Bugün kullandığımız anlamda “tasarım” kavramını ilk kez ne zaman duyduğumu hatırlamaya çalıştım. Yıl 1999. Cambridge Üniversitesi’nde felsefe yüksek lisansı yapıyorum. Üzerine çalıştığım konular oldukça teknik: iki farklı objenin aynı anda aynı fiziksel mekanı kaplamasının mümkün olup olmadığı ve müziğin hüzün, neşe gibi duyguları barındırıp barındırmadığı. Partnerim ise soyut matematiksel yapılar üzerine doktora yapıyor. Hafta sonları Londra’ya gidip yeni sergileri geziyoruz, konserler izliyoruz. Sanat, sohbet (ve tartışma) konularımızın başında geliyor.
Bir akşamüzeri Cambridge’den Grantchester’e doğru yürürken bana Philippe Starck’ın “Juicy Salif” Limon Sıkacağı (1990) hakkında ne düşündüğümü soruyor. O güne kadar ne Starck’ın adını ne de söz ettiği objeyi hiç duymamışım. Önce belli etmemeye çalışıyorum ama “alüminyum kullanması bana biraz tuhaf geldi” gibi yorumlar başlayınca neden söz ettiği konusunda en küçük bir fikrim olmadığını itiraf ediyorum. “Nasıl yani?” diyor. “Kalamardan ilham aldığı tasarım...” Uzun uzun bana objeyi tasvir etmeye çalışıyor ama gözümün önünde bir türlü canlanmıyor. Eve varız varmaz, o zaman “görsellerde ara” gibi bir opsiyonumuz olmadığı için, kurşun kalemle beyaz bir kağıda limon sıkacağını çiziyor. “Bunun alüminyumdan yapıldığını ve (elini masadan yaklaşık 30 cm kaldırarak) yaklaşık şu yükseklikte olduğunu hayal et”.
Yine aynı heyecanla hikayesini anlatıyor: Philippe Starck Amalfi Sahili’nde yemeğe oturmuş. Önündeki kalamar ve limona bakarken bir obje hayal etmiş ve peçeteye çizmeye başlamış. İşte bu ürün o karalamalardan çıkmış.
Limon sıkacağı... İşi biter bitmez yıkayıp çekmeceye attığımız, mutfağımızdaki en sıkıcı, en sıradan objelerden biri. Aklımda şu soru beliriyor: “Saatlerdir üzerinde konuştuğumuz bu tasarım ürününü bir sanat eserinden ayıran nedir?” Biricik olmaması? Baskılar da biricik değil. Alessi’nin siparişi üzerine yaratılmış olması? Çok sayıda resim, mimari eser ve beste de sipariş üzerine ortaya çıkıyor. Satılacak olması? Galerilerde gördüğümüz tabloların da üzerinde fiyat etiketleri var.
Cevabını bulamadığımız bu sorular üzerine uzun uzun tartıştığımız o günden sonra tasarım, sanat, endüstriyel sanat kavramları üzerine yoğun okumalar yapmaya başladım. Aradan neredeyse 25 yıl geçmesine, müzelerde, tasarım bienallerinde, günlük yaşamın içinde çok sayıda benzer ürünle karşılaşmama rağmen “Juicy Salif” benim için halen özel ve gizemli bir yerde duruyor.
Nedenine gelince: Dikkat çeken, “estetik” bir ürün. Aralarında MoMa’nın, Victoria & Albert Museum’un da olduğu çok sayıda müzede sergileniyor. Üzerinde bir fiyat etiketi de var. Satın almak isterseniz İstanbul Modern Mağaza’da ya da Amazon.com’da bulabilirsiniz Çoğu endüstriyel tasarım ürününün aksine pek de işlevsel değil. Kullanıcı yorumlarına bakacak olursak, ağırlıklı olarak heykel görevi görüyor. Hatta satın alanların büyük bir kısmı bu üründen limon sıkacağı olarak faydalanmayı hiç düşünmüyor bile. Bu ikonik objeyi ilk kez görenlere “sizce nedir?” diye sorduğunuzda “limon sıkacağı” yanıtını neredeyse hiç alamıyorsunuz.
O arafta bir obje. Starck’a göre “limon sıkmaktan çok konuşma başlatmaya yarayan” kalamar formunda bir mutfak malzemesi. Benim için “tasarım” kavramına giriş aracı; ders içinde ve dışında dahil olduğum sayısız, yer yer hararetlenen tartışmanın objesi. Limon sıkacağı olmayan bir limon sıkacağı.