Yeni Quentin Tarantino filmi The Hateful Eight’in fragmanını izleyenlere şu sahne tanıdık gelecektir: Fonda sıra dağlar... Altı güçlü atın çektiği bir posta arabası kar üstünde ilerler. Sürücü yolun ortasında bir engel görünce, atlar durana kadar dizginlere asılır. Karşılaştığı manzara, yolun ortasında donarak ölen üç beyaz adamın hemen önünde, deri bir eyerin üzerinde duran siyah bir adamdır. Piposunu ağzından çıkarır ve “Bir kişilik daha yerin var mı?” diye sorar.
O siyah adam tabii ki Samuel L. Jackson’dır ve Tarantino’nun senaryosu onun nasıl biri olduğuyla ilgili şüpheye yer bırakmaz: “Siyah adam, yaşlı bir adam. Sadece kafasının yanlarında gri saçlar olan, bıyıklı, uzun ince bir profil. Yanlarında sarı çizgiler olan, binici botlarının içine sokulmuş, koyu lacivert, Amerikan Süvari Birliği üniformasının pantolonunu giyiyor. Gömleği, içliği ve füme rengi yün atkısı üniformaya dahil değil. Rahat ve tarz olsun, sıcak tutsun diye giyilmiş. Ama ağır kış paltosu Amerikan Süvari Birliği’ne ait.”
Senaryo kadrodan biri tarafından internete sızdırıldığı için filmi çekmekten az kalsın vazgeçecek olmasına rağmen Tarantino, bu rolü özellikle Jackson için yazmış. Geçen sene nisan ayında, Tarantino’yu filme devam etmesi için (yine de sonunu tekrar yazmış) ikna edense Jackson olmuş.
İç savaşın ardından batıda geçen The Hateful Eight’te Jackson’ın yanı sıra Kurt Russell, Michael Madsen, Tim Roth, Walton Goggins ve Jennifer Jason Leigh gibi isimler yer alıyor. Filmin müziklerinde Ennio Morricone imzası var. Böyle bir kadro elbette bunun, Pulp Fiction’dan beri en başarılı Tarantino filmi olabileceğini işaret ediyor.
Bu başarıdan en çok da Jackson, Tarantino’nun nasıl çalıştığını iyi bildiği için bahsediyoruz aslında. Bu yakınlık, yönetmenin altı filminde (Jackie Brown, Kill Bill: Volume 2, Inglourious Basterds, Django Unchained, Pulp Fiction ve The Hateful Eight) oynadığı için de değil. Tarantino, Reservoir Dogs seçmelerini eline yüzüne bulaştırmasaydı eğer, aralarındaki ilişki daha erken de başlayabilirdi. Buna rağmen Jackson’ın Pulp Fiction’daki kiralık katil Jules Winnfield rolü, bir oyuncu olarak onun varlığını kitlelere duyurmakla kalmadı, sinemasever koca bir jenerasyona beyazperdedeki kalıcılığını da kanıtlamış oldu.
O zamandan beri Jackson, her filmde görülebilen, durmadan çalışan, günümüzün Michael Caine’i oluverdi. Başarıları karşılıksız da kalmadı: 2011’de Guinness Dünya Rekorlar Kitabı, onu tüm zamanların en çok kazanan oyuncusu ilan etti. Bu, kendi ışın kılıcını da tasarladığı Star Wars filmlerindeki rolü ve Marvel dünyasındaki tekrar eden rolleriyle desteklenen bir unvan. 66 yaşındaki Hollywood’un soylusu Jackson, golf günleri düzenleyerek, London Collections Men Fashion Ball’a öncülük ederek ve hatta Abbey Road Stüdyoları’nda karaoke geceleri düzenleyerek sık sık Londra’yı ziyaret ediyor. Yetmiyor, erkek kanser hastaları için bir yardım kuruluşu olan One For The Boys’a yardım ediyor.
Bir zamanların tutkulu insan hakları savunucusu Jackson, insan adaletsizliği algısına dair hevesini kaybetmemiş ve ABD toplumunun doğuştan gelen ırkçılığını açıkça eleştirmeye devam ediyor. Geçen yıl polis vahşetine karşı düzenlenen büyük çapta protestoların ardından, Facebook sayfasından, Ice Bucket Challenge’a katılan tüm ünlüleri bir şarkıyla bu eylemlere katılmaya çağırdı. Şarkıda Temmuz 2014’te Staten Island’da gözaltı sırasında bir polis memuru tarafından öldürülen Eric Garner’ın son sözleri “I can’t breathe” (Nefes alamıyorum) kullanıldı.
Düşündüğünü dile getirmekten çekinmeyen Jackson, “Eskisi kadar sinirli değilim” diyor: “Ama özelime girildiği ya da biri bana istediğim saygıyla yaklaşmadığı zaman, öfkem çok kısa sürede ortaya çıkabilir.”
The Hateful Eight’in 80 sayfasını okudum. Olağanüstü bir senaryo. Dediğim gibi, bu filmin Pulp Fiction’dan beri Tarantino’nun en iyisi olabileceği söyleniyor. Öyle değilse bile, yazdıkları arasında en iyilerden biri olduğunu düşünüyorum. Film tam bir bütün. Bir tiyatro oyunu gibi okunuyor ve oynanıyor. Tüm bölümleri zengin, tüm karakterler ilginç ve iyi geliştirilmiş. Kim olduklarını, nasıl biri olduklarını, birbirleri ya da bir mekan hakkında ne hissettiklerini, amaçlarının ne olduğunu ve hikayeyi ilerletmek için neler yaptıklarını biliyorsunuz.
Quentin’in daha önce kimsede rastlamadığım, şaşırtıcı bir sinematik hafızası var. Filmler, sahneler, oyuncular, bir filmi kimin yazdığı, yazım sürecinde senaristin kafasından neler geçtiği ve ülkede neler yaşandığı gibi konular hakkında konuşabilir. Bir filmdeki belirli bir çekimi açıklayabilir, filmi çekerken bu süreci farklılaştıran şeyleri yaşar, onlarla nefes alır ve bir bakıma bunları kusar.
Çekim sırasındaki Tarantino nasıl?
Setlerinde elektronik bir şey bulunmaz asla. Açma-kapama butonu olan bir şey bulamazsınız. “Kestik” dediği zaman ya birbirimizle ya da etrafta bir şeyler taşıyan adamlarla konuşuruz. Telefonlar, iPad’ler ya da Kindle’lar bulunmaz. Filmin müziklerini yapan adam, set boyunca bir şey çalar. James Brown’dan Pavarotti’ye, hatta ilginç bir Japon şarkısına varana kadar her şeyi duyabiliriz. Dans eder, şarkı söyler, yaptığımız ya da yapacağımız şeylerden bahsederiz. Filmdeki herkese aynı değer ve bağlılık duygularıyla yaklaşır. Kar yağdığı sırada, Colorado’da bir çekimdeyken sık sık beraber yemek yer, günlük çekimleri beraber izlerdik. Hafta sonları o günlük çekimleri seyrederken, biz de Quentin Tarantino sinemasında izlememizi istediği filmleri izlerdik. Hep beraber dışarı çıkar, içer, gözlemlediğimiz şeylere güler ve takılırdık. Quentin, filmleri sırasında bir aile ortamı yaratır. Çok senaryo okudum ama The Hateful Eight’teki gibi bir karakterizasyon görmedim. Onun senaryolarını okumak eğlencelidir. Elinde yazar, bir başkası dijitale geçirir; bilgisayar başında oturup yazmaz.
En iyi rol sizde gibi görünüyor…
Her role girebilirim ama filmde herkesin iyi bir rolü var. İyi bir adam değilim ama filmdeki herkes nefret dolu adamlar. Tarantino filmine iyi adamlar görmeye gitmezsin. Çeşitli gizemleri çözen bir adam gibiyim. Quentin bana “siyah Herkül” dedi.
Yardım etkinliğindeki senaryo okumadan sonra, The Hateful Eight’i çekmesi için Tarantino’yu ikna edenin siz olduğunuz söyleniyor.
Aynen. Yani senaryoyu okuduktan sonra öylece oturup filmi çekmemek gibi bir ihtimalimiz yoktu. Sanırım bencil bir şekilde senaryoya bakıp “Bu benim için yazdığın en büyük rol ve sen bu filmi çekmeyecek misin?” dedim. O da “Merak etme, bir tane daha yazarım” dedi. Ben de “Hayır aşağılık herif! Bu, bu harika, bu şahane” dedim. Senaryoyu okurken dinleyicilerin tepkisi inanılmazdı. Quentin de oradaydı, sahne açıklamalarını okuyor ve harika vakit geçiriyordu. Dinleyiciler alkışlıyor, tezahürat yapıyor ve bizim hissettiğimiz gibi hissediyorlardı. Quentin’in fikrini değiştirdiğine memnunduk. Senaryo internete sızdığında henüz bende yoktu. Yani benim yapmadığımı biliyordu. Sadece üç kişide vardı ve bunu internete sızdıranlar, üçü de değildi.