Bundan tam 11 yıl önce bir grup insan yürüyüş yapmak için Taksim Meydanı’nda buluştuklarında aylardan yine hazirandı. Buluşmaya sebep olan şey tüm dünyada “pride” adı altında bir kutlama ve şova dönüşmüş olan eylemlerin Türkiye’ye yansımasıydı.
Stonewall olaylarının ardından dalga dalga tüm dünyaya yayılan bu kutlama yürüyüşü 11 yıl önce İstanbul’a geldiğinde bizimkiler henüz işin “kutlama” bölümüne geçememişti. Söylemleri netti: Öldürülen, yaşam hakları ellerinden alınan, devlet tarafından görmezden gelinen eşcinsellerin hakları için seslerini duyurmak. Yürüyüşe katılanların çoğunun yüzleri kapalıydı, o günlerde açık bir eşcinsel olarak görünmek pek çok kişinin haklı olarak cesaret edemeyeceği bir şeydi. Yürüyüşe medyanın ilgisi sıfırın altında 8’di, polisler de zaten genel olarak kimseyi yürütmekten pek hoşlanmadığı için sadece Mis Sokak’ın önüne kadar izin verdi. Sessizce sloganlar atıldı ama yine de yürüyüş gerçekleşmişti.
İşte bu ilk LGBT onur yürüyüşüne toplam 40 kişi katılmıştı. 2013 yılında haziranın son günündeki onur yürüyüşündeyse 40 bin kişi vardı. Bir avuç insan bu kadar kısa sürede sayıyı bu noktaya taşıdılar. Yürüyüşe katılan kimsenin yüzü kapalı değildi, aksine herkes fotoğraf vermek için ölüyordu. Kalabalık Taksim Meydanı’na sığmamıştı, yürüyüşün olduğu süre boyunca İstiklal Caddesi başından sonuna kadar kapandı. İşte bu yüzden, bu yazı 11 yıl önce İstiklal’de herkes adına ilk adımları atan o 40 cesur kişiye ithaf edilmiştir.
Tencerem var, tavam var
İstanbul Onur Yürüyüşü günümüzde artık Berlin, New York ve Londra’daki pride’larla kıyaslanır durumda. Ama bana sorarsanız içlerinde en iyisi İstanbul’da olanı. Çünkü yurtdışındaki pride’larda halk ve kortejler arasında bir bariyer oluyor. İnsanlar, yürüyenlere sadece dışarıdan destek verebiliyor (Tanrım, bir gay için ne kadar korkunç bir şey! Diğer gay’ler sokakta kraliçeliğin en yüksek noktasında size selam veriyor, siz ona sadece bakabiliyorsunuz ve asla oraya gidemiyorsunuz. Ölsünler daha iyi).
Ama İstanbul’da diğer şehirlerdekilerin aksine kortej tüm sokağı kapsıyor. İsteyen yürüyüşe dahil olabiliyor, isteyen kenardan izliyor, isteyen koşarak Sırrı Süreyya’nın bile önüne geçip fotoğraf çektirebiliyor. Zaten tantanayı gören kimse kenarda durmak istemiyor, herkes o deli kalabalığın ortasında bulunmaya çalışıyor.
Ama ne kalabalık... Yani “Ne isterseniz var/Tencerem var, tavam var/Gül gibi kadınım, havam var” dedikleri türden bir insan topluluğu. Öyle deli enerjisi olan bir kalabalık ki, İstanbul sahalarında göremediğimiz, çıplaklıktan absürdlüğe her tür kusurlu hareket bu kalabalık tarafından gururla taşınıyor.
Yazının devamı GQ Türkiye Ağustos sayısında ve iPad edisyonunda