Aslına bakarsanız tüm bu motor seyahatleri bir öncü keşif gibi düşünülebilir. Oldukça hızlı ve pratik olması bir yana; yoldaki kokular, sıcaklık değişimleri ve sadece odaklanarak, kimseyle konuşmadan kilometrelerce gitmenin verdiği hisler yolda alınan hazzı da katlıyor. Bu haz ve keşif duygusu birleşince “Bir daha gelinecek yerler” konusunda karar vermek de kolaylaşıyor. Ve bu seyahatte de Endülüs’ün, herkesin ölmeden önce görmesi gerektiği yerler listesinde olması gerektiğine karar verdik.
Endülüs hiçbir yere benzemiyor. Mesleğimden dolayı sanırım, mimarisinin bu kadar güçlü olması beni biraz daha etkiledi. Desenler, el işçilikleri, ölçekler, kültür katmanları ve yemekler, gittiğimiz her şehirde o dönemin (Milattan sonra 700 ile 1500 yılları arası) zenginliklerini biz konuklara tüm açıklığıyla anlatıyordu.
Malaga’dan başlayan seyahatimiz Granada, Cordoba, Sevilla ve dönüşte Ronda üzerinden tekrar Malaga’ya varmamızla son buldu.
Döneminin önemli bir liman kenti olan Malaga günümüzde diğerlerine göre daha çok şehirleşmiş olduğu için ulaşım bakımından doğru bir başlangıç.
Granada ve masallardaki saray Elhamra
Tabii ki motor üstünde hızlıca giderken detaylıca göremedik ama yaklaşıp etkisini hissettik, ki bu bile ziyaret için biletlerinin neden iki ay önceden bittiğini anlamamıza yetti.
Elhamra, dağların eteğindeki bir tepeden tüm şehre bakacak şekilde inşa edilmiş. İklimin avantajları sayesinde inanılmaz bahçeler ve yüksek taş duvarlarla heybetli bir görünüm yaratılmış. Endülüs İslam sanatının zirvesinden seslenen Elhamra tekrar tekrar gelmemiz için çağırıyordu bizi adeta.
Cordoba ve arabaların giremediği sokaklarda dolaşabilen 4 motorcu
Binden fazla kolon kullanarak yapılmış olan Cordoba Camii içinde bir de, 1500 yılından sonra Hıristiyanların 160 kolon keserek yaptığı bir katedral bulunuyor. Yine desenler, ölçekler ve mimari birleşerek Emeviler’in o dönemdeki güçlü etkisini günümüze taşıyor.
Granada ile Cordoba arasında sürekli zeytin ağaçları arasında ilerlerken Cordoba–Sevilla yolunda ise sadece portakal ağaçları vardı etrafımızda. Sevilla şehrinin içinde de her taraftan portakal ağaçları sardı bizi. Dar sokakları, lokal restoranları, hem deniz ürünleri hem de karasal lezzetlerle hazırlanan yemeklerin birleşimi ve her biri harika şaraplarıyla Endülüs’ün tadı damağımızda kaldı. Dönüşte iki dik yamacın üzerine kurulmuş olan, tarihi ama bir o kadar da turistik Ronda’ya uğrayarak başlangıç noktamız Malaga’ya doğru yola çıktık.
Daha kalabalık geleceğiz, daha çok kalacağız, daha çok gezip öğreneceğiz ve daha çok yiyip içeceğiz hahaha!