Mode sektörüne hevesli çoğu kişinin hedefindeki okullar olan Central Saint Martins ve Royal College of Art’ın ikisinde birden eğitim aldı. Yine tasarımcıların hayallerini süsleyen gucci ve prada gibi iki önemli markada çalıştı. Uzun zamandır kendi ismini verdiği markası için tasarımlar hazırlayan Neil Barrett’la bir İstanbul seyahatinde bir araya geldik.
“Kariyerime Gucci’de başlamak, bir hayalin gerçekleşmesiydi. Mezuniyet defilesinin ardından o dönem markanın başındaki kişi bizimle görüşmeye geldi. İki gün sonra da iş teklifi aldık. Bu nedenle her zaman en iyi okullarda okumayı hedeflemek önemli. Zira sana fırsat tanınıyor. Bizi havaalanından şoförlerle alıp otellere yerleştirdiler. Tasarım ekibini yenilemek için birçok genç insanı bir araya getirmişlerdi. Ne yaptığımızı bilmiyorduk ama Gucci benim için üçüncü bir okul gibi oldu. Markanın bütçe limitleri yoktu. İstediğimiz kumaşa ulaşabiliyorduk. Bu lüksün içinde kumaş, desen ve dokularla ilgili kendimi çok geliştirdim. Markanın koleksiyonlarının benim tarzımla hiç alakası olmamasına rağmen büyük bir tecrübeydi” diye anlatıyor.
Daha sonra İtalya’nın bir başka büyük modaevi Prada’ya geçiş yapar. O dönemlerde Prada’nın kadın koleksiyonlarını tasarlayan isimlerinden biri, Barrett’ın arkadaşıdır. Burası onun en çok çalışmak istediği yerdir. Öyle ki, ona bu soru sorulduğunda, henüz erkek koleksiyonu olmamasına rağmen Prada’nın ismini vermektedir. Ve bir gün, Miuccia Prada’nın kocası Patrizio Bertelli’ye mektup yazıp onlara bir erkek koleksiyonu önerisinde bulunur: “Prada için kendime göre ideal ve ikonik olan ilk erkek koleksiyonunu hazırladım. Yaz ve kış için iki farklı renk ve kumaş alternatiflerim vardı. Hangi sene başlayacaklarını düşünmedim çünkü sadece markanın benim kafamdaki ilk erkek koleksiyonuna odaklandım. Sonradan öğrendiğime göre Bertelli benimle görüşmesinin ertesi günü, erkek koleksiyonlarını çıkarmak için doğru insanı bulduğunu ve bunun gerçekleşmesi için organize olunması gerektiğini söylemiş. Sekiz ay sonra işe başlamam için beni aradılar.”
