Bu dünyaya kocaman kahkahalardan korkan biz ölümlüleri suça teşvik etsin, eleştirsin, özgürleştirsin, göremediklerimizi görsün, dayatılanları reddetsin, tabuları yıksın, haksızlıklara isyan etsin, kanser hastası minik meleklere komik maskeler ve neşeli serumlar çizsin, gençlerin mizah anlayışını, çocukların hayal gücünü geliştirsin diye gönderilmiş. Sanatın birden fazla kolu emrine amade edilmiş bir sanatçı. Zeki ama sivri dilli değil, tasasız ama duyarsız değil. Haylaz ama disiplinli, rahat ama seviyeli. Rengarenk dünyasında hep çocuk kalmış, büyüdükçe küçülmemeyi başarmış mütevazı bir adam. Süper güçleri olmadan insanları mutlu etmek için çabalayan, kendi halinde bir kahraman. Zaten hayatta kendin olabilmek en büyük kahramanlık değil midir?
Dört-beş yaşında çizgi roman sevdasına düştüm. Okuyamıyorum ama elimden de düşürmüyorum. Bilinçaltıma konuşma balonu denilen şey yerleşmiş olmalı ki, elime ilk kağıt-kalem verdikleri günden beri ne çizsem bir de konuşma balonu çizerim. Mesela öğretmen “Kurtuluş Savaşı resmi yapın” dediğinde ben 40 tane asker çiziyorum, hepsinin ayrı ayrı konuşma balonları var. Mermi çiziyorum, “Ben uçuyorum” diyor. Kaya çiziyorum, “Ben duruyorum” diyor. Ağaç çiziyorum, “Ah, dalım kırıldı” diyor. Resim yarışmalarında ödülleri toplamaya başladım ama karikatür değildi bunlar, konuşan resimlerdi. Karikatürün ne olduğunu bilmiyorum o zamanlar.
Dokuz yaşındayım. Ailemle İzmir’e, akrabalarımızı ziyarete gittik. Kuzenim Varol (Yaşaroğlu) benden üç yaş büyük. Yeni Asır gazetesinde karikatürist olmuş, o yaşta köşesi var. Dahice bir şey. Doğal olarak tüm aile sürekli ondan övgüyle bahsediyor. Çok kıskandım. Beni de sevsinler istiyorum. “Bu karikatür dediğiniz şey ne?” diye sordum, anlattı. Uzmanlık alanım olan, konuşma balonlarının içine komik şeyler yazmak. Çizimlerinden birini arakladım, bütün gece uğraşıp bire bir aynısını çizdim. Ertesi sabah evdeki herkese gösterdim. Yalandan beni de sevmiş gibi yaptılar. Sevilmek hoşuma gitti. Daha çok insan sevsin istedim, karikatür yarışmalarına katılmaya başladım. 20 yaşına geldiğimde 30’dan fazla ödülüm vardı. Lisede profesyonel olarak çalışmaya başladım. Güneş gazetesinin gençlik ekinde Komikaze’nin temellerini attım, ardından Limon dergisinde köşem oldu.
Çünkü karikatürist olmak hayatı sorgulamayı ve en olmadık şeyleri bir araya getirebilmeyi gerektirir. Yani mevcut eğitim sisteminin tam tersi. Üniversitede de karikatürist olmak isteyen birinin okuyabileceği bir bölüm yok. Ama güzel sanatlar fakültesinde, kendinizi ifade etmeyi öğreten herhangi bir bölümde okumanızın mesleğinize katkısı büyük. Bana en eğlenceli bölüm heykel geldi, onu okudum. Aklındakini paylaşmayı seven bir insanın derdini anlatabileceği ne kadar çok araç olursa o kadar rahat ediyor. Aklıma karikatürle anlatamayacağım bir şey gelirse heykel de yaparım, fotoğraf da çekerim, senaryo da yazarım. Yeter ki aklıma bir şey gelsin; önemli ve zor olan o.
Kendini ifade edebilecek çizim yeteneğine sahip olman şart ama en önemlisi espri yeteneğinin olup olmadığı. Bomboş, beyaz bir sayfayla bakışıyorsun, en zoru o an. Düzenli mizah üretmekse çok ciddi bir iş. İlham gelmesini beklersem ayda bir kere ya gelir, ya gelmez. Haftada 20-25 çizim yapabilmek için ilhamı çağıracaksın, gelecek. Profesyonel karikatürist olabilmek için, çağırdığında getirebiliyor olman lazım. 28 senedir, her hafta yaptığım şey bu. Bir hafta ara vermişliğim yok. Sporcuların antrenman yapmasından farkı yok, beyin kaslarını ne kadar çok çalıştırırsan o kadar gelişiyor. Penguen’de çizmek isteyen genç arkadaşlarımızın bunun farkında olması lazım. Haftada bir dergi çıkarıyoruz. Ayda bir dünyanın en komik esprisini üretebilmeleri bize bir şey ifade etmez.
Bir dönem arkadaşlarımla bilgisayar oyunlarına sarmıştık, evden adım atmıyoruz. Kaç yaşında olursa olsun, erkek çocukları kızlardan uzakta kalınca özüne dönüyor, küfürler havada uçuşuyor. Uzun süre o ortamda takılınca bir baktım, çizdiğim karikatürlerin de küfür dozu hızla artıyor. Ben küfürbaz bir adam değilim ki, neden sürekli böyle şeyler çiziyorum dedim kendi kendime, silkelendim. Herhangi bir şey üretmekle ilgili bir iş yapıyorsan kendini sürekli beslemen gerekir. Dünyayı nasıl algıladığımla ilgili bir iş yapıyorum, o yüzden dünyayı algılamam lazım. Bu kadar çok seyahat etmemin ve bir gittiğim yere bir daha gitmememin nedeni bu. Deniz kenarında yatmanın bana bir getirisi yok, çölde motosiklet kullanmanın var.
28 senedir çiziciyim ama 35 senedir de okuyucuyum. Elbette sevdiğim, ne çizmiş diye merak edip takip ettiğim karikatüristler var ama bizim meslekte idolünüz olmaz. Meslektaşlarınızdan farklı olmakla yükümlü olduğunuz bir alanda, hayranlık duyduğunuz biri olabilirmiş gibi gelmiyor bana. Hatta bir keresinde Cem’le (Yılmaz) evde oturmuş televizyon izliyoruz, durup dururken bana “Senin idolün var mı?” dedi. “Yok, senin var mı?” dedim. “Benim de yok” dedi. O sırada MTV açık, Yazz diye İngiliz bir şarkıcı çıktı. “Bu bizim idolümüz olsun” dedik, televizyonun sesini sonuna kadar açtık, deli gibi dans ettik. Ama devamı gelmedi, şarkı bitince geçti, idolsüz halimize geri döndük.
Küçükken üç karıncayı izleyerek saatlerce oyalanırdım. Babamın psikolog bir arkadaşı vardı, dört-beş yaşlarındayken benimle biraz sohbet etmiş, “Bu çocuğu bireysel mesleklere yönlendirin” demiş. Gerçekten de tek başıma bir şeyler ürettiğimde daha mutlu oluyorum, takım oyuncusu değilim. O yüzden, karikatürist olmasaydım saat tamircisi olmak isterdim. Hem kendi kendime kalabilmek için hem de küçük parçaları olan şeyleri tamir etmeyi seviyorum.
Ben biraz bu genellemenin dışındayım. Yalnız yemek yemekten, sinemaya gitmekten, seyahat etmekten hoşlanırım ama kalabalık ortamlarda bulunmak beni huzursuz etmez. Arka planda bir ajandası bulunan, onunla konuşmalıyım/bununla tanışmalıyım gibi dertleri olan bir mesleğim olmadığı için, öyle ortamlarda da keyfime bakarım. Derdimi çizerek anlatıyorum ama ekran önünde de rahatım. O yüzden oyunculuk ve sunuculukla ilgili birçok teklif aldım. Şimdiye kadar kabul ettiğim olmadı ama ileride bir gün eğlenebileceğim bir proje olduğunu hissedersem kabul edebilirim. Kuzenim Varol çok güzel animasyonlar yapıyor, yine kıskanıyorum, ben de yapacağım. Şaka bir yana, uzun metraj bir animasyon filmi üzerinde çalışıyorum ama çok zahmetli iş, en az üç senesi daha var.
Çizim yaptığımda insanlara sorarım, komik mi bu diye. Beş kere sormuşum, her sorduğumda güldüyse bir daha sormam. Eleştirsin isterim; orası olmamış, burası olmamış, anlatamamışsın desin isterim. Karikatüristler hayata eleştirel gözle baktığı için yüksek egolu insanlar gibi algılanıyor. Tam tersi; başkalarını iyi eleştirebilmemizin sırrı, en iyi kendimizi eleştirebilmemiz. Ayrıca kendim için sanat yapmıyorum, insanları mutlu etmek için yapıyorum. Neden fikir danışmayayım ki? Çünkü en kötüsü ne biliyor musunuz, güzel sanıp yayınladığın şeyin bir hafta yayında kalacak olması. Bazen olmuyor mu; oluyor. İşte o zaman nasıl içim sıkılıyor anlatamam.
Çocuğum karikatürist olsun diye bir hayalim yok ama hobisinin mesleği olmasını çok isterim. Ben bunu yapabilmiş şanslı insanlardan biriyim. “İnsan hobisi olan bir şeyi profesyonel olarak yapmaya başladığında eskisi kadar keyif alamaz, hobisini kaybetmiş olur” diyenler de var. Ama o, mesleğe değil tüccarlığa dönüştürürsen olur. “Ayda 500 karikatür çiz, daha çok para verelim” deseler yapmam, yapamam. Kafa işi yapan kimse de yapamaz. Zihin o kadar çok işi nasıl yapacağı endişesine kapılırsa sistem arıza verir, ilk çizimden son çizime kadar hepsi kötü olur.