Tiyatro senin için bir aile geleneği. Sen de bu alanda yoluna devam etmek istediğine ilk ne zaman ‘bilinçli’ olarak karar verdin? Geçmişinde hatta çocukluğunda, sahnenin seni en çok büyülediği an hangisiydi?
Üniversitede sinema okudum ama ailemin mesleğinden dolayı çocukluğumdan beri tiyatroyla iç içeydim. 2013’te ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ oyununu yönetmem için teklif aldığım zaman işler değişti diyebilirim. Hâlâ film çekmek istiyorum tabii ama tiyatro çok daha heyecan verici. Sahnenin beni büyülediği çok an var ama ilk aklıma gelen, sekiz – dokuz yaşlarındayken izlediğim Ankara Devlet Tiyatrosu oyunu ‘Mutlu Son’daki bir sahne: Oyundaki karakterlerden biri sahnenin solundan koşarak çıkıp hemen o an, sağ taraftan tekrar sahneye girmişti. Meğer ikiz oyuncular oynuyormuş; ben bunu bilmiyordum. “Nasıl yapıyorlar” diye çok şaşırmıştım.
Sahnede olmaktansa; oyun yönetmeyi, sahne arkasında bulunmayı tercih ediyorsun. Yönetmenlikyolculuğun nasıl başladı ve nereye gidecek? Her zaman hayalin bu yolda ilerlemek miydi?
Küçüklüğümden beri "Zaten ileride yönetmen olacağım" gibi bir hissim vardı. Hep sinema okumak istedim. Üniversitede de bir filmin yapım sürecine dair her alanının eğitimini aldım. Bu nedenle de şimdi oyun yönetirken, okulda sinema hakkında öğrendiğim renk bilgisi, yerleştirme gibi detayların bana tiyatroda çok faydası oluyor. Bence benim için olabilecek en doğru eğitimi almışım. Tiyatro yönetmenliği yapmak çok heyecan verici; capcanlı, nefesiyle, sesiyle, bedeniyle performans gösteren oyuncuların rehberi olmak çok anlamlı benim için. Hepimiz de aynı heyecanla yapıyoruz. Yaşamanın ne kadar güzel olduğunun altı çiziliyor her provada.
Vaktinin çoğunda Londra’dasın. Ne götürdü seni oralara?
Eğitim hayatım götürdü beni Londra’ya. Ama üniversiteden önce Londra’yı gördüğümde, buranın yaşamayı çok isteyeceğim bir şehir olduğunu fark etmiştim. Londra’da olmaktan çok mutluyum. Sonsuz kültürel zenginliği beni çok etkiliyor. Sanat bir ihtiyaçtır, Londra’da da hangi alanda buna ihtiyacınız varsa rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz.
“Tiyatro senin için bir aile geleneği” dedik ama Türkiye’nin en başarılı oyuncularından ikisiyle aynısoyadı taşımanın da birtakım avantaj ve dezavantajları olmalı. Sen bu durumu hangi taraftan yaşadın?
Ben kendimi çok şanslı görüyorum; iki iyi oyuncunun evladı olduğum için. Dezavantajlara gelene kadar bir sürü avantajı var. “Bunun dezavantajı da şu oldu” dersem biraz ayıp etmiş olurum.
Seni Instagram’dan takip edenler iyi bilirler; hemen hemen her akşam farklı bir oyunu izliyorsun. Birtiyatro izleyicisi olarak sahnede en çok nelere dikkat ediyorsun, neleri izlemeyi seviyorsun? Nasıl birizleyicisin sence?
Her oyun başka bir dünya. O dünyaların tanığı olmak, eminim herkese bir şeyler katıyordur. Günlük hayattaki ya da televizyondaki boşa geçirilen kayıp zamanlar ve içi boş diyaloglardan sonra tiyatro bana terapi gibi geliyor. Özenle seçilmiş, sıkıştırılmış repliklerin, dünyaların ve fikirlerin beni zenginleştirdiğini düşünüyorum. En kötü oyunda bile insanın kafasında bir kapı daha açılıyor. Hiçbir şey yoksa bile sahnedeki bir çıplak ampulün etkisini günlerce düşünebilirim.
Tiyatro ya da sinemada çalışmak isteyen birinin eğitim alması gerektiğini söyleyebilir miyiz? Yoksa hayalgücü ve azim yeterli midir?
Ben eğitime inanıyorum. Temeli oluşturur. Ondan sonrası insanın disiplinine, çalışkanlığına, yaratıcılığına kalmış bir şeydir...
Sahneye çıkmayı veya kamera önünde olmayı hiç düşündün mü?
Düşündüm ama “Yapmak isterim” diyebileceğim bir fırsat olmadı.
‘Arzu Tramvayı’ harika bir ekiple sahnede. Oyunu sahneleme fikrinin nasıl geliştiğini veZerrin Tekindor’la çalışma deneyimini anlatır mısın?
Annem bir gün beni arayıp Tennessee Williams’ın az bilinen birkaç oyununu okumak istediğini söyledi ve kitapları İstanbul’a göndermemi rica etti. Ben de ona "Sen Tennessee Williams mı oynamak istiyorsun?" diye sordum. "Eğer oynayacaksan bunlara hiç bakma, Arzu Tramvayı’nı oyna" dedim. Annem de "E, o da çok oynanmadı mı" dedi bana. "Sence neden?" diye cevap verdim ben de. Sonra süreç başladı. ‘Kim Korkar Hain Kurttan’ oyununda çok güzel çalışmıştık. Ne istediğimi daha cümlemi bitirmeden anlayıp, yapıyordu. Çok disiplinli, enteresan ve yaratıcı.
‘Arzu Tramvayı’ için Hilal Saral’ın yönetmenliğinde kısa bir tanıtım videosu çekildi. Bu tanıtım videosuiçin nasıl ilerlediğinizi anlatabilir misin?
Ben Hilal Saral’ı çok seviyorum. Bir provayı izlemeye geldiğinde ona tanıtım filmleri fikrimden bahsettim, o da hemen "Ben çekeyim" dedi. Birkaç gün sonra da şahane ekibiyle birlikte gelip bu filmleri çekti. Çok teşekkür ederim ona bu zarafetinden dolayı.
Günümüzde tiyatronun dijital dünyaya ayak uydurması önemli. Tiyatronun günümüzün hızınayetişmesi için neler yapması gerek sence?
Tiyatro günümüzün hızında zaten. Tiyatronun günümüzden ayrı var olduğunu düşünmüyorum. Onu sevmemin sebeplerinden biri de bu. Tiyatro ‘an’ demek. 15 yıl sonra açıp bakayım diyebileceğimiz bir şey değil. O yüzden günümüzden ne geride, ne ileride; anın içinde. Dümdüz siyah bir fonun önünde bir tane sandalye de tiyatrodur, galaksi gibi dijital bir dünyanın içinde olmak da... Kim neyi tercih ediyorsa odur tiyatro.
Mesleğinde ve hayatında “Taviz vermem” dediğin prensiplerin var mı?
Bence en önemli şey disiplin. O olmadan ilerlemek imkansız.
Sahnede neleri/neyi görmeye tahammül edemezsin?
Seyirci olarak zekamızı hafife alan oyuncu ve yönetmenlerle aram iyi değil.
Hayatta sana en çok neler ilham veriyor? Neler seni motive ediyor?
Köpekler. Sahiciliklerinin üstüne tanımıyorum. Bebekler bile numaracı geliyor onların yanında.
Genç bir yönetmene bunu sormadan olmaz: Meslek hayatındaki en büyük yol göstericilerin kimler? Vetabii ‘idol’üm dediğin ya da örnek aldığın isimler…
İyi oyunu, iyi oyuncuyu izleyebilmek hediye gibi bir şeydir. Mark Rylance'ı birkaç farklı oyunda seyrettim mesela; inanılmaz bir oyuncu. Bryan Cranston, şu an Londra'da oyun oynuyor, mükemmeldi o da. Ama çocukluktan beri beni asıl yönlendiren, şekillendiren şey çizgi filmlerdi, hâlâ da öyle. Buradan Disney'ye şükranlarımı sunuyorum.