İlk kez Çeşme’ye gittiğimde dokuz yaşındaydım. Annemle babam ufak da olsa bir yazlık ev almışlardı ve benim de “aileyle beraber tatil” denilen o korkunç işkenceye maruz kalmam gerekiyordu. Mutsuz ve huysuz bir halde, kaderime razı olup yola çıkmıştım. Arabamız Murat 131’di, yol uzundu. Bizimkilere seyahati eziyet haline getirme misyonum, hafakanlar bastıran sıcak hava nedeniyle yarı yolda uykuya dalmamla başarızlığa uğrasa da, yazlığa varıp dalgalı mavi denizi görmem, Çeşme’ye uzun ilişkimizin ilk anısı olarak belleğime kazındı.
O zamanlar İzmir ahalisi, Foça ve Çeşme olmak üzere iki ana tatil bölgesine odaklı ev alırdı. Gümüldür, Çandarlı, Dikili ya da Seferihisar gibi başka yerlerde de evler vardı ama Karşıyaka tarafında oturanların tercihi Foça’dan, kentin öte yakasında olanlarınki de Çeşme’den yanaydı. Bu ikili çekişmede Çeşme hep bir adım önde durduğu için, annemler Germiyan Yalısı tabir edilen tarafta bir ev aldıklarında, sosyal statümde oluşan yükselmeyle tarifi benzersiz mutluluklara yelken açmıştım. Hoş, bendeniz o tarihte daha ilkokula giden tıfıl bir velettim ama Çeşme’nin gücünü de varın siz anlayın artık.
Gariban kasabacık Alaçatı
Çocukluğumdan başlayıp lise yıllarımın sonuna kadar geçen sürede (Yani ergenliğin getirdiği kart sesimin ve ayva tüylü ilk bıyığımın özellikle dikkat çekmesi nedeniyle yaz havasının keyfini tam da süremediğim yıllarda) Çeşme denince ilk akla gelen yer, bizim için Ilıca’ydı. Bugünün gözde tatil kasabası Alaçatı sadece çok küçük bir kitlenin, o da belki pazar günleri kurulan pazarı için gittikleri, denizden uzak, rüzgarlı ve ıssız bir kasabacıktı. Alaçatı’da ev almak gibi çılgın projeler ancak gülerek karşılanırdı! Neticede İzmirliler yazlık evlerini denize girebilmek ve o deniz kokusunu alabilmek için yaptırdıklarından, Alaçatı kimselerin uğramadığı, adını diline almadığı gariban bir yerdi.
Şimdi rüzgar sörfü yapanlarla dolup taşan Çardak plajı, denize girilmediği için yakınına bile uğramadığımız çorak bir toprak parçasıydı. Havası rüzgarlı, denizi sığ ve suyu buz gibi bir plajdı Çardak. Ilıca varken ne işimiz vardı oralarda? Tezat oluştururcasına, Ilıca devasa Turban Oteli, upuzun ve masmavi plajı, tek katlı enfes villaları ve küçük barlarıyla sosyal yaşamın en canlı olduğu yerdi. Akşamüstü oldu mu genç kızlar ayaklarında tokyo terlikleriyle scooter motosikletlerine atlayıp dondurma yemeye giderlerdi. Çeşme merkez ve ana arterinde yer alan çarşısı, yazlıkçı ailelerin gece yürüyüşe çıktıkları kalabalık bir buluşma noktasıydı.
Gece oldu mu efsanevi diskotekler Dokuz Buçuk ve On, İzmir’in tüm tanınmış isimlerini ağırlardı. Dokuz Buçuk’ta müzikleri Hakan Gündüz yapardı. Evet, şimdilerde radyolarda sıklıkla karşımıza çıkan Gündüz, Çeşme’yi coşturur, Gala adlı karışık kaset serileriyle de Tüm Türkiye’yi sallardı. Bugün hâlâ çalışan Yıldızburnu’ndaki Pekos, Aya Yorgi’deki yalnız kovboy Paparazzi vardı sonra... Bugün İstanbul’dan gelenlerin belki adını bile bilmediği Şifne, Dalyan ve Boyalık plajları vardı. İzmir’in gözde eğlence mekanlarının Çeşme şubeleri vardı: Au Bar, Zilli, X Bar...
İzmir’in sadece yeşil biber, domates ve beyaz peynirden mütevellit kumrusu yerine bol sucuklu, salamlı, sosisli ve kaşarlı Çeşme kumrusu, hem akşamüstü hem de gece eve dönüş öncesi saatlerinde farklı buluşma noktaları ortaya çıkarırdı. Çeşme aşırıya kaçmadan eğlenen, İzmir’in hemen dizi başında bekleyen sayfiye yeri olarak tatlı, samimi ve küçük bir şöhret edinmişti kendisine.
Değişim başlıyor
Sonra birdenbire Çeşme’de bir hareketlenme başladı. Ahmet San ve dönemin belediyesi, Çeşme’yi şanına yakışır bir konuma getirmek için kolları sıvadılar. Ahmet San zaten Çiftlikköy’de, maalesef hiç gidip görme şansımın olmadığı ama hep duyduğum Değirmen diye bir yer işletirdi. Hatırlarım da üstüne, 2001 diye bir kulüp daha açmıştı, ismini 2 bin 1 kişiyi ağırlayacak kadar büyük olduğu için böyle koyduğu söylenirdi.
Röportajın devamı GQ Temmuz sayısı Tatil Rehberi'nde.