‘De-influencing’ Nedir? Kolaj: British GQ
DAHASI+

‘De-influencing’ Nedir?

Anti-tüketim hareketi, sosyal medyayla aramızdaki karmaşık ve suçluluk duygusu içeren ilişkinin bir ürünü.

İnternet, biraz fizik gibidir: her trendin karşıt bir tepkisi vardır. Örneğin, influencerlar artık "de-influencing" trendi ile dengelenmeye başlıyor. Peki, de-influencing nedir? Bu, insanlara söylediklerinizi tamamen göz ardı etmelerini söylemekle ilgili değil. Daha çok, influencerların – artık model pozları verenlerden çok daha öteye geçerek hayatımızın her alanında karşımıza çıkan kişilere dönüşen influencerların – teşvik ettiği trendleri ve alışkanlıkları dengelemeye çalışmakla ilgili.

Bu, çoğunlukla bir şeyler satın alıp almamakla ilgilidir. Influencerlar, bazen açıkça reklam gibi görünen, bazen de yalnızca küçük bir #reklam etiketiyle belirtilen içeriklerle, bize mayo, cilt bakımı ürünleri ya da kokulu mumlar gibi şeyler almamızı söylüyorlar. Buna karşılık, de-influencerlar ise çevresel nedenlerle veya sadece bazı ürünlerin işe yaramadığını düşündükleri için bize bir şeyler almamamız gerektiğini söylüyorlar. İnternetin büyük bir kısmı insanların birbirlerini veya bir şeyleri eleştirmesi üzerine kurulu olduğu için, de-influencing'in güçlü ve istikrarlı bir sosyal medya trendi haline gelmesi pek de şaşırtıcı değil: #deinfluencing, TikTok'ta 42.000'den fazla gönderiyle bir milyardan fazla izlenme almış durumda.

Bu gönderiler, başkalarının mutfak düzenlemelerini eleştirip her ürünün faydasını ve çevresel etkisini sorgulayan yorumlardan, yeni alınan makyaj ürünlerini tek tek eleştirmeye veya her damlasını kullanana kadar kozmetik ürünlerini tüketmeye yönelik “underconsumption core” (az tüketim anlayışı) ilkelerini sıralayan videolara kadar uzanıyor. Ancak influencer ekonomisi şu anda yaklaşık 250 milyar dolar değerinde ve Goldman Sachs bankası bu rakamın 2027'ye kadar neredeyse yarım trilyon dolara ulaşmasını öngörüyor. Bu rakamlar karşısında de-influencing trendi, bir kasırgaya karşı elde tutulan bir yelpaze gibi.

Channel 4 muhabiri ve Get Rich or Lie Trying: Ambition and Deceit in the New Influencer Economy kitabının yazarı Symeon Brown, “sosyal medya altyapısını kendi platformlarını ilerletmek için kullanmaya çalışan” de-influencing ve Black Lives Matter dahil olmak üzere her türlü karşı-kültürel hareketin varlığına dikkat çekiyor. Ancak, sosyal medya siteleri büyük işletmelerin mantığıyla ilerlediğinden (TikTok gibi) bu akımları dengelemeye çalışan trendler her zaman bir sınıra çarpma tehlikesiyle karşı karşıya. Twitter, bir on yıl önce demokratik bir güç olarak gösteriliyordu; özellikle 2011 Arap Baharı sırasında otoriter hükümetlere karşı protestoları organize etme konusundaki rolü nedeniyle övülüyordu. Ancak şimdi, “Elon Musk’a ait ve bazı sesler bastırılıyor.” Brown’a göre sosyal medyada de-influencing ve protesto yapmak, “hiçbir zaman ilerici veya radikal bir eylem olmayacak.”

Bu çelişkiyi de-influencerların kendilerinde de görebilirsiniz. Bazıları, örneğin TikTok'ta @depressiondotgov kullanıcı adıyla bilinen Diana Wiebe, zamanını yalnızca tüketiciliğin tehlikelerinden bahsetmekle geçirirken; diğerleri bu fırsatı kendi markalarını inşa etmek için de kullanıyor. Christina Mychaskiw, “minimalist benzeri” bir yaşam tarzını, yani “düşünerek harcama”, gereksiz eşyaları elden çıkarma ve halihazırda sahip olduğunuz giysileri tamir etme gibi prensipleri tanıttığı TikTok ve Instagram hesaplarına sahip. Mesela bir videosunun başlığı “bunu almanıza gerek yok, sadece sıkıldınız”dı. Kullanıcıları aynı zamanda bültenine ve podcast'ine yönlendiriyor. Ayrıca takipçilerini satın almaları için teşvik ettiği, felsefesi hakkında bir günlüğü var. Tüketim ve israfa karşı yürüttüğü kampanyalar takdire şayan olsa da izlediği model, sıradan bir influencer modelinden pek farklı değil.

Brown, “De-influencing için yapabileceğiniz en değerli şey hesabınızı kapatmak olurdu,” diyor. Sosyal medyadan tamamen uzaklaşma hareketi büyük bir insan kitlesini kapsamadıkça, de-influencing, sosyal medya patronlarının bayılacağı türden dikkat çeken, etkileşim yaratan bir trend olmaktan öteye geçemeyecek.

Bu, de-influencing'in hiçbir şey ifade etmediği anlamına gelmiyor. Tüketim odaklı platformlarda daha az tüketim çağrısı yapmak çelişkili görünebilir; ancak bu, çevrimiçi dünyada hayatımıza giderek daha fazla yön veren bir gerçek. Sosyal medyaya karşı artan tepkiler – bizi kutuplaştırması, zamanımızı tüketmesi ve dikkat süremizi azaltması gibi – onu kullanmamızı pek engellemedi ama onu daha bilinçli ve suçluluk duygusuyla dolu bir şekilde kullanmamıza yol açtı. İnsanlar, Twitter’da fazla zaman harcadıklarından şikayet edip, aynı platformda dijital detoksun faydalarından bahsedebiliyor. Instagram gibi bazı platformlar, bu endişeleri yatıştırmak amacıyla kullanım sürenizi izleyen özellikler sunuyor – ki bu özellikler, uygulamanın bizi bağlı tutan yönlerine ters düşen bir işlev taşıyor.

Brown’a göre, modern sosyal medya biraz bar gibi: Alkolün “tüm bu olumsuz özelliklerle bağlantılı” olduğunu biliyoruz ama onun kültürel olarak son derece önemli olduğu gerçeğinden kaçamıyoruz. Hayatımıza hakim olan çevrimiçi platformlar için de durum aynı. De-influencing de, tıpkı ekran süresi ve dikkat süresi kaygılarında olduğu gibi, sosyal medyayla ilişkimizin daha önce hiç olmadığı kadar suçluluk ve farkındalık dolu hale gelmesinin bir yansıması.

BU İÇERİK İLK OLARAK BRITISH GQ WEB SİTESİNDE YAYINLANMIŞTIR.

İLGİLİ İÇERİKLER Sosyal medya
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası