Beraber restorandan çıkarken, gri bir arabayı işaret ederek “Paparazzi” diyor. Korumaları muhtemelen öyle olmadığını söylüyor çünkü paparazziler böyle gösterişsiz arabalarla dolaşmazlar. Ancak Taylor Swift haklı çıkıyor. Gri arabadaki adam fotoğraflarını çekiyor. Durum onu sinir ediyor. Ama birazcık.
Güney Kaliforniya, aylardan ağustos. Kocaman bir Toyota’nın arka koltuğuna geçip Swift’in, Beverly Hills’in kırsal kesiminde yer alan evine doğru yola çıkıyoruz. Gri araba, Franklin Kanyonu boyunca bizi takip ediyor. Swift telefonunu çıkarıp bana Wildest Dreams klibinin çekimlerinden fotoğraflar göstermeye başlıyor. Bir de bir zürafanın Swift’in yüzünü yaladığı bir video. Bugüne kadar gördüğüm bütün insanlardan daha fazla fotoğraf var telefonunda. “Bu videonun Afrika’da, 1950’lerde bir film çekimi gibi olmasını istedim” diyor. Swift bu konsepti Ava Gardner ve Peter Evans’ın kitabı The Secret Conversations’ı okuduktan sonra bulmuş. Clint Eastwood’un oğlunun da rol aldığı video, 1950’lerde sosyal medya olmadığı için, “Eğer oyuncular Afrika’da herkesten uzak baş başa kaldılarsa birbirlerine âşık olmamaları imkansızdır çünkü konuşacak başka kimseleri yoktur” argümanına dayanıyor.
Biraz Ryan Adams’dan, biraz kitaplardan bahsediyoruz. Swift, 14 yaşındayken otobiyografik olmayan bir kitap yazdığından söz ediyor; adı Kız Adında Bir Kız ve annesiyle babası bu kitabı hâlâ saklıyor. Güleceğini tahmin ederek kitabın konusunu soruyorum. Kitabın hikayesiyle ilgili hatırladıkları hayli detaylı (Erkek çocuk isteyen ama kızı olan bir anneyle ilgili). Bugün yayınlasa, anında ülkedeki en çok satan “genç yetişkin romanı” olurdu. Tam o yaşlardayken, ailesi Swift’in müzik kariyerini hızla başlatmak için Pennsylvania’dan Nashville’e taşınmış. Hiç taşınmasalardı ve sanatçı olamasaydı neler olurdu diye soruyorum. “Yine de boş vakitlerimde müzikle uğraşırdım” diyor: “Ama üniversiteye giderdim ve kelimelerle fikirlerin ön planda olduğu bir işle ilgilenirdim. Pazarlama gibi.”
Telefonuna geri dönüyor ve 1989 albümü için şarkı yazarken Bleachers grubundan Jack Antonoff’a gönderdiği bir ses kaydını aramaya başlıyor. Swift’in Antonoff’a taktığı isim Dead Tooth, küçük bir diş kazasına gönderme. Tam bunu anlatırken telefonu çalıyor. Ekranda gelen aramanın J TIMB’den olduğu yazıyor. “Aman Tanrım! Justin Timberlake?” diyerek gerçekten şaşırmış görünüyor ve bu insana hiç de yapmacık gelmiyor. “Açabilir miyim?”
Telefonu açıyor. Ses, konuşmanın iki tarafını da duyabileceğim kadar yüksek. Swift eve doğru gittiğini ama aslında orada kalamayacağını çünkü tadilatçıların neredeyse her odayı yenilediğini açıklıyor. “The Money Pit filmini izledin mi?” diye soruyor Timberlake. İzlememiş, bu yüzden Timberlake bir özet geçiyor. Timberlake’in evde dört aylık bir bebeği var, sürekli yorgun ama uyuyamıyor. Uyuyabilmek için Swift’ten tavsiye istiyor. Swift şoföre kenarı çekmesini söylüyor çünkü kanyondan geçtiğimiz sırada, arada bir telefonu çekmiyor. Gri arabadaki paparazzi, en az on kilometre bizi takip ettikten sonra öylece yanımızdan geçiyor.
Konuşma yaklaşık 15 dakika sürüyor (biraz garip bir durum çünkü tam yanında oturmuş, bariz bir şekilde not alıyorum). “Asla yaşlanmayacaksın” diye Timberlake’i garantiliyor; “Bu bilimsel bir gerçek. Tıbbi.” Alay ederken bile şevk verici. En sonunda JT, aramasının asıl sebebini söylüyor: Swift’in Staples Center’da vereceği beş konserin son gecesinde onunla Mirrors şarkısını söylemek istiyor (Son zamanlarda Swift tüm konserlerinde sürpriz bir sanatçı çıkarıyor sahneye). Swift bu habere Nebraska’da bir genç kızın DNA testi sonucu kendisinin biyolojik kız kardeşi çıksa vereceği tarzda bir tepki veriyor!
Telefonu kapattıktan sonra bana bakıyor ve “Bu çok çılgınca. Bu çok çılgınca” diyor. Bu cümleyi dört kere daha tekrarlıyor. Her seferinde sesi biraz daha kısılarak.
İçimden tek bir şey düşünüyorum: O kadar da çılgınca bir şey değil. Hatta tam tersi. Neden Justin Timberlake, Amerika’daki en ünlü sanatçıyla, sahneye çıktığı anda çıldıracak 15 bin kişilik bir kalabalığın önünde şarkı söylemek istemesin ki? Swift’i reddetmek için aramış olsa daha çok şaşırırdım.
Taylor Swift’i ciddiye almıyorsanız, çağdaş müziği de ciddiye almıyorsunuzdur. Kanye West ve Beyoncé Knowles gibi istisnalar dışında, modern çağın en önemli pop sanatçısı o. Ticari üstünlüğünün ulaştığı boyut da buna paralel: Çoğu başarılı sanatçının 500 bin rakamına yaklaştığında heyecanlandığı bir dönemde, üç defa ilk haftadan 1 milyon albüm sattı.
1989 yılında Swift’in son albümü 1989 kadar dominant bir albüm olsaydı, satışları Michael Jackson’ın Thriller’ını geçerdi. Ulaşamadığı bir kitle yok, ki bu da eşine az rastlanır bir durum. Daha da ilginç olansa bu çok yönlülüğünün eleştirmenler tarafından nasıl değerlendirildiği. Swift mükemmel eleştiriler alıyor, özellikle de en önemli isimlerden (2011’de The New Yorker’da yayınlanan bir yazı, Swift eleştirilerinin “neredeyse tamamen pozitif” olduğunu belirtiyor). Hiçbir zaman kendi isteğiyle imajını cinselleştirmiyor ve tartışma çıkarmaya da isteksiz duruyor. Böyle bir kariyerin eşi benzeri daha önce görülmedi. Birkaç müzik türünün karışımı olan, gençlere yönelik, tek bir kadın sanatçının sadece içgüdüsel şarkı yazarlığı yeteneklerine dayanan, eleştirmenlerden pozitif yorumlar alan dev bir kariyer. Sanki şapka ve küfürler hariç Garth Brooks’un ara dönemiyle Liz Phair’in karışımı. Bir olgu olarak, kesinlikle yeni.
Ve bu, az çok tahmin edilebileceği gibi bir dizi yeni problem oluşturuyor. Swift’in müziğini nasıl düşünürseniz düşünün, hayatıyla ilgili birtakım analizlere (ya da spekülasyona) ulaşıyorsunuz. Kendi hayatını o kadar açık yazıyor ki dinleyicinin, yaratıcılığını takdir edebilmek için Swift’in kişiliğini düşünmesi gerekiyor. Hayatını ve sanatını öyle derin bir şekilde birleştiriyor ki bu iki ayrı dünya, ikisine de ne kadar ilgileri olursa olsun, herkes için daha ilgi çekici hale geliyor. Bu da onun en büyük silahı.
Swift sistemin böyle işlediğini iyi biliyor. Ama bunu doğrudan itiraf edemez çünkü bu öyle bir şey ki, kazara ortaya çıkmış gibi göründüğü zaman işe yarıyor. Süreci açıklarken çok dikkatli zira bazı şeyleri dikkatsiz açıklarsanız onun gibi biri olamazsınız.
En ciddi eleştirmenler bile kaçınılmaz bir şekilde hayatının tabloid kısmını tartışıyor. Bu makul bir durum mu sence? Hayatını itiraf edercesine yazıyor olman, insanların yaptığın müziğe o açıdan bakmasını gerektirir mi?
İnsanların müziğimin ötesine geçip bazı şarkıların kime yazıldığını düşünmesinin haksızlık olduğunu düşünmüyorum. Yanlış olsalar bile ve hatta hakkımda söyledikleri üzerinde hiçbir gücüm olmasa bile... Hiçbir zaman isim vermedim. O şarkıların kime yazıldığını doğrulamamam, elimde hâlâ bir kartım daha varmış gibi hissettiriyor bana. Hayatıma bakıp “Dünyanın dört yanında, stadyumlarda biletleri tükenen konserler veriyorum. Favori sanatçılarımı arayıp benimle şarkı söylemelerini istiyorum ve genelde kabul ediyorlar. Şu derginin kapağında yer alıyorum” diyebiliyorsam, yaşadığım şeyler hakkında şarkılar yazdığım için. Bu yüzden, bunun nasıl algılandığından şikayet edersem biraz garip olur.
Adil olup olmadığını ya da iyi taraflarının kötü taraflarını gölgede bırakıp bırakmadığını sormuyorum. Estetik bir bakış açısıyla soruyorum: Gerçek hayatın hakkında düşünmek, müziğini takdir etmenin temel bir parçası mı? Kimse hayatın hakkında hiçbir şey bilmeseydi de müziğinden bu kadar hoşlanırlar mıydı?
Shake It Off, en başarılı şarkılarımdan biri ve direkt ya da üstü kapalı bir şekilde, kişisel bir şey yok içinde.
Hiç hayatında olan bir şeymiş gibi anlaşılır diye yazmaktan korktuğun bir söz oldu mu?
Hayır. Blank Space’de yazdığım bazı şeyler hiciv. Bazen hayatından daha büyük şeyler yaratıyorsun. “Kıskançlıktan sarhoşum ama ne zaman gitsen geri dönersin, çünkü sevgilim, rüya gibi bir kabusum” gibi sözler yazabiliyorsun. Benim ilişkilere yaklaşım tarzım bu değil. Çılgın ama çekici, cazibeli ama deli ve çıkarcı bir kızın bakış açısından yazmak güzel bir şey mi? Medyanın beni lanse ettiği karakter buydu ve uzun bir süre bana çok zarar verdi. Gücendim. Ama zaman geçtikçe bunun aslında komik olduğunu fark ettim. Bir sanatçının nasıl algılandığını kontrol etmesi imkansız. Ama o algıları tahmin edebilir, ki bu da neredeyse o kadar iyi bir şey. İnce espri anlayışı herkese hitap etmiyor. Bazı insanların Blank Space’i duyduğunda “Gördün mü, haklıymışız” diyeceğini biliyordum. Ve bu noktada şunu anladım; eğer espriyi anlamıyorsan anlamayı hak etmiyorsun da.
Müzisyenlerin toplum tarafından nasıl sindirildiklerini umursamadıklarını ifade ettikleri (ya da ifade edermiş gibi göründükleri) eski bir gelenek var. Hayranlarının ne istediği ya da ne beklediği anlaşılmıyormuş numarası yaparak kendilerine yöneltilen eleştirileri görmezden geliyorlar çünkü bunlar manipüle edilemeyecek şeyler. Swift böyle biri değil. Yaratıcı sürecine katkısı bulunan bir dış odağı var. Onun zaviyesinden baktığınız zaman, insanların işinizle ilgili yaptığı yorumları takip etmemek garip geliyor.
“İnternete hiç girmediğim, blog’lara hiç bakmadığım birkaç yıl geçirdim. 2013’tü. O zamanlar benim hakkımda yazdıkları tek şey, çıktığım bir adamdı. Gerçekten çok zarar verici bir şeydi. Şöyle düşünüyorsunuz; 22 yaşında herkes birileriyle çıkar, bir sorun olmaz, değil mi? Hayır! Bu durumdaysanız olur; yaptığınız her şey çizgisinden çıkarılır, abartılır. Sonra bir anda, hayatınızı nasıl yaşadığınızı doğru bir şekilde ifade etmeyen ama ağır basan bir görüş ortaya çıkar. Bu yüzden 1.5 yıl internete girmedim. Instagram şifremi unuttum. Ama şimdi neler olduğunu kontrol ediyorum. 2015’te böyle şeyler önemli. Çünkü yeterince insan benim hakkımda aynı şeyi söylüyorsa bu, insanların gözünde doğru hale geliyor. Bu yüzden hakkımda ne dendiğini takip ediyorum, bir bütünlük görürsem bunun ne anlama geldiğini anlıyorum. İki kere daha başıma geldi. 2010’da hakkımda şöyle söyleniyordu: ‘Bütün bu ödülleri almak için çok genç. Baksanıza ödülleri kabul ederken nasıl da sinir bozucu. Yetenekli mi ki?’ Sonra 2013’te şöyle oldu: ‘İntikam almak için eski sevgililerine şarkı yazıyor. Erkeklerle kafayı yemiş. Sorunlu bir insan.’ Muhtemelen bu yıl başka bir şey diyecekler.”
Swift’in kariyeriyle ilgili hiçbir şeyin tesadüfen olmadığı ve hayatıyla ilgili hiçbir şeyin de doğrudan yansıtılmadığıyla ilgili daimi bir algı var. Bunlar ana akım genç yıldızlar hakkında sıradışı düşünceler değil. Onun örneğinde farklı olan şey, bağımsızlığı. Kariyerini yöneten biri yok, onu spot ışıklarının altına iten bir annesi de... Kendi oluşturduğu gerçekliği kendi kontrol ediyor. İnsanları kalıplaşmış davranışlardan kurtaran bir makine olsaydı, Swift bu makinenin üretebileceği en iyi şey olurdu.
“Eskiden her gün Behind the Music izlerdim” diyor: “Diğer çocuklar normal TV programları izlerken, ben onu izlerdim. Programdaki grupların çok iyi işler çıkardığını göwrürdüm ve sorunun ne olduğunu merak ederdim. Bunun üzerine çok düşündüm. Vardığım kanaat şuydu: Başarısızlıklarının sebebi, farkındalıklarının olmamasıydı. Bu aynı zamanda insanların ilgilerini yitirmesinin, hırs kaybının ve iyi sanatın ortadan kalkmasının sebebi olan şeydi hep. Ulaşmaya çalıştığım her şeyde farkındalık büyük rol oynuyor. Şöhret planlaması, strateji ve gösterişten ziyade, farkındalığı korumak önemli. Çünkü insanlar başarıya ulaştıkları anda kaybettikleri ilk şey bu oluyor.”
Söylediklerinin avantajı açık: Swift pop kültüründeki yerini etrafındaki insanlardan daha iyi anlayabildiği için, nasıl bir albüm yapmak istiyorsa yapabilir. 1989’un ortaya çıkması da bunun ilk örneği. Dediğine göre plak şirketindeki (Nashville merkezli Big Machine) herkes, onu sırf pop bir albüm yapmaması için ikna etmeye çalışmış. Şirketin çeşitli yöneticileriyle yüzünün albümde ne kadar görünmesi gerektiği ve şarkılarını beraber yazdığı Max Martin’in isminin ne kadar geçmesi gerektiği gibi detaylar üzerine pek çok tartışmaya girdiğini anlatıyor. Tek söyleyebileceğim, bu tartışmaların her birini kazandığı.
“Bu albüme 1989 adını vermek bile bir riskti” diyor: “Plak şirketimin olaya müdahale etmeye çalıştığı, çok fazla gergin bir konuşma yaşadım. Herkesin oturup ‘Şu kıza biraz mantıklı düşünmesini söylememiz lazım. Country’de çok başarılı, oturmuş bir sanatçı. Bunu sarsmak yapacağı en büyük hata olur’ demeye karar verdiklerini söyleyebilirim. Ama bence, yapabileceğim en güvenli şey, o en büyük riski almaktı. Hayatımın diğer alanlarında kendine güvenen biri değilim ama nasıl şarkı yazılır biliyorum. 1989’da istediğim şey buydu: Tüm şarkıları kapsayacak bir şemsiye açabilmek, ki böylece hepsi bir albüme ait olabilsinler. Ama sonra plak şirketine gittim ve bana ‘Country radyoları için Shake It Off şarkısına keman ve steel gitar eklemeyi konuşabilir miyiz?’ dediler. Yapabileceğim en dürüst albümü yapmaya çalışıyordum ve onlar kalkmış, bana biraz ikiyüzlü olmamı söylüyorlardı. İki pazara da yoğunlaşalım tekliflerine hayır dedim, bir kulvar seçelim.”
Tüm ünlüler gibi, Swift’in de iki konuşma şekli var. İlki aktif olarak röportajı şekillendirdiği tür: İyimser, neşeli ve prova edilmiş (imkansız olduğunu düşündüğünüz anlarda bile). İkincisi ise ağzından çıkan kelimelerin neyi temsil ettiğini umursamadığı ve vermek istediği mesajla ilgilendiği tür: Çene hafif aşağıda, kaşlar hafif çatılmış, ses biraz daha derin. Televizyondayken ilk konuşma şeklini kullanıyor. İkincisi daha açık ve daha az robotlaşmış. Ama ikisine de akıcı bir şekilde geçiş yapabiliyor çünkü ya bu uyumsuzluk göründüğü kadar kasti değil ya da ikinci konuşma tarzında daha ilgi çekici olduğunu anlayabiliyor.
Öğle yemeğimizin sonlarına doğru, birkaç yıl önce yaşanmış bir şeyden bahsettim. Şans eseri, Swift’in eski tanıdıklarından biriyle yemek yiyordum ve bu kişi, onun için hiç düşünmeden “Çıkarcı” dedi. Röportaj boyunca Swift’i tek kızgın gördüğüm an, bu. Bu kelimenin imajına yapışıp kalmasından nefret ettiğini ve benim yemek yediğim kişinin de bunun arkasındaki tek insan olduğunu düşündüğünü söylüyor. Bunları açıklarkenki konuşma tarzı, o ikinci türe tam bir örnek teşkil ediyor.
“Ağzıma geleni söylüyor muyum?” diye soruyor cevabını bildiği halde: “Eğer öyle biri olsaydım bunlar başıma gelir miydi? Olaylar gelişmeden önce düşünüyorum. Ama bu durumda, biri, pozitif bir şeyi (olaylar hakkında düşünüyor veya işime değer veriyor oluşum gibi) alıp bunu kişiliğimin bir parçasıymış gibi bir çıkarım yapmak için kullanıyor. Son derece kırıcı bir hareket. Tesadüfen üç ya da dört yıl başarılı olabilirsiniz. Ama kariyer yapmak çok çalışmayı gerektirir.”
Bu olayda Swift’in karışık ikilemini görebiliyoruz: Çıkarcı görünmemek için yapılan her hareket, daha da çıkarcı görünmekle sonuçlanıyor. Onun profesyonel kariyerinin dikkat harcanarak bugünlere gelmiş olması, sosyal hayatının da önceden planlanmış olduğu çıkarımına yol açıyor. Sıradan, romantik olmayan ilişkileri için bile geçerli bu.
Swift etrafında yüksek profile sahip arkadaşlarından gönüllü bir ordu kurmuş. Çoğu videolarında yer alıyor ya da konserlerindeki bazı özel misafirleri ağırlıyorlar. Leonardo DiCaprio da 1990’larda böyle bir şey uyguluyordu ve herkes bunun müthiş olduğunu düşünüyordu. Fakat aynı şeyi Swift yapınca insanlar farklı davranıyor, buna şüpheyle yaklaşıyorlar: “Dürüstçe söyleyebilirim ki, ortaokul ve lise yıllarımda kız arkadaşlarımın sayısının azlığı, şu anda kız arkadaşlarımın benim için çok önemli olmasının asıl nedeni. Çünkü hep kız arkadaşlarım olsun istedim ve benim için arkadaşlık kurmak hep zor oldu.”
Popüler insanlar daima bir zamanlar popüler olmadıklarını iddia eder. Bu nedenle bu söylediğine pek inanmıyorum ve bana bunu bir hikayeyle kanıtlamasını istiyorum. Ortaokul yıllarından bir anı anlatıyor. Birkaç kız arkadaşını arayıp kendisiyle alışverişe gelmek isteyip istemeyeceklerini sormuş. Hepsi de bir bahaneyle onu başından atmış. Sonunda annesi onu alışverişe götürmeyi kabul etmiş. Alışveriş merkezine vardıklarında telefonla aradığı tüm kızları orada görmüş. Annesi ona 45 dakika mesafedeki daha büyük bir alışveriş merkezine gitmeyi teklif etmiş: “Oradan ayrılıp annemin önerdiği yere doğru yola çıktık. Annem orada kalıp daha fazla üzülmemi istememişti, tüm yol boyunca benimle sohbet etti ve harika vakit geçirdik.”
Bu olay, 2008’de yazdığı The Best Day şarkısında işlenmiş. Bana anlatmadan önce elbette bu şarkının böyle bir hikayesi olduğunu bilmiyordum. Kuşkusuz, bir psikolog bu hikayeden kapitalizme ve ailelerin çocuk yetiştirme konusundaki önemine dair anekdotlar çıkarabilir ama bizim sohbetimizden çıkan şey şuydu: Can sıkıcı gerçek bir anı, para ya da güç konusunda sizi motive edebilir.
O halde gerçekten de Swift’i hesap kitap yapan, çıkarcı biri gibi düşünebilir miyiz? Elbette hayır. O sadece yaşadıklarını yazıyor ve bunları yaşamak onun tercihi değil.
Şarkılarının kiminle ilgili olduğunu asla söylemiyorsun fakat yeterince insan bir şeye inanırsa onun gerçek olacağını ima ediyorsun. Bu durumda, toplumun senin hayatına dair bir gerçek yaratması seni rahatsız etmiyor mu? Mesela Bad Blood şarkısı için de böyle olmuştu…
Bir Rolling Stone röportajında olduğunu düşün. Yazar sana bir şarkının kiminle ilgili olduğunu soruyor ve ‘Senin hayatından bir kesit taşıyor gibi’ diyor. Sense eski sevgilinle kötü ayrılmamışsın ve insanların bu şarkıyı ona yazdığını düşünmelerini istemiyorsun. Okların yönünü değiştirmek için ‘Kaybettiğim bir arkadaşımla ilgili’ diye yanıtlıyorsun soruyu. Tüm söylediğin bu. Fakat sonra birden insanlar aslında ne ima ettiğine dair tweet’ler atmaya başlıyor. Ben asla belirli bir kişiyi ya da olayı ima etmemişken insanların yorumları yüzünden geceleri uyuyamıyorum. O şarkının birine ithaf edildiğini biliyorum ama adımın yanında anılmasını istemediğim insanlara dair yorumlar çıkıyor ve yapabileceğim hiçbir şey olmuyor. Bad Blood şarkısı da bir kalp kırıklığını değil, kaybedilen bir arkadaşlığı anlatıyor. Ama gel de bunu insanlara anlat...
Taylor Swift profesyonel hayatının en büyük kazasının Kanye West’in 2009 yılında MTV Video Müzik Ödülleri’nde sahneye fırlaması olduğunu anlatıyor. West, o gece Swift sahnedeyken yanına fırlayıp ödülün Beyoncé’nin hakkı olduğunu söylemişti. O esnada Swift, West’in kendisini MTV Video Müzik Ödülü alan ilk country sanatçısı olduğu için tebrik edeceğini sanmış: “West’in konuşmasından sonra kalabalık uğuldamaya başlamıştı. Ben bu uğuldamayı onların da West’le aynı fikirde olmasına bağlamıştım. Kulise gidip ağlamaya başladım. Beş dakika sonra kendimi toparlayarak sahneye çıkıp performansımı gerçekleştirdim. Kendimi bunu yapabileceğime dair ikna etmem gerekti. Geri dönüp baktığımda bu olay, kariyerimdeki en önemli andı.”
Hiç yalnız hissetti mi diye soruyorum, anlatıyor: “Etrafımda çok fazla insan var. Gerçekten çok fazla. Her akşam hayranlarımla buluşma etkinlikleri düzenliyorum, bir gecede 150 kişiyle bir araya geliyoruz. Onun öncesinde radyo dinleyicileriyle buluşma etkinlikleri vardı. Bu yüzden yalnız hissetmiyorum. İki saat sahnede kalıyorum ve 60 bin kişi hislerime ortak oluyor. Nasıl yalnız hissedebilirim ki? Belki 150 kişiyle buluşma konusunda üzülüyorsunuzdur benim için. Bunun bana zorla yaptırıldığını düşünüyor olabilirsiniz. Bunu yaşamamış biri için kulağa korkunç geliyor olabilir fakat 10 yılın sonunda öğrendiğim şu ki, mutluluk nadir yakalanan bir şey ve kesinlikle bulaşıcı. Kariyerinizin ilk birkaç yılında herkesin size söylediği şey şu oluyor; tadını çıkar, yalnızca tadını çıkar. Ve ben sonunda bunun nasıl yapıldığını öğrendim.”
Taylor Swift, 25 yaşında. Fakat hepimizden daha büyük.