. Aşk, daha önce eline balta almamış sevgiline baltayı verip, nişanlının metal boruya bağladığı kelepçeyi gözlerin kapalıyken kırmasına izin vermektir!
#18. O kadar yanıcı ekipmanla dolu bir geminin makine dairesinde en ufak bir yangın dahi çıkmaması sinematografik bir tercih. Çünkü donarak ölmek, yanarak ölmekten daha romantiktir.
#19. Filmin başında ve sonunda izlediğimiz dalış ekibi üyeleri çizgi roman tişörtleri giyen, hippi kılıklı, elinden kahve fincanı düşmeyen, saçı sakalı dağınık ama çok zeki insanlar. Aradıkları o muhteşem pahalı kolyeye rağmen bu kılık kıyafet ve ekip şeflerinin (Bill Paxton) yumuşak/duygusal bakışlarından dolayı “mezar soyguncusu” gibi değil de korkusuz bilim adamları gibi görünüyorlar.
#20. Yüksek bütçeli felaket filmlerinde ısrarla uçaklardan, bomba- lardan, fırtınalardan, dalgalardan, göktaşlarından kısacası dünyanın bin türlü musibetinden “dişi” (she) olarak bahsedilmesi geleneği bu filmde de bozulmuyor. Tüm mühendisler, kaptan ve şirket yetkilileri de Titanic’ten dişiymiş gibi bahsediyorlar. Ne kadar Freudyen bir kadın korkusudur bu...
#21. İçinde sürekli “Bu öyle bir gemiymiş ki, hiç batmazmış” diyen bir sürü insanın olduğu bir gemi batmaya mahkumdur.
#22. Rose gibi akıllı, herkeslerden önce Picasso’yu tanıyıp takip eden, Freud okuyan (Şirket mühendisi bile Freud’u yolcu sanıyor), gemideki filika kapasitesinin yolcu sayısından aşağı olduğunu kavra- yabilen zengin ama mutsuz bir kız, bohem ve çulsuz ressam Jack’ten hoşlanacak tabii. Smokinle dolaşıp sürekli öküzlük yapan kötü bakışlı Cal’dan (Billy Zane) değil!
#23. Dobra ve hafif dolgun hanı- mefendi Molly, kendi poposunu sağlama aldıktan sonra bindiği filikadan geminin batışına ve in- sanların çığlık çığlığa oradan oraya koşturmasına dalmışken şöyle bir cümle kurar: “İşte bunu her gün göremezsiniz.” Bazen çok büyük bir filmde bile gözden kaçan bir adet aptal cümle, filme büyük zarar verebilir.
#24. Celine Dion’un şarkısı “My Heart Will Go On”u filmde her yerde, hatta hâlâ 14 Şubat’larda, asansörlerde, telefon beklemelerinde, radyolarda dinlemek zorunda kalmamıza rağmen müzik zevkimizi yitirmeyebiliyoruz.
#25. Yaklaşık üç buçuk saat süren bir filmin son 80 dakikasının hayranı olan ve durup durup sadece o bölümü izleyen insanlar olabileceğini de Titanic sayesinde öğrenmiş bulunuyoruz.