2000 yılında X-Men serisini beyazperdeye taşımaya karar veren yapımcılar Wolverine rolü için Russell Crowe’un doğru isim olduğunu düşünüyorlardı. Ünlü oyuncunun taleplerini karşılayamadıkları için, ikinci isim olarak Dougray Scott’la temasa geçtiler. Deneme çekimleri yapıldı, senaryo paylaşıldı ve her konuda anlaşıldı. Scott’ın aynı dönemde rol aldığı Mission Impossible II biter bitmez, X-Men’in çekimlerine başlanacaktı. Hollywood’un önemli isimlerini buluşturan kalabalık bir kadroyu aynı tarihte bir araya getirmek zor olmuştu. Ancak Mission Impossible setinden gelen bir haber, bir anda bütün planları altüst etti. Scott omzundan ciddi bir sakatlık yaşamıştı ve bazı sahnelerinin yeniden çekilmesi gerektiği için iki aylık gecikme yaşanacaktı. X-Men ekibinin, iyileşeceğinden emin olmadığı bir oyuncuyu iki ay beklemesi mümkün değildi. Wolverine karakteri için acilen başka birini bulmaları gerekiyordu. Avustralyalı genç bir oyuncu, bu süper kahraman için kendisinden çok daha şöhretli ve tecrübeli birini tercih edeceklerini biliyordu ama yine de şansını denemek istedi. Görüşmeye gittiğinde sadece beş dakikalık bir deneme çekimi yapılmasının olumsuz bir işaret olduğunu düşünmüştü. Ama ertesi gün telefondaki ses öyle demiyordu: “Bu rol için seni istiyoruz, güneyli aksanını ve saçındaki permayı yok et ve hemen gel.”
Hugh Jackman’ın 15 sene önce pençesini geçirdiği beyazperdeyi bırakmaya hiç niyeti yok. 46 yaşındaki oyuncu “parçalı” formasıyla (!) Wolverine karakteri için hâlâ rakipsiz. Sinema tarihinde ondan başka, aynı karakteri yedi defa canlandıran bir aktör yok. Jackman’ın deyimiyle, hepimizin çocukluk kahramanı akıllı köpek Lassie hariç. Wolverine karakterini ne kadar sevdiğini 2006 yılında Casino Royale’de James Bond rolü teklif edildiğinde kabul etmemesinden de anlayabilirsiniz. 2008’de The Dark Knight’da Harvey Dent karakterini oynaması teklif edildiğinde ise Batman’in karşısına Wolverine olarak çıkmayı tercih ettiğini söylemişti.
Hugh Jackman üniversiteden mezun olduktan sonra 10 yıl boyunca, küçük rollerle ve müzikallerle hayatını kazandığı mütevazı bir hayat yaşadı. Paraya ihtiyacı olduğu dönemlerde benzin istasyonlarında da çalıştı, doğum günlerinde palyaço kostümüyle de boy gösterdi. Ünlü bir mutanta dönüştüğünde 30 yaşındaydı. Evli, mutlu ve çocukluydu. Hayat tecrübesi ve dünya görüşü vardı. İş ahlakını ve disiplinini bu olgunlaşma dönemine borçlu olduğu aşikar. Hayat felsefesi, en sevdiği şarkıda Mick Jagger’ın söylediği gibi, “Her istediğini elde edemeyebilirsin ama eğer denersen ihtiyacın olanı alabilirsin.” Bunun, Hollywood şöhretler kaldırımında ismi yazan bir oyuncu için yeterince agresif olmadığını düşünebilirsiniz. O halde bilmeniz gereken, o kaldırımda ismi yazan birçok ünlüden çok daha mutlu bir hayatı olduğu.
Okulun en popüler çocuğu değilmiş. Hatta biraz yabani olduğu için kızlarla arasının pek iyi olmadığını söylüyor. Rugby oynamaya başladığında içindeki serseriyi dizginlemeyi öğrenmiş. Sıska bacaklarıyla dalga geçen mahalle arkadaşları son filmi X-Men: Days of Future Past vizyona girdiğinde kendilerini kesmiş olmalılar. Hele de yataktan çırılçıplak kalktığı sahnedeki özgüvenini görünce.
Vahşi ve kıllı bir hayvan rolüyle bir seks sembolüne dönüşmüş olmanın kendisini bile utandırdığını itiraf ediyor. Kadın hayranları gittiği spor salonlarının önünde kuyruk oluşturuyor. Ne de olsa People dergisi tarafından “yaşayan en seksi erkek” seçilmişliği var. Film çektiğinde Oscar, ödül töreni sunduğunda Emmy ile ödüllendiriliyor. Karizmatik bir ses tonu olmasının yanı sıra yakın arkadaşı Nicole Kidman’ın düğününde ne kadar iyi şarkı söylediğini de gösterdi. Bu da yetmezmiş gibi müzikal geçmişi olan Jackman çok iyi dans ediyor, gitar, keman ve piyano çalıyor. Tam bir windsurf tutkunu. Sıkı bir Norwich City FC taraftarı. Şarap merakı ve evinde düzenlediği yemek davetleriyle ünlü. Anlayın işte; adam “bir kadın ne ister” sorusunun tam karşılığı.
Gelelim akılları kurcalayan o malum sorunun cevabına. Adriana Lima’nın aldatıldığı, Rihanna’nın dövüldüğü bir gezegenin en çekici erkeklerinden biriyle yıllardır mutlu bir aile hayatı sürdürmeyi başaran kadın kim?
Hugh Jackman’la Deborra-Lee Furness, 1995 sonbaharında Corelli isimli bir dizide tanışmış. Furness dizinin tecrübeli başrol oyuncusuyken Jackman, oyunculuk okulundan yeni mezun olmuş toy delikanlı haliyle, küçük bir rol için dahil olmuş diziye. Ancak yapımcılar ikilinin ilk öpüşme sahnesine tanıklık ettikten sonra aralarındaki elektriği o kadar beğenmiş ki, senaryonun bu ikilinin imkansız aşkı üzerinden ilerlemesini istemiş. Ekrana yansıyan tutkunun bu kadar beğenilmesinin nedeniyse iki oyuncunun yeteneğinden çok, Jackman’ın rol arkadaşına ilk görüşte âşık olmasıymış. Bunun oyunculuk etiğine ne kadar ters düştüğünün farkında olan Jackman, sette Furness’tan mümkün olduğunca kaçmış, konuşmamak için elinden geleni yapmış. Ancak sahnelerin giderek daha ateşli bir hal alması, göğüs kafesine hapsettiği aşkı içeride tutmasını hiç de kolaylaştırmıyormuş. Yine de bir gece Furness ona ilan-ı aşk edene kadar tek kelime etmemiş.
Jackman’ın kariyerinin başında kendisinden sekiz yaş büyük, başarılı bir oyuncuyla ilişki yaşaması Hollywood’un kitabına uygun bulunmuş. Ancak yıllar Jackman’ı zirveye taşıdığında Hollywood aktörü eşi ölçülerine sahip olmayan bu kadınla ilgili, “Zor günlerin üstesinden birlikte geldik ama aşkımız tükendi, benim için çok özel bir insan, ömrümün sonuna kadar en yakın dostum olarak kalacaktır” açıklamasını yapması beklentisi doğmuş. Bu açıklama gelmeyince, evliliklerinin paravan olduğu ve yakışıklı aktörün eşcinsel olduğu iddia edilmiş. Jackman dedikoduların kendisiyle ilgili kısmına “The Boy from Oz müzikalinde bir eşcinseli canlandırmıştım, oyunculuğum o kadar iyi ki insanlar hâlâ onun etkisinde olmalı” diyerek esprili yaklaşsa da, sevdiği kadınla ilgili sözler karşısında pençelerini çıkarmış. “Karımın eşsiz ve asil bir güzelliği var, onunla tanışanlar etrafa yaydığı ışığı hissettiklerinde ne kadar çekici olduğunu fark ederler. Onun yanıma yakışmadığını düşünenler aşkın ne olduğunu tatmamış insan müsveddeleri. Bu duyguyu tatmadıkları için onlara acıyorum” açıklaması sonrası, magazin servisleri ikilinin ilişkisini kurcalamayı bırakmış.
Deborra-Lee Furness kendiyle barışık, özgüveni yüksek bir kadın. Bir canlı yayında kendisiyle ilgili eleştiriler gündeme getirildiğinde “Hugh her rolün hakkını veriyor ama ben en çok Wolverine karakterini seviyorum çünkü rolü için irileştiğinde yanında daha zarif görünüyorum. Sefiller rolü için 15 kilo verdiği dönem benim için kabus gibiydi, yanında kocaman kalmıştım” diyerek, şen kahkahasıyla ortamın havasını bir anda değiştirmesi bunu gözler önüne seriyor. Hayat arkadaşının ona bu denli hayranlık beslemesinin nedeni bu. Ama Hugh Jackman’ın da eşinin hayatını kolaylaştırmak için elinden geleni yaptığı söyleyelim. Ünlü aktör senaryo gereği yakınlaşmak zorunda kalacağı her kadınla eşini mutlaka tanıştırıyor, çekimler öncesinde birlikte yemeğe çıkmalarını sağlıyor. Jackman, Hollywood kadınlarının Furness’in samimi, neşeli ve dürüst tavırlarına vurulduğunu, arkadaşlığından büyük keyif aldıklarını, hatta kendisinden daha fazla onunla görüştüklerini söylüyor. Furness, en samimi dostlarından biri olan Meg Ryan’la da böyle tanışmış.
Hiç şüphesiz, istediği her kadını elde edebilecek bu adamın, hayatta tek bir kadını istiyor olması onu daha da çekici kılıyor. Aslında Jackman’ın Furness’a kapılmış olmasının nedeni, biraz da çocukluğuna dayanıyor. Annesi, en küçüğü Jackman olan beş çocuğunu arkasında bırakarak evi terk ettiğinde sekiz yaşındaymış. Okul servisine binerken, duştan yeni çıkan annesinin, saçları havluya sarılı bir şekilde arkasından koşarak yanına geldiğini ve onu öperek hoşçakal dediğini hatırlıyor. Okuldan döndüğünde annesi evde yokmuş. Gece eve gelmediğinde bir şeylerin yolunda gitmediğini hissetmiş ama sesini çıkarmamış. Ertesi sabah babasının mutfak masasında İngiltere’den gelen bir telgrafı okurken hıçkıra hıçkıra ağladığını görmüş. Babasının dudaklarından iki kelime dökülmüş: “Annen gitmiş.” O yaştaki bir çocuğa gitmek eylemi oldukça sıradan gelmiş, “Ne zaman dönecekmiş?” diye sormuş. Sorusuna cevap alamadığı dört senenin sonunda, annesinin bir daha geri gelmeyeceğini anlamış.
Beyazperdenin asi çocuğunun kendisini ve çocuklarını kanatları altına alabilecek şefkat dolu bir kadın arayışı, annesiz büyümesinden kaynaklanıyor. Mutlu ve kalabalık bir aile kurmak, şöhretinin ve parasının satın alabileceği kadınlarla gününü gün etmekten daha cazip gelmiş. Ama evlendiklerinde 40 yaşında olan Furness’ın iki kere düşük yapması çiftin çok zor bir dönem geçirmesine neden olmuş. Jackman anneliğin doğumla gelen bir hissiyat olmadığını bildiği için evlat edinmek konusunda hiç tereddüt etmemiş. 2000 yılında Oscar adındaki oğulları, beş yıl sonra da Eva adlı kızları aileye katılmış. Jackman sevdiği kadının ne kadar iyi bir anne olduğunu gördüğünde ona olan sevgisi, tarifsiz bir hayranlığa dönüşmüş.
Annesinin neden evi terk ettiğiyle ilgili, kendisiyle çok hesaplaşmış Hugh Jackman. Babasını çok sevmesine rağmen “Babam dürüst ve çok çalışkan bir adamdı. Kalabalık bir ailenin sorumluluğunu taşıyan her erkek gibi gece gündüz çalışırdı. Ailesinin mutlu olmasını isterdi ama mutluluğun sadece çok çalışarak sağlayabileceğiniz bir şey olmadığını fark edemedi. Bize daha çok zaman ayırmalı ve sevgisini hissettirmeliydi” diyebilecek kadar tarafsız kalmayı başarmış. Annesi gittikten sonra, beş çocuğunu tek başına büyütmek için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan muhasebeci babasının iyi huylarını kendine örnek aldığı kadar, hatalarından da ders çıkarmayı bilmiş. Ne kadar yoğun bir programı olursa olsun, ailesini asla iki haftadan uzun süre yalnız bırakmıyor. Bu nedenle çekimler ülke dışındaysa ailesi de onunla birlikte seyahat ediyor. Çocukların dadısı yok, onları okuldan almak Furness’ın, hafta sonları arkadaşlarıyla buluşmaya götürmek Jackman’ın sorumluluğu. Ayrı anne-babalarla büyümüş bu çift, çocuklarına sağlıklı bir aile ortamı sağlamak için çok çabalıyor. Ve görünen o ki, Jackman malikanesindeki tek sıkıntı, ergenlik dönemine girmiş olan Oscar. Bu aralar çiftin başı Oscar’ın her gün eve “Benim babam Wolverine, onunla tanışmak ister misin?” diyerek getirdiği kızlarla dertte.