Roger Federer GQ Röportajı Kıyafetler: Prada
Hype

Roger Federer'in Görkemli Yeni Hayatı

Roger Federer, tenisi bıraktıktan yaklaşık iki yıl sonra, yaşamında farklı bir ritim ve kendisi için heyecan verici yeni mücadeleler buldu. Emekliliğe ayrıldığı günden bu yana verdiği en geniş kapsamlı röportajında eski rakiplerini, yeni tutkularını ve kendisini harekete geçiren, içinde filizlenen aciliyet duygusunu anlatıyor: “Artık her dakikam eskisinden daha önemli.”

Tenis kortu, koi göleti ve oturma odasının - ilkbaharı karşılamakta olan Los Angeles’a hâkim - manzarasıyla John Lautner imzası taşıyan, Beverly Hills tepelerindeki Sheats-Goldstein House için bir tasarım harikası demek az bile. Evin sahibi, kortun demirbaş isimlerinden Jimmy Goldstein 2016 yılında, evi bir gün LACMA’ya bağışlama sözü vermiş olsa da kendisinin Bill Clinton, Karl Lagerfeld, Drake gibi ünlülerle çekilmiş fotoğrafları hâlâ duvarları süslüyor; yıpranmış bir CD koleksiyonu (Pure Pacha Summer 2014, Club St. Tropez 2006) oturma odasının bir köşesinde duruyor. The Big Lebowski filminde Jeff Bridges’in modernist bir kanepeye yayılıp sert bir White Russian ile uyuşturularak rüyaya daldığı sahne burada çekildi. Şimdiyse Roger Federer, tam da The Dude’un yerinde oturmuş, manzarayı seyrediyor. 

Roger Federer'in Görkemli Yeni Hayatı

Ceket Todd Snyder. Hoodie Uniqlo. Güneş Gözlükleri RF Oliver Peoples

Filmi izlemediğini ancak “çok başarılı olduğunu” duyduğunu söylüyor; mekana aşina olmasının nedeni bir zamanlar burada bir şampanya markası için çekim yapmış olması - tam da Roger Federer’e yaraşır bir hikaye. Sandığınızdan biraz daha uzun boylu, gözleri biraz daha elaya kaçıyor. 42 yaşında olmasına rağmen hâlâ profesyonel tenis oyuncusu olduğu zamanlardaki zarafet ve tasarrufla hareket ediyor. Fakat konuştuğumuz koltuktan kalkarken ikimiz de istemsizce inliyoruz. (Federer’in bin beş yüzden fazla profesyonel tenis maçı oynadığını ve 20 Grand Slam kazandığını, benimse sadece bu zaferlerin bir kısmını çeşitli yatay pozisyonlarda izleyen bir adam olduğumu göz ardı ederseniz tam olarak aynı sesti.) “Sırtım dün iyiydi” diyor Federer gülerek, hafifçe sırtını sıvazlıyor.

Evvelsi gece Federer, Akademi Ödülleri törenine ikinci kez katıldı. (İlk kez 2016’da, “Leo, The Revenant ile kazandığında” katıldığını söylüyor, yine tam Federer-vari bir havayla). Emekli olmadan önce bile, Londra’daki 2022 Laver Cup’ta gözyaşı dolu bir eylül akşamında Federer, profesyonel bir sporcudan beklenmeyecek biçimde, spor dışındaki dünyaya da alışılmadık bir ilgi duydu. Uzun zamandır Wimbledon’dan Met Gala’ya kırmızı halıların aranan isimlerinden. “Otel, kulüp, otel, kulüp, oda servisi arasında gidip gelerek tüm gün sadece spor izleyen, tüm hayatı bundan ibaret olan sporcular tanıyorum” diyor. Bu hiçbir zaman Federer’in tarzı olmadı, şimdi de değil. O sosyal bir adam, meraklı biri. Kısmen sol dizinde birden fazla ameliyat gerektiren bir sakatlık nedeniyle emekli olduğundan bu yana, eşi ve dört çocuğuyla birlikte memleketi İsviçre’deki evinden Tokyo, Tayland ve Güney Afrika’ya sık sık seyahat etti. En son projesinde ise şık bir güneş gözlüğü serisi çıkaracağı Kaliforniyalı gözlük markası Oliver Peoples ile tasarım yeteneklerini denedi.

Yeni yaşamının bir buçuk yılını geride bıraktı. Düşünceli ama atletken sırtını yasladığı rahatlık ve odaklanma karışımından hâlâ güç alıyor. “Dar tenis mentalitesinde kalmak yetmiyor” diyor Federer. “Dışarı çıkıp insanlarla tanışmak ve farklı şeyler yapmak bana çok cazip geliyor - her ne kadar kırmızı halıdan, havadan sudan konuşmaktan ve bu gibi şeylerden korksam da.”

Roger Federer GQ RöportajıCeket: Tod's. Triko ve pantolon: Theory. Gözlük: RF Oliver Peoples.

Neden korktunuz? 

Ne diyeceksin ki? Burada ne işimiz var? Neden bunu giymek zorundayım? Ergenlik dönemindeki tüm o sorulara benziyordu. “Tanrım, kravatın içinde nefes alamayacakmışım gibi hissediyorum.” Ben de şöyle düşündüm: Daha fazla takım elbise giymeliyim ki takım elbise içinde rahat edeyim. Bu tür kıyafetlerin hissine alışmak için sadece blazer, ceket ve jean pantolonla ya da hırkayla daha sık kravat takmak için bilinçli bir çaba sarf ederdim.”

Tam da bir atletten bekleyeceğiniz türde bir cevap. “Sadece antrenman yapacağım.”

“Antrenman yapacağım.” Bu kıyafetlerin içinde rahat olmak için kendimi eğitebilirim. Gerçekten öyle. Kırk yılda bir, sadece ödül törenlerinde giyerseniz kelimenin tam anlamıyla delirirsiniz. Çok rahatsız ve gergin hissedersiniz. Ben de “Doğru mentaliteye girmeliyim” dedim.

Emeklilik nasıl gidiyor?

Gerçekten rahatladım - o ne demekse artık.

Roger Federer GQ RöportajıAyakkabı: Crockett & Jones.

Ne açıdan rahatladınız?

Yani, son birkaç yıl dizim açısından zor geçti. Sonun yaklaştığını hissedebiliyordum. Nihayetinde çizgiyi aşıp resmî olarak emekli olduğunuzda derin bir nefes alıyorsunuz. “Vay be, tamam, iyiydi” diyorsunuz.

Yani hissettiğiniz duygu üzüntü ya da keder değil, mutluluk muydu?

O anda acı çekiyordum çünkü zor olacağını biliyordum. Londra’daki emeklilik ânı, ona yol açan her şey… Önemli anları yaşadıktan sonra ya da insanlar size “O anda nasıl hissettiniz?” diye sorup önemli bir an gösterdiklerinde geriye dönüp hatırlıyorsunuz. “Aman Tanrım, bunu gerçekten tekrar görmek zorunda mıyım?” diyorsunuz. 

O gece hıçkıra hıçkıra ağlıyordunuz. 

Evet, oldukça duygusaldı. Hep sizinle olan bir şey gidiyor; sonsuza dek gitmiş olacak ve ne kadar isteseniz de onu geri alamayacaksınız. Tren istasyondan ayrılıyor. Sorun değil, böyle olmasını ben de istiyorum ama tabii ki tek bir günde “Tamam, sorun yok, bu kolaymış” diyemiyor insan. 

Roger Federer GQ Röportajı

Nihayetinde istediğiniz sonu elde ettiğinizi düşünüyor musunuz? 

Kesinlikle öyle. Hatta daha da iyi. Maçın bittiği, rakiple el sıkıştığımız ve sonra rakibin uzaklaştığı ya da etrafta dolandığı ve sonra mikrofonu aldığınız andan daima korkmuşumdur. Sahada tek başınasındır; bazı arkadaşlarınız tribünlerdedir ancak kimse ilk turda ya da finallerde kaybedip kaybetmeyeceğinizi bilmez. Yani o konumda olmak herkese göre değil. O gün bunun bir son olacağını herkes bilmiyordu. Sonunda “Tamam!” diyorsunuz. Sonra konuşuyorsunuz; işte bu, bitti gitti. Bir sonraki maç geliyor ve gösteri devam ediyor. 

Sizden sonraki iki adam çıkıp tenis topunu ileri geri vurmaya başlıyor. 

Önemli değil belki ama gösteri devam ediyor. Ben hep kortta tek başıma kalacağımdan korkardım. Tek umudum bir takım ortamında olmak, en yakınlarımla çevrili olup dünyaya “Tamam, bugün o gün olacak” diyebilmekti. Dürüst olmak gerekirse - tarihi hatırlamıyorum ama - o cuma gecesi, oynayacağımı ve herkesin gelip beni izleyebileceğini biliyordum. Laver Cup’tan sonra cumartesi ve pazar vardı; ben sadece takılabilir, rahatlayabilir, eğlenebilirdim. Hâlâ takımın bir parçasıydım; bu ağın beni yakaladığını hissettim.

Oynarken emekliliğinizi hayal etmenize izin verdiniz mi? 

Antrenmana giderken, arabada otururken ya da başka bir şey yaparken mutlaka aklınıza gelir; dışarıya bakıp düşünürsünüz: “Emeklilik nasıl olacak?” Ya da “Nerede emekli olacağım? Nasıl emekli olacağım? Daha ne kadar oynayabilirim?” Hayatınızı, çocuklarınızı ve yolculuğun sizi nereye götüreceğini düşünürken bu sorular doğal olarak aklınızdan geçiyor. Ama bence her atlet bunu yaşar. French Open’ı kazandığım ve Sampras’ın rekorunu [14 Grand Slam] egale ettiğim 2009’dan beri bana emeklilikle ilgili sorular soruluyor. “Başaracak başka ne kaldı?” diyorlar. Ben de “Evet, güzel soru. Bilmiyorum. Tenisi seviyorum; bunun beni nereye götüreceğini göreceğiz” diyorum.

Hayatınız boyunca kendinizi tek bir şekilde tanımlıyorsunuz. “Ben profesyonel tenisçiyim, benim kimliğim bu.” Sonra bir gün uyanıyorsunuz ve artık profesyonel tenisçi değilsiniz. 

Değilsiniz. “Emekli” oluyorsunuz. “Ne iş yapıyorsun?” diye soruyorlar. “Bilmiyorum.” Emekliyim. Garip bir durum.

“Ben aslında kimim?” diye sorduğunuz bir an oldu mu? 

Tenis benim kimliğimdi ama daima yaptığım bir şey değildi. Çoğunlukla daha çok bir baba, bir koca ve bir evlattım. Tenisçi olmak benim hobimdi, sonra da işim oldu. Ama kendimi sadece tenis oyuncusu olarak tanımlamamaya çalıştım. Tenis elimden alındığında ya da bir kenara bırakıldığında, yaşamımdaki diğer tüm şeylere hâlâ sahiptim. Bence bu zihniyet kariyerim boyunca benim en güçlü yanım oldu. Yarın tenis biterse - ki bu bir kaza ya da başka bir şeyle olabilir - spor olmadan da yaşayabilmem gerektiğini biliyordum. 

Bu, aktif bir spor hayatınız varken söylediğiniz bir şey; sonra bir gün uyanıyorsunuz ve bunu gerçekten yaşamak zorundasınız. 

Emeklilik hayatına dalmak oldukça basit, pek de karmaşık değil. Gün içinde yeterince zamanım yok bile diyebilirim. İnsanlarla ve arkadaşlarımla birlikte olmayı seviyorum; çok sosyalim. Bir odada tek başıma oturmamak bana daima iyi gelmiştir. Emekli olduğumdan beri en fazla iki öğleden sonra evde yalnız kaldım; o da çocuklar okuldaydı ya da bir şeyler yapıyorlardı ve eşim başka projelerle uğraşıyordu. Nihayet evdeydim. “Tamam, ne yapacağım şimdi?” Bilmiyordum. Çok garipti. O yüzden böyle anlar yaşamayalım. Artık bunu yapmayalım. Bir daha yapmayalım.Roger Federer GQ RöportajıKazak: Theory. Şort: Uniqlo. Sneakers: On.

Emekliliğin zamanla olan ilişkinizi değiştirdiğini hissediyor musunuz? 

Güzel soru. Hissediyorum… Ne hissediyorum? Artık her dakikamın eskisinden daha önemli olduğunu hissediyorum. Yaşla da ilgili bir şey mi bilmiyorum. Yaşlandıkça zamanın sizden kaçtığını hissediyorsunuz; başarmanız ve yapmanız gereken çok şey var. 

Emekli olduktan sonra yaptığınız şeylerden biri de kıyafet, ayakkabı ve şimdi de güneş gözlüğü tasarlamak oldu. Bu sizi nasıl tatmin ediyor? 

Harika insanlarla ve harika beyinlerle çalışma şansınız olduğunda kendi güneş gözlüğünüzün olmasının ne kadar harika olacağı fikrine kapılıyorsunuz. Yapabilseydiniz kimi seçeceğinizi düşünüyorsunuz. “Oliver Peoples, ne kadar havalı olurdu…” Kaliforniya, İsviçre’den ne kadar uzak bir yer; tamamen farklı bir dünya. Bir fikri nasıl kavramsallaştırır ve hayata geçiririz?” Turnuva boyunca, tüm yıl boyunca güneşin peşinde koşuyoruz. Hayatımın yüzde 80’ini yaz aylarında geçirmiş olmak artık daha fazla güneş gözlüğü takmak istememe neden oluyor. Bunda ne rol oynadı bilmiyorum ama bunun gerçekten çok eğlenceli olabileceğini düşündüğüm için yaptım. 

Asıl tasarım sürecine ne kadar dahil oldunuz? 

Oliver Peoples ile projemizde fikirleri onlar çiziyor, ben de fikirlerimi sunuyorum. Sonra hepsini bir tencereye koyuyorsunuz, pişiriyorsunuz, karıştırıyorsunuz. İlham kaynağınız ne? Tenise referans vermek mi istiyoruz, yoksa ondan tamamen uzaklaşmak mı? Oliver Peoples, farklı yüzeylere gönderme yapan bazı renklerle ve logoyla birlikte arkadaki iplerle tenise gönderme yapmanın çok iyi olacağını düşündü. Ben de bunun harika bir fikir olduğunu düşündüm. “Tamam, hadi bu fikrin derinine inelim” dedik. Ve sonuçtan çok memnunum. Dürüst olmak gerekirse gerçekten iyi görünüyorlar. 

Modayla hep ilgili değildiniz. Sizi bu alana çeken ne oldu? 

Kesinlikle seyahatlerim. Eşim Mirka benden üç yaş büyük. Her zaman çok şıktır; arabalara, saatlere ve modaya çok meraklıdır. Bunlar onun hobileriydi. Daima çok dışa dönüktü; seyahat ederdi. Bana da müzelere gitme, insanlarla tanışma, daha dışa dönük olma ve sosyal olarak daha güçlü olma konusunda ilham verdi diyebilirim. Ben 18 yaşındayken sevgili olduk; 2000 yılında Sydney Olimpiyatları’nda tanışmıştık. Beni moda dünyasına çeken şey de bu oldu diyebilirim. Farklı şehirlere gittiğinizde her gün jean pantolon, koşu ayakkabısı ya da ne bileyim, bol tişört giyemezsiniz. Daha başarılı bir tenisçi oldukça kırmızı halıda boy göstermeye başlıyorsunuz. Yani takım elbiseye ihtiyacınız oluyor; her seferinde aynı kravatı da takamazsınız…

Bugünlerde Joe Sabia ve Asif Kapadia ile birlikte Amazon’da yayınlanacak olan bir belgesel üzerinde çalışıyorsunuz. Hayatınıza ve spor kariyerinizin son günlerine odaklanacak. Buna nasıl karar verdiniz? 

Açıkçası ben karar vermedim. Nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Bu istemediğim bir şeydi. Kitap yazmak gibiydi ve kitap yazmak istemiyordum. Hikayemi yazmaya hazır değildim. Yani böyle bir fikrim hiç olmadı. Sonra son yaklaştığında ve Laver Cup belirlendiğinde, şu soru ortaya çıktı: Belgelenmesini istediğimiz bir şey var mıydı? Belki daha ziyade kendi hikayem, çocuklarım, arkadaşlarım, koçlarım ve takımım için. Omuz üzerinden bir şeyler çeksek nasıl olurdu? En azından elimizde bir şey olurdu çünkü hayatımın perde arkasına dair neredeyse hiç materyal yok çünkü etrafımda kimseyi istemiyorum. Sonra geldiler ve ben de “Maçtan öncesini, maçı ve maçtan sonrasını kaydedersiniz” dedim. Sonra Joe bana şöyle dedi: “Elimde o kadar çok görüntü var ki… Hepsi inanılmaz ve bunları paylaşmamak büyük bir kayıp olur. Sana bir saatlik bir belgesel sunabilir miyim?” Ben de “Tamam ama konumuz bu değil. Ama evet, gösterebilirsin” dedim. Çok duygusal ve izlemesi çok zordu. Mirka ve Tony [Godsick, Federer’in menajeri] ile birlikte izledik. “Aman Tanrım, vay canına!” deyip durduk. Sonra bir baktık ki bir buçuk saatlik, hayatımın son 12 günü gibi bir şey yapıyoruz. Geçen gün bir gösterimini izledim; çok fenaydı. Altı kez falan ağladım.

Roger Federer GQ Röportajı

Neden ağladınız?

Bahsettiğim o acıyı hissettirdiği pek çok an var. Sonun geldiğini görüyorsunuz. Bir son var ama çok güzel. Muhtemelen benim için de duygusal olarak bunu yaşamak zor. İzleyicinin bunu nasıl göreceğini merak ediyorum. Bence çok güzel ve birçok sporcu için belki de nasıl bıraktığımı görmek iyi olacak. 

Fiziksel değil, zihinsel bir acıdan bahsediyorsunuz, değil mi? 

Evet, zihinsel acıdan bahsediyorum. Duygusal. Geçip gittiğini tüm vücudunuzda hissediyorsunuz. Şaşkınlığa uğruyorsunuz.

Daha önce hiç böyle bir duygu yaşamış mıydınız? 

Grand Slam maçlarında. Buna yaklaşan tek his 2021’de Wimbledon’da [Hubert] Hurkacz’a karşı son maçımı düz setlerde kaybettiğim zamandı. Üçüncü sette altı sıfırdı. Korttan çıktığımda dizim o kadar kötüydü ki artık doğru düzgün oynayamıyordum bile. Bunun son Wimbledon’ım olabileceğini biliyordum. Basın toplantısı için hazırlanmaya çalıştım. “Tamam, bana ne sormuş olabilirler? Dizimle ilgili olmalı” diyorum. Zihnim dönüyor ve kafamda havai fişekler patlıyordu. “Aman Tanrım, Wimbledon’da kaybettim.” Her şeyi denedim. Yapabileceğimin en iyisini yaptım. Aslında, gerçekten iyi oynadığımı düşünüyorum. Bu tamamen beden dışı bir deneyimdi çünkü her şey olacağını ya da olmaması gerektiğini düşünmediğim bir şekilde gerçekleşti. Üçüncü maçtaki altı-sıfır, basın toplantısı, yaşadığım hisler, korku, endişe, her şey… Yani çok zordu. Belki de bu, emekliliğime farklı bir şekilde yaklaşıyor. 

Tenisi özlüyor musunuz? 

Pek değil. 

Gerçekten mi? 

Evet. Bu soruyu çok alıyorum ve hayır, özlemiyorum. Gerçekten özlemiyorum. Kendimi huzurlu hissediyorum. Sanırım bunun nedeni dizimin, vücudumun ve zihnimin orada olmama artık izin vermediğini bilmem. “O atışı yapabilirim” diye düşünüyor muyum? Evet, belki şu anda yapabilirim, diyorum. Ama suyu sıkılmış limon gibi hissediyorum. Elimdeki her şeyi denedim. Ve çok huzurluyum. Çocuklarımla tenis oynamayı seviyorum. Hayatımda ilk kez eşimle birlikte kort rezervasyonu yaptırdık. “Salı günü saat üçten dörde kadar kort müsait mi?” diye sorduk. “Gidip oynamak eğlenceli olur” diye düşündük. Bu yaklaşık bir ya da iki ay önceydi. Ders alan çocuklarımın yanına oynamaya gittik ve çok eğlenceliydi. Tenis oynamayı seviyorum. Hep şunu düşünmüşümdür: Emekli olup tenis kortuna geri döndüğümde, kendimi geliştirmek zorunda olmadığımda nasıl hissedeceğim? El-önü vuruşumu kaçırsam kimin umurunda? Daha iyi olup olmadığım kimin umurunda?

Ara sıra çok iyi oynayabiliyor musunuz? 

Evet. Aslında bu çok komik. Birkaç gün önce Stanford’daydım, takımlarının tenis maçını izlemeye gittim çünkü Tony’nin oğlu Stanford’da birinci sınıf öğrencisi. Sonra bir şey yaptıklarını gördüm ve Tony’nin oğluna dönüp “Bak, el-önü dönüşünde bence bunu yapmalısın” dedim. Hızlıca açıkladım. Bir raket aldım, bu şekilde giyindim [üniversite ceketi, jean pantolon ve kazak] ve el-önü dönüşleri yapıyorum. Hâlâ yapabiliyorum. Hiç kaybolmuyor. Bisiklete binmek gibi bir şey. Sonra başka bir egzersiz yaptık; el-önü vuruşlarının farklı versiyonlarını anlatmaya çalışıyorum. Dolambaçlı olanı, hızlı olanı, açılı olanı falan… Ve her bir vuruşum mükemmeldi. “Tanrım, hâlâ içimde” diye düşündüm. 

Hâlâ tenis izliyor musunuz? 

Önemli anları izliyorum. Tam bir maç izlemek benim için zor çünkü çocuklarla ve koşuşturmayla çok meşgulüm. Belki geçen yıl bir maçın tamamını izlemişimdir. Onun dışında maç özetlerini ve skorları her gün kontrol ediyorum. Aslında şaşkınım. Tamamen bırakacağımı ve pek umursamayacağımı düşünmüştüm ama sanırım hâlâ çok fazla oyuncu tanıyorum, nasıl olduklarını görmek istiyorum. 

Açıkçası, ne zaman Rafael Nadal ya da Novak Djokovic kazansa her iki oyuncuyla da uzun süredir devam eden rekabetiniz ve tarih açısından herkesin birbirine göre nasıl hatırlanacağına dair merak nedeniyle insanlar sizi hatırlıyor. Onlar oynarken siz de kendinizi düşünüyor musunuz? Özellikle dikkat ediyor musunuz? 

Tabii ki finale çıktıklarında, Rafa geri döndüğünde ya da Novak başka bir rekor kırdığında farkına varıyorsunuz. Hepsi çok güzel. Ama programımı bir kenara bırakıp “Bu maçı görmem lazım” demeyeceğim. Açıkçası takip ettim ve özellikle Novak’ın giderek güçlendiğini görmeyi seviyorum. Hâlâ devam ediyor. Rafa’ya gelince… Açıkçası onun adına üzüldüm çünkü istediği kadar oynayamadı hiç. Umarım bu isteklerini yazın gerçekleştirebilir; onun için iyi hislerim olsa da - Indian Wells ve Doha’dan çekildiğini ve diğer olayları bilsem de - tekrar yolunu bulup devam edeceği konusunda hâlâ umutluyum. 

Bunlar yıllarca aynı sahayı paylaştığınız adamlar. Sonra televizyonu açıyorsunuz ve onlar hâlâ sahada ama siz yoksunuz. Bu duygunun bir adı var mı? Neye benzetirdiniz? 

İyi hissettiriyor. Londra’da Andy [Murray], Novak, Rafa ve [Björn] Borg’un ve orada bulunan herkesin yanında basın toplantısında emekliliğimi duyurduğumda “İlk giden olmak bana yakışır” dedim. Turnuvaya geldiğimde onlarsız bir dönem geçirdim, şimdi onların bensiz bir an geçirme zamanı. Kalçasından dolayı neredeyse emekli olacak Murray ya da dizlerinden dolayı ne kadar oynayacağını bilmediğimiz Rafa olsaydı bana yanlış gelirdi. Bu yüzden ilk giden ben olduğum için mutluyum. Aslında onların da benim kadar uzun süre devam etmelerini isterim. 

Roger Federer GQ Röportajı

İçinizdeki rakip de böyle mi hissediyor? 

O çoktan gitti.

Gerçekten mi? 

Evet, tamamen. Tamamen. Başardıklarımla gurur duyuyorum ve mutluyum. Sampras’ın rekorunu kırdığım zamanı asla unutmayacağım; o bu konuda çok soğukkanlıydı ya da olabildiğince soğukkanlıydı diyelim. Bunu asla unutmayacağım. Bence emekli olduğunuzda da farklı bir rol üstleniyorsunuz. Bilemiyorum, bulunduğunuz konumdan memnun oluyorsunuz ve bir bütün olarak oyunu destekliyorsunuz. Bir şeyler başarılırsa ben bunu şöyle görüyorum: “Tenis seviyesinde rekabet etmiyoruz, aslında spor alanında rekabet ediyoruz. Tenise daha büyük bir ölçekte dikkat çekebilmek için. Netflix veya Amazon ile birlikte insanların dikkati için savaşıyoruz.”

İzlemekten hoşlandığınız genç oyuncular ya da size benzeyen birileri var mı? 

Açıkçası, tek vuruş pozisyonunu kaçırıyoruz. Duydunuz mu bilmiyorum ama tarihte ilk kez-

İlk 10’da tek elle ters vuruş yapan bir oyuncu yok. 

İşte bu kalbime saplanan bir hançer gibi.

Bu konudaki hislerinizi merak ediyorum. 

Bunu hissettim. Benim için kişisel bir mevzuydu. Bundan hoşlanmadım. Ama aynı zamanda tek elini kullanan oyuncular olarak (Sampras, Rod Laver, ben) meşaleyi, bayrağı ya da her neyse onu bu kadar uzun süre taşımış olmamız bizi de özel kılıyor. Bu yüzden Stan [Wawrinka], [Richard] Gasquet ve [Stefanos] Tsitsipas gibi tek elini kullanan oyuncuları görmeyi seviyorum. Dominic Thiem’in harika bir tek eli var. Grigor [Dimitrov] iyi arkadaşım. Yani bu oyun türünü seviyorum. Karakterleri olan ve patlayan atletik oyuncular görmeyi seviyorum. Bugünlerde bazen biraz daha fazla çeşitlilik görmek, sadece sol-sağ yerine ağa daha çok yaklaşıp uzaklaşıldığını izlemek istiyorum. Oyunun nereye gideceğini göreceğiz. Sorun şu ki birbirine benzeyen çok sayıda oyuncu birbirlerine karşı oynadığında, puanların çoğu benzer şekilde dağılıyor. Benim turnuvadaki hedefim her zaman rakibime karşı her puanı benzer şekilde oynamaktı. Onun istemediği şey ise benim karışık oynamam ve çeşitliliğe sahip olmam. Yani benim için, iki adamın birbirlerine karşı oynadığını ve arka arkaya 20 aynı puanı aldıklarını görmek… Hadi ama. Çok ilginç olabilir. Bilek güreşi gibi. Ama şunu söylemeyi seviyorum: “Bilek güreşine girmeyelim. Başka bir oyuna girelim.”

Tek elle ters vuruştan bahsederken geri gelmeyeceğini düşünüyormuşsunuz gibi hissettim. 

Bence hâlâ var olacak, geri gelecek, orada olacak. Ama ben dört çocuğuma da çift el kullanmayı öğrettim. Onlara çift vuruş öğretebileceğimden değil. 

Hayır! 

Ben berbat bir örneğim. Ayrıca tek vuruşun da fena bir bekçisiyim. Ama belki bunu değiştirebiliriz. 

Şu anda gördüğünüz sizin kadar kazanabileceğini düşündüğünüz genç oyuncular var mı? 

Bu oyuncular üzerinde baskı kurmayı sevmiyorum çünkü 20 [büyük zaferi] hedeflemek ne benim ne Rafa’nın ne de Novak’ın yaptığı bir şeydi. Elbette birden fazla Slam kazanacağını düşündüğünüz oyuncular var. Birilerinin Slam kazanması gerekiyor ve doğal olarak bu oyuncular Slam’leri güzel bir şekilde kazanacak ve bunu mükemmelen yapacaklar. Oyunu taşıyanlar onlar olacak ve sporumuzun süper yıldızları olacaklar ki bazıları bunu yapacaklarını şimdiden ilan ettiler bile: [Carlos] Alcaraz, [Jannik] Sinner ve diğerleri. Bir sonraki adamın kim olacağını görmek için de büyük bir ivme var. Bence önümüzdeki iki ya da üç yıl bize gerçekten iyi bir fikir verecekler; şu anda iyi oyuncular var ama “Sektörün en iyilerini en iyi zeminlerinde nasıl yenebilirim?” sorusunu anlamak için oyunlarında hâlâ bazı ayarlar yapıyorlar.

Roger Federer GQ RöportajıÜst: Theory. Pantolon: Uniqlo. Sneakers: On. Gözlük: RF Oliver Peoples.

İnsanların tenis oynama şeklinizi nasıl tanımladığını duymuşsunuzdur: “güzel”, “zahmetsiz” vb. Bir yandan, bu bir iltifat. Öte yandan, oyununuzun bu şekilde hatırlanacak olması konusunda ne hissettiğinizi merak ediyorum. 

Artık bunu büyük bir iltifat olarak kabul ediyorum. Oynarken bu tanımla biraz daha fazla mücadele ediyordum çünkü o zaman umduğum savaşçıyı ve kazananı göremeyeceklermiş gibi hissediyordum. Savaşçı değilseniz, çaba gösteremiyorsanız… Benim başardıklarımı çabasızlıkla başaramazsınız. İnanılmaz derecede çok çalıştığınızda, ancak o zaman bunu zahmetsizmiş gibi gösterebilirsiniz. Bu yüzden her zaman - özellikle de başlarda - şu düşünceyle mücadele ettim: Tutkumu, mücadelemi ve her şeyimi ortaya koyduğumu görmüyorlar mı? Çünkü kazandığımda “Çok rahattı”, kaybettiğimde ise “Keşke biraz daha çabalasaydı” diyorlardı. Başlangıçta bunu kabullenmek gerçekten çok zordu; benim için karmaşıktı. O zamanlar aklımın karıştığını hatırlıyorum. Sanırım sonunda kendimi rahat hissettim; her şeyimi ortaya koyduğumu biliyordum. İşte bu yüzden maç kaybettiğimde, beş dakika sonra maç bitmiş oluyordu ve sorun yoktu. Elimden geleni yaptım ve yolumuza devam ettik. 

Zahmetsizlik algısının stilinizin bir yan ürünü mü yoksa bilinçli olarak yaptığınız bir şey mi olduğunu düşünüyorsunuz? 

Bence zahmetsizce oynamak - diyelim ki vuruştan hemen sonra [Federer şimdiye dek gördüğünüz en güzel ön-el vuruşunu taklit ediyor] - şayet rahat olabiliyorsanız ya da hareket ederken rahatlayabiliyorsanız veya sayı biter bitmez diyelim, huzur bulabiliyorsanız… Sanırım ben bunu doğal olarak yapıyordum zira bunun bana bir maçın ya da turnuvanın sonlarına doğru ekstra enerji vereceğini ya da belki birkaç yıl daha oynamamı sağlayabileceğini düşündüm. Bunu yaptım çünkü sürekli gergin olursam kısa sürede tükeneceğime inandım. Gerçekten gergin olan diğer oyuncuları gördüğümde şaşırıyorum. Buna gerçekten saygı duyuyorum çünkü ben öyle olamam.

Bir şey itiraf edebilir miyim? Aşağı yukarı aynı yaştayız; ben bir tenis hayranıyım ve seni hep izledim. Sanırım kariyerinin ilk yarısında, ölümlülüğünün ve kaybetme olasılığının daha belirgin olduğu zamanlarda seni daha çok destekledim. Anlatabiliyor muyum? 

Kesinlikle anlıyorum. Sanırım 2008’e dek bunun pek farkında değildim. 2005 yılında Australia Open’da [Marat] Safin’e kaybettiğimde “Bir canavar yarattım” dediğim bir an vardı. Bir set kaybettiğimde insanlar “Aman Tanrım, Roger set kaybetti” diyor. Ya da yarı finalde Safin’e karşı maç puanıyla kaybediyorum. İnsanlar şoka giriyor. “Buna inanabiliyor musun?” “Şok derken ne demek istiyorsun?” diye soruyorum. “İnanabiliyor musun?” İnanılmaz bir oyuncuya karşı kaybetmek gayet normal bir şey. 

2008’de Rafa’ya [Wimbledon’da birçok izleyicinin tüm zamanların en iyi maçı olduğunu düşündüğü maçta] kaybettiğimde çok özel bir andı çünkü o maçı kaybettikten sonra yıkılmıştım. Ama bir ay sonra ABD’ye geldiğimde insanlar hâlâ “Aman Tanrım, şu Wimbledon maçı neydi” diye konuşuyorlardı. Ben de “Evet, iyiydi” diyordum. “Hayır, hayır, çok özeldi. Kaybettin. İnsani yönünün ortaya çıktığını düşünüyorum; seni kazanırken pek çok kez gördük. Seni kaybeden tarafta görmek gerçekten farklı ve özel hissettirdi.” Ben de “Evet. Yani, maç iyiydi. Evet, iyiydi. Ama yani…” Sonra günlerce böyle devam etti. Ardından fark ettim ki o anda aslında çok özel bir şey yaratmışız.

Bu belki de Federer 2.0’ın oyuna girmesi gibi bir şeydi. Aslında biraz da kaybeden biriydi, böyle biriydi. Bu olabilir ve hayatın bir parçası. Sanırım daha insani tarafım ortaya çıkmaya başladı çünkü kaybettiğinizde insanlar sizinle daha fazla ilişki kurabiliyor zira hayatta hepimiz kaybediyoruz. Öncesinde uzun süre kazandım. Sonra tabii ki çocuklar doğdu, sonra ebeveyn olduk; bunun beni daha da ilişkilendirilebilir kıldığına inanıyorum. Sonra dediğiniz gibi, sanırım insanlar beni gerçekten tanımaya başladı çünkü çok uzun süredir turnuvadaydım. Pek çok hayranımdan duygusal destek almam bunun sayesinde. 

Açık olmak gerekirse, kaybetmenizi hiçbir zaman desteklemedim ama sanırım kaybetme olasılığınızla kendimi daha fazla özdeşleştirdim. Bu olasılık arttıkça kalabalığın size daha fazla yöneldiğini fark ettiniz mi? 

Belki de oyun stilim konusunda insanlarda yankı uyandıran bir şey vardı. Belki de gelip beni izlediklerinde özel bir şeyler olacağını hissediyorlardı. Ben farklı bir şekilde oynuyorum. Belki de 90’ların sonunda eski neslin oynadığı zahmetsiz tek el ters vuruş ile yeni gelen güçlü, süper spin’li, hırçın oyun tarzı arasında bir köprü oldum. Ben hâlâ eski tip bir adamdım. Duygusal açıdan baktığımızda, oyun stilim muhtemelen birçok kişinin favorisi olmamı sağladı.

Roger Federer GQ Röportajı

Çocuklarınızdan bahsettiniz. Dokuz yaşında ikiz oğullarınız ve 14 yaşında ikiz kızlarınız var. Ciddi tenis oyuncuları mı? 

Ciddi değiller ama onları oynatıyoruz. 

Gerçekten mi? 

Çünkü çocuklarımın çevremde tenis oynamayan tek çocuk olmasını istemiyorum. Açıkçası tenis odaklı bir çevrem var; oynamayan tek çocuklar onlar olacak çünkü diğer tüm çocuklar tenis oynuyor ve bu onların tutkusu. Bu yüzden başlangıçta tenise çok âşık olmayan kızlara da böyle diyorum. “Çocuklar, biraz oynamalısınız.” Şimdi dördü de oynuyor. 

Hikayenizden anladığım kadarıyla tenis size aileniz tarafından dayatılmamış, kendi seçiminiz. Siz de aynı şekilde ebeveynlik yapabiliyor musunuz? 

Koçtan çok menajer olmaya çalıştım ve onlara koçları olmadığımı söyledim. Onlara yardımcı olabilirsem harika. Şayet beni orada istemiyorlarsa bu da sorun değil. Ama bazen kendimi kontrol edemiyorum, Stanford’da olduğu gibi. İçeri girip şöyle diyorum: “İzin verin hızlıca temel bir şey öğreteyim.”

Dünyanın geri kalanının sizi nasıl gördüğünü ya da neler başardığınızı anlıyorlar mı? 

Artık hiç olmadığı kadar iyi anlıyorlar. Onlar daha küçükken, özellikle de kızlar, bir numara olduğumda bile onlara sıralamamdan ya da başarılarımdan bahsetmezdim. Bana sorarlardı: “Stan ne kadar iyi?” “O kesinlikle inanılmaz. Efsanevi bir oyuncu ve harika biri.” “Peki, ya Rafa?” “Evet, o da çok iyi.” Sonra da “Peki, ya sen?” diye sordular. “Ben de iyiyim.” Bunu küçümserdim. 

Ama artık bazen bunu yapamıyorum çünkü arkadaşları gelip “Baban şunu yaptı, bunu yaptı, bunu biliyor muydun?” diyorlar. Bazen bana da soruyorlar. Artık başarılarım ya da deneyimlerim hakkında daha açık ve dürüst olabiliyorum. Bunu onlarla paylaşırken daha çok hikaye ya da deneyim anlatır gibi bahsediyorum. 

Kariyeriniz hep iyi belgelenmiş gibi düşünüyorum: tırmanışınız, büyük olma arzunuz ve sonra zirve. Ancak sonrasında yaşananlara dair pek az söz söylenmiş. Şu anda yaşadıklarınızı nasıl tarif edersiniz? 

Evet, sonunda bir düşüş yaşamadığım için mutluyum. Düşüş sakatlıklar yüzünden oldu diyebiliriz ama ben buna düşüş demiyorum; mücadele diyebilirim. Ama şimdi mutluyum. Tamamen farklı bir hayat yaşıyorum. Rehabilitasyonda olduğum zamanki gibi mesela. Rehabilitasyonu seviyordum çünkü hayatımda yeni bir şeydi. Yeni bir meydan okumaydı. Kelimenin tam anlamıyla her seferinde bir adıma ya da bir harekete odaklanıyordum. Şimdi de aynı. Demek istediğim yeni bir alan, yeni projeler… Bilhassa çocuklarımla bu yeni hayatta yol almak çok güzel. Bu zamanı seviyorum. Her ne kadar geçen yıl verdiğim röportajlarda hiç bu kadar stresli olmadığımı söylemiş olsam da… Bunun nedeni emeklilik değildi. Bu sadece eşimle birlikte çocuklarıma bakmam ve onların okula gitmelerine yardımcı olmaya çalışmamla ve hayatın tüm o talepleriyle ilgiliydi. Önemseyen bir ebeveyn olarak… Çok istediğimi söylemek istemiyorum. Aksine. Çok rahat bir adam olduğumu hissediyorum. Ama uyandığımda şöyle derdim: “Orada olmalıyım. Onlara yardım etmeliyim.”

Ebeveynlik farklı bir stres türü, değil mi? Grand Slam baskısı, evet, tabii ki yadsınamaz ama bunu 20 yıl yaşadınız. 

Aynen öyle. Ama daha önce 14 yaşında ya da dokuz yaşında bir çocuğa babalık etmedim. Her gün benim için bir ilk. 

Zach Baron, GQ’nun kıdemli özel projeler editörü.

İLGİLİ İÇERİKLER Roger Federer
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası