Aslında konuşmaya çekim için makyajı yapılırken başlamıştık. Malum, Fenerbahçe-Galatasaray maçı yeni geçmişse erkek gündemi odur. Haliyle bizim de ısınma konumuz bu. Ama Karayel ülkenin futbol ortamından biraz sıkılmış. “Eskiden iyi bir Fenerbahçeliydim ama son birkaç yıldır futboldan soğudum” diyor: “Bu yıl derbiyi bile seyretmedim. Kavga var, ırkçılık var, ne ararsan var. İşin tadı kaçtı. Eski tutkum kalmadı. Gencecik çocukların öldüğü yerde sporun, rekabetin, derbinin falan ne anlamı var ki? Şimdi spor kontenjanından atları seviyorum. Onlarla ilgileniyorum.”
O zaman belki de atçılık merakının kaynağını sosyal ihtiyaçlarda değil de, ülkenin cıvıyan futbol ortamının aklıselim seyirciler üzerindeki etkilerinde aramalıyız. Ama hayır. Bu kadar kolay olamaz. Özellikle de Karayel’in memleketi Adana’nın, Türkiye’de at yetiştiriciliğinin önemli adreslerinden biri olduğunu hatırlayacak olursak...
Galiba doğru adres gerçekten orası: “Çocukluğumda babam hikayeler anlatırdı. Ailenin atları varmış. Dedem vefat edince onları satmak zorunda kalmışlar. Bizimkiler dışında sağda solda da bir sürü at hikayesi vardı. İntihar eden eski yarış atları mesela. Yarıştan emekli olunca hayvanı at arabasına bağlamışlar. Arabayı da devirerek koşup gitmiş. Çatlayana kadar koşmuş. Gidip kafasını ahır duvarına vurarak intihar eden de var. O hikayelerden sonra sanırım kanıma zehir girdi. Sonunda da hayalime kavuştum.”
İllere yayılmış bir hikaye
Karayel, çiftçi bir ailenin çocuğu. Çukurova’da büyümüş. Sonrasında yatılı okuldan itibaren Ankara ve finalde İstanbul var. Halini “İllere yayılmış bir durumum var yani. Ben şu şehirim diyemem. Hepsinden birazım” diye özetliyor.
Ama Adana’dan bahsederken oralı ve orayı seven bir adama dönüştüğü de ortada: “Adanalılar mert olur, delikanlı olur derler. Tabii biraz milletin de yeşerttiği bir şeyi Adanalıların benimsemesi bu. Ama Adanalılık diye de bir hal var. İster Akdeniz kanı diyelim, ister yarı Arap-yarı Türk olmak. Ya da bütün bunların birleşimi. Ben de Adanalılık özellikleri taşıyorum. Eti severim, pilavı severim, sıcağı severim, o hali tavrı severim ve en önemlisi Adana’yı severim. Çocukluğum tam bir Adana havasıyla geçti.
Röportajın devamı GQ Türkiye Haziran sayısında ve iPad edisyonunda