Futbol, Brezilya coğrafyasına ilk kez 1894 yılında geldi. Güneşli bir Nisan akşamüstü Santos limanına yanaşan gemiden karaya ayak basan Charles Miller, beraberinde futbol topu getirmişti. Avrupalı göçmen bir ailenin ikinci jenerasyonu olarak Brezilya’da yetişmiş, eğtimini İngiltere’de almış bir delikanlıydı. Futbol sevgisi, sırtına Southampton F.C formasını geçirmesini sağlamıştı. Bugün dünyada milyarlarca kişi futbolu seviyorsa bunda Brezilya’nın, Brezilya’da futbol seviliyorsa onda da Charles Miller’ın büyük etkisi var.
Futbolu o topraklara Miller tanıttı ama futbolun gerçek anlamda futbol olması o coğrafyanın “siyah” adamlarının ayağına top değmesiyle oldu. İlk yıllarda siyahların futbol oynaması yasaktı. Bu eğlenceli oyunu kenardan izlemek durumunda kalıyorlardı. Siyahlara yer veren ilk futbol takımı 1904 yılında Rio’da kuruldu. Siyahlar yavaş yavaş futbola entegre olmaya başlamıştı. Ama hala beyazlara karşı oynarken kora kor mücadele edemiyorlardı. Çünkü pozisyon gereği herhangi bir beyaz oyuncuya sert müdahalede bulunduklarında şiddet görüyorlardı. Yılmadılar; aradıkları çözümü kendi dans kültürlerinde buldular. Kıvrak hareketlerle topu rakiplerinin arasından geçirecek, onlarla daha az temasa girecek, temelini Capoiera’dan alan ve kalça hareketlerine dayalı bir oyun stili geliştirdiler. O günden sonra bütün dünya Brezilya’nın göze hoş gelen bu futbolunu izledi. Bütün çocuklar, meşin yuvarlakla tanıştıkları ilk dakikadan itibaren “sambacı” olmaya çalıştı. Dünya Kupalarında en fazla sempati hep onlara duyuldu.
1950’de finalde Uruguay’aa kaybettiklerinde, Maracana tribünlerinde donup kalan 100 bin kişi, ulusal tarihlerinin en büyük felaketinin bu olacağını tahmin edememişti belki. Kaleci Barbosa maçın günah keçisi ilan edilmişti. Ve hayatının sonunda kadar bu acı onun yüzüne hep vuruldu. Bazı dönemlerde “lanetli” olduğu düşüncesiyle milli takım kamplarını ziyaret etmesine bile izin verilmedi. Zenciydi ve sırf bu yüzden Dida’ya kadar başka hiçbir zenci kaleciye güvenmedi Brezilya…
1950’de fatura bir zenciye kesilmişti ama sadece 8 yıl sonra, bu sefer 18 yaşındaki bir genç onlara Dünya Kupası şampiyonluğunu getirdi. Pele arkasına Garrincha, Didi ve Vava’yı alarak o güne kadar dünya futbolunun gördüğü en tahrip edici hücum hatlarından birini oluşturmuştu…
1962’de, 1970’de, 1994’de hatta bizi yarı finalde eleyip şampiyonluğa yürüdükleri 2002 yılında sadece dünyadaki her bir futbolseverin yüzüne bir gülücük kondurmayı başarmışlardı. 1982’de İtalya’ya kaybettikleri maç hafızalarımızın en hüzünlü yerinde duruyor. Socrates’in, Zico’nun, Falcao’nun, Paolo Rossi’ye nasıl yenildiğini hala anlayabilmiş değiliz…
Biz, “Türkiye yoksa Brezilya’yı tutalım”devri çocuklarıyız. Ama bu sevgimiz yokluktan değil, güzel futbola tutkumuzdan. Brezilya bu sefer ev sahibi olarak, 12 yıl aradan sonra tekrar futbolun zirvesine çıkmak istiyor.
Charles Miller, Santos limanına inerken yanında getirdiği futbol topunun, bir ulusun kaderini değiştireceğini tahmin eder miydi, bilinmez. Ama o futbol topunun, bu oyunun matematiğini baştan sona değiştirdiğini görseydi eminim çok mutlu olurdu…