Denge hakkında konuşabilmek için genelde iki tane referansa ihtiyacın var.
''Dengede'' dediğimiz şeyin,
iki farklı noktanın
ortasında olması gerekiyor.
Yani bu kavram - doğası gereği - var olabilmek ve anlatılabilmek için iki farklı noktaya ihtiyaç duyuyor sanırım.
Eğer dengede olmak dediğimiz şey
bir ‘yer’
veya
‘olma hali’ni
anlatıyorsa zira.
Bununla birlikte, bulunduğun yer kaynaklı, belki de sen, ancak ve ancak o ‘şey’in en ucuna geldiğinde dengeye geliyorsundur. Senin yaptığın denge tanımında, veya senin için geçerli olanda, senin denge noktana.
Sağ. Şimdi sol. Dalgayı hisset, tam dalganın kırıldığı noktada, evet güzel. Kasma kendini. Kollarını rahat bırak. Oraya geldiğinde zaten hisssedeceksin, güzel, biraz daha izin ver Can.
Konu çok kişisel ve tanımı her kişiye göre değişiyor.
Zira herkesin dengede olacağı yer farklı.
İki nokta diyoruz ama o iki noktanın yeri belli değil.
Daha doğrusu herkese göre farklı.
Diğer yandan, doğa kendi halinde zaten dengedeyken iki farklı referansa gerçekten ihtiyacı var mı? Olduğu halinde zaten olması gerektiği gibi değil mi? Tam olarak göremediğim için anlayamıyorum belki ama deniz de aya göre dengeleniyor bir yandan. Ağaç kendi dengesini bulacak şekilde büyüyor. Kendi içinde kendisi için geçerli olan denge çerçevesinde.
Peki ne oluyor da denge dediğimiz şey gidiyor?
N i ye b o zul uy o r?
Sörf günlüğüm kapsamında bu soruya ilk cevabım şöyle: insan beyni işin içine girince.
Umarım fark ediyorsunuz, konunun hissiyatını size en iyi şekilde geçirebilmek için kelimelerin bir kısmını tek tek italik yaptım, harfler de benimle sörf yapsın, dengelerini araştırsın diye.
Bazı cümleleri, dalgalardan güç alıp daha hızlı aksınlar diye böldüm. Dengemi bulmaya çalıştığım ve bazen de düştüğüm anları size bu şekilde de anlatmak istedim.
E tamam ''söyleme-yap, gösterme - hissettir'' diyoruz, göze sokmaya gerek yok. Ama sizinle daha pek tanışmıyoruz, daha samimi olalım istiyorum, su orucu yazısında da aynı şey oldu, bir yol buldu öyle gidiyor demeyin, ikisi farklı. Deneyim dediğimiz ve aslında anlatılamayacak şeyde birbirimize karşı yollar bulalım istiyorum.
İnsanın kendi beyni kendi dengesini duymasını ve anlamasını zorlaştırırken bir de insanın yakınındakinin nerede durduğuna bakması ona ters takla attırabiliyor.
Keza birisiyle yarışmaya çalışmak veya yarışabileceğini düşünmek ne kadar gerçek olabilir ki?
Tam da bu yüzden dünya dalga sörfü şampiyonu İtalo Ferriera’dan Whattsapp üzerinden sörf dersi aldım. Dünya Sörf Ligi Muhabiri ve Avrupa Longboard sörf şampiyonu, Mindfulness & Surf kitabının yazarı Sam Bleakley ile konuştum. Ardından her yıl Water Sports Week’e ev sahipliği yapan Türkiye’nin ilk su sporları okulu Hillside Beach Club’a gidip ‘dengede durabilme’ konusunu üç gün wakesurf dersi alarak sörf tahtasının üzerinde deneyimledim. Denge konusunu iyice anlamak için yoga üstadı Chris Chavez ile sallanan bir tekne üzerinde orada her gün yoga dersi yaptım.
Hadi artık biraz daha girelim konuya.
Bu geçtiğimiz günlerde Wakesurf öğrenirken sörf tahtası üzerinde en iyi durabildiğim zamanlar
en
az
efor
sarf ettiğim zamanlara denk geldi.
İlla emek vermek, çok çalışmak ama sonra da bırakabilmek.
Üç gün boyunca sörf tahtasının üzerine çıkabilmek ve orada dengede durabilmek için çaba sarf ettim ama bununla birlikte en iyi sörf yaptığım anlar, dengede durmak için en az efor sarf ettiğim, tahataya en az yüklendiğim, ve dalgayı, kendimi ve tahtayı dinlediğim anlardı.
Kontrollü bir kontrolsüzlük.
Ciddi olandan keyif alabilmek.
Dünya sörf şampiyonu İtalo Ferriera şöyle diyor: 'Benim en büyük başarılarım sadece kendim için, yarış yokmuş gibi dalgalar üzerinden gittiğim anlarda geldi.
Avrupa Şampiyonu Sam Bleakley ise yarışma kelimesinin kökeninin etimolojik olarak eski yunancada 'performans' ve 'gösteri' kelimelerine denk geldiğini söylüyor. Yani bir başkasıyla karşılaştırdığın değil de kendini kendinle ifade ettiğin bir alan.
'Diğer taraftan yarış dersen, okyanusu ve denizi unutmamalısın. Çünkü su işin kalbinde ve onunla asla yarışamazsın. Onunla bir ilişki kurman gerekir. Yarışma sana yardım etmez, yarışmaya değil ilişkiye ihtiyacın vardır' şeklinde ekliyor Sam.
Başlıkta İtalo ile yarıştım diyorum.
Belki çoğu kişi, genelde içinde olduğumuz yaklaşımdan dolayı onunla karşı karşıya yarıştığımı düşünmüştür.
Ama acaba bu yazıyı okuyanların kaçı onunla birlikte ve onunla beraber yarıştığımı aklına getirmiştir?
Onunla bu paylaşımı yaptığımız süreçte farklı fikirlerle yan yana geldik, denedik, kendimize gösterdik.
Bir şeyleri alt etmek veya geçmek için değil.
Beraber paylaşmak için.
Gücünü dalgaya kat Can!
Elinden geleni yapıp sonrasını olana bırakmak. Çünkü biliyorsun her şey senin elinde değil. Biraz da elindekilerin hayatla birleşmesine izin verdiğin kadar hayatta/dalgaların üzerinde durabiliyorsun.
Tam 25 yıldır su sporları okulunun başında olan Ercan Bulut: ‘Gücünü dalgaya kat’ diye bağırdığında sörf konusu benim için daha çok hayata bağlandı.
Akıp giden bir ''şey''de senin için en doğru yeri bulabilmek.
O ''şey''i de sörf tahtası kadar hayat gibi de düşünebiliriz, ve ben de bu yazı için yaptığım araştırmalar sonunda Hillside’de geçirdiğim deneyimi bu cümleyle bir nevi özetlemiş olurum.
Özet üstüne özet olsun, biliyorsunuz artık pek zaman harcamak istemiyoruz.
Çabuk olsun.
Zaten yapacak çok şey var.
Yoksa hayata karşı; bir diğerine geçerim tehdidi.
Ama aslında o tehdit hayata değil, insanın kendisine.
Çünkü o hayat da sensin.
Her gün yoga üstadı Chris Chavez tekne üzerinde yoga dersi yaptırdı.
Denge pozlarını sallanan bir teknede yaptım.
Chris ile denge üzerine konuşup ondan bir şeyleri burada paylaşmayı planlarken bir akşam yemeğinde söylediği bir söz konuyu başka bir yerden buraya çıkardı:
'' Yıllar önce Los Angeles’ta bir arkadaşım çok iyi bir kayıt şirketinden teklif aldı. Baktım o durumu biraz kıskanıyorum. Kendime kızdım. Sonra düşündüm daha arkadaşımın başına gelen bu şeyin değerini anlayamıyorsam, bu durumun güzelliğini onda yaşayamıyorsam bu durum benim başıma gelse hiç anlayamazmışım değerini. Hazır değilmişim.''
Aslında Chris’in arkadaşının başına gelen şey Chris ile alakalı da değildi diğer yandan. O yaşanan onun yolunda bir referans olamazdı. Çünkü bu onun dalgası veya onun yolu değildi.
Senin olmayan bir dalgada sörf yapamazsın.
Çevremizdeki insanların başardığı güzel şeylerden ders almak o durumlardan ilham bulmak güzel ama kendi dengemizi onlara göre aramak pek geçerli bir yöntem olmayabilir.
Can dalganın üzerinde olan sensin, ben buradan sana söyleyemem nerede durman gerktiğini, sen hissedeceksin.
Nasıl ve nerede durduğumuza bakıp etrafımızdakileri kendi dengelerimizle karşılaştırabiliyoruz. Halbuki bizde o referanslar yok. AYRICA tabii ki bakalım yanımızdakilere, öğrenelim, yeni referanslarımız olsun, bize uyan şeyleri kendimize ve hayatımıza geçirmeye çalışalım ders alalım. Ama kendimiz için doğruyu bir tek biz biliriz. Herkes bu kadar farklıyken, senden bir tane daha yokken, nasıl karşı karşıya gelebilir ki iki şey, iki insan?
Baksana bu satırların hiçbiri bir diğerini tutmuyor. Dengeli değiller, eğri oturup doğru konuşalım. Bu arada gerçekten eğri oturunca doğru konuşabilir misin?
Herkes tek.
Her insan karşılaştırılamayacak kadar karmaşık ve kompleks.
Birisi birisinden bir konuda daha iyi olsa bile kıstaslar da değişebilir. Bu üç satır dengeli oldu sanki.
Belki görmüşsünüzdür sörfçüler elleriyle bir hareket yapar.
Oxford Üniversitesi ve Surfing Magazine Shaka Brah! yani sörfçülerin elleriyle yaptığı hareketin (baş ve serçe parmak açık diğer parmaklar kapalı şekilde el bilekten sallanıyor) kökenini araştırmaya devam ediyor ama araştırmanın ilk bulgularına bakınca bu kelime grubunun kabul etmek ve karşılamak anlamına geldiğini görüyorsunuz.
Denge, bir başkasıyla yarış ve sörf konuları da bu hareketle özetlenebilir bir bakıma.
Sam Bleakley Arşivi - Fotoğraf: Jack Johns
Sam Bleakley Arşivi - Fotoğraf: Jack Johns
Sam Bleakley Arşivi - Fotoğraf: Jack Johns
Sam Bleakley Arşivi - Fotoğraf: Jack Johns
Sam Bleakley' Mindfulness & Surf kitabında sörfü şöyle özetliyor:
'Sörf seni şu ana getiriyor, hayatta elinde olan tek şey şu an.
Sörfün güzelliği seni düşüncelerinden çekip bu ana getirmesi.
Bir an bile düşündüğünde o sörf tahtasından düşebilir veya o dalgayı kaçırabilirsin. Mindfulness dediğimiz beyinden çok şu anda başlıyor.
Kuşlara ve balıklara bir bak nasıl hareket ediyorlar, sörf de biraz bununla ilgili. Hepimiz farklıyız ama bir şekilde dengeyi buluyoruz.
Hepimizin vücudu farklı ve dolayısıyla denge noktası da birbirinden farklı.
Bunun bir kuralı yok.
Kendini sörf tahtasının üzerinden müzik dinlermiş gibi bırakmalısın ve dalgaya sana nasıl dengeleneceğini söyleyebilmesi için izin vermelisin.
Dinlersen o söyleyecek. Bazılarımız dengemizi elimizi bir kuşun kanadıyla yaptığı gibi dalgaya dokunarak buluruz.'
Kitap sörfü deneyimlerken üzerine düşündüklerimi özetlemekle kalmıyor, benden bağımsız bir şekilde gördüklerimi de örnekliyor.
Sam'in kitabında bahsettiği kuş - dalga örneğini Natalie Garih'i sörf yaparken izlediğimde gördüm, Natalie her yeni dalgaya girdiğinde, bir eli o an geride bırakmaya başladığı dalgayı okşuyordu.
Belki de bu onun denge bulma biçimi.
Ya da dalgayı ve içinde olduğu şeyi hissetmek için bulduğu bir yol.
Veya belki de o hareket doğal olarak çıkıyor.
Kuralı yok.
Bu onun dalgası, seçimleri bir tek ona ait ve doğrusunu bir tek o bilebilir ve bulabilir.
Ali Poyrazoğlu'na sörf videomu gururla izlettikten sonra şöyle diyor:
'Hayattaki gibi, sürekli fırtınala karşı, fırtınaları arkana alarak gitmek.
Kendi dengende kalarak, rüzgarı koklayarak hedefe doğru ilerlemek.
Her anından keyif alarak.
Zaman zaman da düşmekten öğreneceksin, dengeyi kaybetmek de güzeldir bu yüzden.
Yaşamda da dengemizi kaybedebiliyoruz.
Önemli olan düştükten sonra o düşüşten ne öğrendin?'
Tadını çıkar Can, tahtanın üzerinde dans ediyormuşsun gibi düşün, dalgayı dinle, o senin müziğin.
Düşünsenize, belki de hiç düşmeden gittiğiniz bir hayat var.
Bakınca düşmüyorsun ama aslında tahtanın üzerinde dengesiz gidiyorsun, sadece o yarım denge seni ucu ucuna kurtardığı için.
Ercan abi hızlı sür botu
sıkı bir düşmek istiyorum.
Ve bana iyi bak lütfen.
Tam olarak niye düştüğümü
beraber anlayalım.
Ki ben daha iyi öğreneyim.
Daha çok tadını çıkarayım burada olmamın.
Kapak Fotoğrafı: Didem Kendik