Yürüyorlar! Konuşuyorlar! Sarı dosyalar taşıyorlar! Herkes her zaman çok stresli!
Hükümet temelli dizilerin test edilip onaylanmış doğasının zamana karşı direnmesinin bir nedeni var: siyasi süreç pornosuna doyamıyoruz. İster uzun maun masalar üzerinde yapılan kısa konuşmalar, ister tam olarak anlamadığımız kısaltmalarla dolu cümleler olsun, sağlam bir siyasi dizinin formülü The West Wing'den House of Cards'a ve şimdi de Netflix'in yeni draması The Diplomat'a kadar nispeten aynı.
Dizinin başrolünde The Americans'tan bu yana televizyona ilk dönüşünü yapan Keri Russell yer alıyor. Diplomatik bir krizin ortasında Londra'ya gönderilen bir Amerikan büyükelçisini canlandıran Russell, dünyayı değiştirecek siyasi hamleler ile kendisi gibi büyükelçi olan kocasından (Rufus Sewell) kariyerini etkileyecek bir boşanma sürecini dengelemek zorunda kalıyor.
Diplomat'ı izlerken The West Wing'e karşı doğuştan gelen bir nostalji duygusu hissediyorsanız, bu muhtemelen düşünülmüş bir durum. Sadece tüm yapının aşağı yukarı aynı olması değil, sadece Beyaz Saray'ın İngiliz malikanelerinin ahşap panelli duvarlarıyla değiştirilmiş olması değil, aynı zamanda kadroda eski bir The West Wing yazarı da bulunduğu için öyle. Dizinin yaratıcısı Debora Cahn kariyerine The West Wing'de (Aaron Sorkin'in olmadığı son sezonlarda) yazar ve yapımcı olarak başladı ve daha sonra CV'sine Homeland'i ekledi. Daha da önemlisi, aynı prestije sahip olmasa da, sabun köpüğü twistleri ve dönüşleriyle bilinen bir dizi olan Grey's Anatomy'de de uzun süre çalıştı.
The Diplomat, tüm hızlı konuşmaları, nükleer riskleri ve uluslararası şikâyetler kasırgasının arasına sıkışmış sıradan ofis dramasıyla The West Wing'in esintilerini kaşıyor. The West Wing'de olduğu gibi, dizinin büyük bölümü güçlü beyaz adamların büyük kırmızı düğmeye basmasını engellemeye çalışan destek personeli etrafında dönüyor ve bu karakterlerin çoğunun beyaz adam olmadığı düşünüldüğünde, kimin zafer kazanacağı ve kimin sessizlik içinde başarılı olması gerektiği konusunda ince bir mesaj veriyor. Aslında dizinin tamamı, gücü hak edenlerin nasıl olup da göz boyamayı beceremedikleri, bunun için yetiştirilenlerin ise nasıl bir sorumluluk taşıdıklarıyla ilgili bir iç savaş.
İngiliz ve Amerikalı oyunculardan karma bir kadro var, ancak ilginç bir şekilde Pearl Mackie ve Rufus Sewell gibi İngiliz oyuncuların çoğu Amerikalıları oynuyor. Bir Amerikan yapımı olduğu düşünüldüğünde, kariyerli politikacıların zorluklar karşısında metanet ve sabır gösterip duygularını ifade etmede büyük bir kısıtlama uygulamasından meraklı, soğuk hizmetçilere kadar İngiliz siyasi görgü kurallarının ortaya konma biçiminde kusursuz bir kurgusal gerçeklik söz konusu. Fakat İngiliz bir izleyici için, özellikle profesyonel konuşmalara asla uygun olmayacak şekilde aşırı derecede İngiliz argosu geçmesi pek gerçekçi gelmiyor.
Netflix, kataloğunda Kiefer Sutherland'ın Designated Survivor'ı haricinde, House of Cards'tan bu yana etkili bir siyasi zafer elde edemedi. Designated Survivor gibi The Diplomat da, güç dinamikleri ve insanların yüksek baskılı liderlik rolleri için nasıl şekillendirildiklerine dair tüm ilginç analizlerine rağmen, bir sonraki bölümde hemen oynat düğmesine tıklamanızı sağlamak için işyeri aşkları, aldatma ve kaçırma gibi bazı eski moda pembe dizi mecazlarına güvenmek zorunda.
Yine de, dünyayı sarsan sırları anlatırken koridorlarda bilgi toplayıp-işleme ve karar verme becerilerini test eden büyük blazer ceketli insanların eşsiz cazibesini özlediyseniz, şu anda The Diplomat'tan daha iyi bir dizi bulmak zor olacaktır.
Bu içerik British GQ websitesinde yayınlanmıştır.