Yeni Dizi: Lovecraft Country
Röportaj

Yeni Dizi: Lovecraft Country

HBO’nun beklenenlerinden Lovcraft Country başlıyor. 10 bölümlük dizi Matt Ruff’ın aynı isimli romanından uyarlama. Seri izlediğim ilk bölümler sonrası bilgisayarımı bu kez dizinin oyuncu kadrosuyla görüşmek için açıyorum. Ve kitaplarda okuduğumuz, şimdiye dek başka yapımlarda gördüğümüz sistematik ırkçılığı bu şekilde günlük atmosfer ile bilim kurgu dünyasının bileşimi olarak sunulmasını sağlayan ekibin, farklı heyecanının detaylarını konuşuyorum.

 

1950’lerin ırkçı Jim Crow yasaları etkisindeki Amerika’da genç siyahi bir adam (Atticus) , çocukluk arkadaşı (Letitia) ve amcasıyla (George) , kayıp babasını (Montrose) aramak için yola çıkıyor. Chicago’dan başlayan yolculukta ekibin başa çıkması gereken hem ‘beyaz Amerika’nın ırkçılık terörü, hem de H.P. Lovecraft çizgi romanından fırlayabilecek korkunç yaratıklar. Bu hassas konuyu bilim-kurgu ve korku türünde bir dramayla işlemek başrol Jonathan Majors’a göre işi aslında kolay anlaşılır hale getiriyor. Çünkü ‘Tüm kötülükler bir şekilde canavardır.’ 

 

Jonathan Majors - Atticus Freeman

 

Oyuncuya göre ne zaman ırkçılıkla ilgili bir iş yaparsanız yapın, günceldir. Çünkü maalesef bu sorun Amerika’nın kurulduğu günden beri devam ediyor. Bu kadar dürüst şekilde tüm hikayeyi anlatabilmek projede Jonathan’ı çeken ilk özellik. 

 

Texas’ta önyargılı bir toplumda büyüdüğünü söyleyen aktör için ne yazık ki dizideki konseptler o kadar da yabancı değil. 1950’lerin Jim Crow yasaları etkisindeki günlük hayatın aktarıldığı sahneler, bilinen kavramların nasıl yaşandığını çok etkili aktarıyor. 

 

Irkçılığa dair bu kadar yoğun sahneler çektikten sonra kişisel olarak nasıl hissettiğini merak edip soruyorum:

 

Günlük hayatta deneyimlediğin kavramlar var, fakat sahneyi çekerken gün boyunca o sahnenin ve konunun yoğunluğunu hissediyorsun. Bir şekilde üstünden geçtiğin konuları, tam olarak, doğru şekilde anlatmak isteyince mikroskopla bakıp her ayrıntısını hissedip işlemen gerekiyor. 

Günlük sorumlulukların arasında karşılaştığın şeyleri ‘bununla uğraşacak vaktim yok’ deyip geçiyorsun, çünkü devam etmelisin. Ama kaydedip aktarmak farklı, ‘kestik’ dendikten sonra hala biraz etkisinde kalıyorsun. Harika bir oyuncu ekibiyle çalışınca bunu aşmak daha kolay oluyor. 

 

Afroamerikan oyuncular sadece tek tip rollerde (rapçi veya sporcu) kalmamalı diyor ve kahramanlığı vurgulanan karakterini George Floyd’u hatırlayıp ‘O da birinin oğlu, birinin sevgilisi...’ diye anlatıyor. 

 

Jurnee Smolet - Letitia ‘Leti’ Lewis  

 

Dizinin baş kadın karakteri Leti’nin ne kadar katmanlı işlendiği Jurnee Smolet’nin sıkı performansıyla ilk sahnesinde anlaşılabiliyor. Rolü almasından, sonrasına ‘Leti’ Jurnee Smolet için bir ‘tutku projesi’. 

 

Pek çok genç kadına ilham verebilecek Leti, onu bu kadar iyi aktaran oyuncuya nasıl ilham verdi? 

 

Hiç tanışmadığı büyükannesi karakteri oluştururken çıkış noktası. Bekar bir anne olarak 4 çocuk yetiştirdiği günlerde ırkçılık düzenindeki beyaz ailelerin evine temizliğe gittiğinde yapılan kötü muamelenin, saygısızlığın, kendine olan saygısını ve dışarıya gösterdiği zerafeti etkilemesine izin vermemiş. Ve o dönem ev sahibi olan ilk siyahi kadınlardan biri olması Jurnee için Leti karakterinin yolculuğunda farklı noktalarda ilham olmuş. 

 

Leti için ‘Annesinin cenazesine bile gitmiyor, geçmişini bir şekilde reddediyor ama daha köklü bir aidiyet hissinin de peşinden koşuyor, pek çok Afroamerikan gibi, 1950’ler ya da şimdi fark etmez. Bu ülkede doğdun buraya aitsin ama senin yerin gerçekten burası mı sorguluyorsun. Bununla ilişki kurabiliyorum’ diyor. 

 

‘Leti yaşadığı her şeyi kanıtlamak istiyor. Kendini gerçekleştirme konusundaki tutkusu ilham verici. Kaçması gereken şeylere bodoslama atlıyor. Çünkü yaşamaya görünmeye ihtiyacı var.’

 

‘Sessiz ol ve evi temizle’ denen dönemde  bunların peşinden koşan birini keşfetmek bir oyuncu için gerçekten büyük fırsat deyip rolü almasındaki ilginç hikayeyi paylaşıyor. 

 

Dizinin yaratıcısı Mischa Green ile daha önceki projesinde birlikte çalışan oyuncunun projelerine aslında birlikte karar veriyorlarmış. Lakin bu proje gündeme geldikten sonraki haftalarda Green, oyuncuya bu karakter ile ilgili teklif yapmadıkça içten içte Jurnee Smolet rolü daha çok istemeye başlamış fakat kararı etkilememek için kendini ortaya atmamış. Dizinin yapımcılarından J.J. Abrams ‘ Neden bu rolü sen oynamıyorsun?’ dedikten sonraki sürecin sonucunu zaten siz de diziyle birlikte göreceksiniz. Bu rol başkasına gitse böyle bir performans çıkar mıydı bilinmez. 



Michael Kenneth Williams - Montrose Freeman 

 

Michael Kenneth Williams’ı yeni bir HBO dizisinde izlemek güzel. Irkçılık konusunda bu dönemde bir iş yapmış olmanın önemine değiniyor. 

 

‘Hala aynı konularda acı çekiyoruz, dizinin yazılış şekli, yaratılan dünya hayranlık uyandırıcı, böyle bir hikayeyi anlatmak için çok iyi bir zaman’ diyor. Karakteri Montrose ile siyahi bir aileyi ayakta tutabilmek için nasıl zorluklarla başa çıkılması gerektiği konusunda bağlantı kuruyor. Korku ve bilim kurgu türlerinde mükemmel yazılmış bir hikayeyi aktardığı için mutlu. 

 

10 bölüm yayınlandıktan sonra Lovecraft Country’nin etkisi ne olabilir diye soruyorum:

 

İnsanlar bir oturup nasıl buraya geldiğimizi düşünsün, bir gecede bu hale gelmedik. Lovecraft country bir zaman çizelgesinden önemli bir dönemi anlatıyor. Umarım izleyicinin sorgulamasını sağlayabilir diyor. 





Courtney B. Vance - George Freeman  

 

Atticus karakterinin yola birlikte çıktığı amcası George Freeman’ı Courtney B. Vance canlandırıyor. İlk bölüm spoiler’ı vermek istemem ama ilk bölümde konsept olarak bilinen şeylerin gerçekten nasıl yaşandığına dair çok etkili sahneler/anlatımlar mevcut.  Aktör, diziyi, zamanın içinde, dana önce görmediğimiz, büyük bir yolculuk olarak tanımlıyor. 

 

Nerede ne zaman yolculuk yapabilirsin, yemek servisi yapacak yer, saçınızı kestirmek, uyumak için bir yer arayıp bulmak zorundasınız. Bugün belki çok kolay günlük görünüyor ama o zamanlar zordu. Kuzey ve Güney arasında ailelerini görmek için yolculuk yapanların deneyimlediği şeyleri aktarabildiğim bir karakteri oynayabilme fırsatım olduğu için müteşekkirim. 

 

‘Derimizin altında hepimiz biriz’ diyen oyuncu ‘Odaklandığımız şey korkularımızdır.’ diye ekliyor. 

 

George Floyd’u ve sonrasındaki olayları dile getirip, pandemiye de değinerek: Canavarların ortasındayız Pandemi bile bizi bir araya getirmiyorsa birlikte mücadele etmemiz gerektiğiniz ne zaman anlayacağız diye soruyor. 

 

Aunjanue Ellis - Hippolyta

 

Lovecraft’a dair sevdiği şey dizinin zamansız olması. O döneme gidip o anları sorgulamamızı istemesi. Çünkü aslında şu an geçmişi yaşıyoruz. ‘Irkçılık, kazanılan haklar konusunda toplumlar Amerika’da ve dünyada kazanımlara sahip oluyor gibi görünüyor fakat ırkçılık bitmiyor.’ diyor. 

 

Ellis, Barack Obama’nın başkanlık dönemini bir kilometre taşı gibi olarak görüyor. Fakat şimdiki duruma baktığında ırkçılık konusunda bir aşama kaydedilmediğini ekliyor. 

 

Lovecraft Country 17 Ağustos’ta Beinconnect’te başlıyor. 

 

 

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası