Fark ettiniz mi, bazen çok zorluyoruz. Şansımızı, ihtimalleri, insanları… Olmasını istediğimiz ne varsa onu oldurmak için işi sıklıkla inada bindiriyoruz ve yine sıklıkla elimizde bir hiç kalıyor. Hayatın temposu yaş ilerledikçe artıyor, buna kimsenin itirazı yok. Üniversite zamanımdan bir anektod hatırlıyorum. Bir gün algoritma sınavını beklerken hocamız geldi, sınıftan bir çocuk biraz da tiye alarak “Hocam sınav zor mu?” diye sordu. Herkes biraz gülüp sınava girmeyi beklerken, hocamızdan beklenmedik derecede derin bir cevap aldık: “Aslında bu sorunun iki yanıtı var; ilki, bundan sonra hayatta karşılaşacağınız engellerle kıyaslarsak, hiç zor değil. İkincisi, zor olsa da önemli değil.” Zor olsa da önemli değil… Bu cümle hiç ummadığım anda bende yersiz şekilde derin bir etki bıraktı. Hem rahatlamış hem de allak bullak olmuştum. “Nereye koşuyoruz böyle?” diye düşündüm sınava 5 dakika kala. Sonra sınav geçti, üniversite geçti, hocamın da bahsettiği o hayattaki zorluklar kısmına geldik.
Zaman geçtikçe kendimle ilgili şunu fark ettim, karşıma ne çıkarsa çıksın, onları aşmanın yolunu plan yapmakta buluyordum. Saat saat, adım adım planlayıp her görevi yerine getirmeye çalışıyordum. İş güç koşuşturmasından tutun alışverişe, hatta ikili ilişkilere kadar. Ama bir türlü her şey istediğim gibi gitmiyordu. Hep bir eksik çıkıyordu. Sonra karşıma wu wei çıktı.
Wu wei, kökü eski Çin uygarlığına dayanan bir öğreti. Çok kaba tabirle (modern dünyaya uyarladığımızda) “spontane olma sanatı”. British Columbia Üniversitesi’nden profesör Edward Slingerland, “Denememeyi Denemek: Spontane Olma Sanatı ve Bilimi” kitabında uzun uzun anlatıyor kavramı: “Wu wei aslında bir işi başarmış ve verimli hissetme ancak aynı zamanda içten içe bir eksikliğin de farkında olma hali. Wu wei’i benimseyenler ortaya benzersiz bir başyapıt çıkarırken de sanki hiçbir şey yapmıyormuş gibi hissedebilirler.”
İşin anahtarı kafayı rahatlatmakta ama elbette bu sadece sözlü telkinle olmuyor. Aslına bakarsanız, sözlü telkinle hiç mi hiç olmuyor. Wu wei’de de bu temel kural geçerli: Kendinize sürekli rahatlamanız gerektiğini söyleyerek rahatlayamazsınız. Akışına bırakmak önemli. Slingerland bu noktada iki stratejiden bahsediyor. İlki, zaman zaman fazla zorlamamamız gerektiğini kabullenmemiz. Karşımızdaki engeller belki de orada olmaları gerektiği için oradadırlar ve onları aşmak yerine farklı bir yol izlemeliyizdir. İkinci ve belki de hayatımızı ufak ufak değiştirmeye başlayacak asıl stratejisinde ise bize, hayatımızda spontane davranabileceğimiz alanlar yaratmamızı söylüyor. Örneğin bir akşam eve geldiğinizde telefonunuzu ortadan kaldırın, kendinizle baş başa kalın ve içinizden ne geliyorsa onu yapın; daha önce hiç denemediğiniz bir yemek yapmak da mümkün, dışarı çıkıp şehrin akşamında kaybolmanız da.
Başlık şimdi daha anlaşılır. Hiçbir şeye önem vermemek demek, esasında her şeye fazlaca önem vermemek demek. Ve unutmayalım, bu hayatta birçok şey zor da olsa önemli değil.