Fotoğraf: Getty Images Turkey
Kadim dostlar selamlar. En önemli konuyu en önce konuşmamız gerekiyor: İnsanlar olarak birbirimizden sorumluyuz. Lami cimi yok.
Bu yazıyı yukarıdaki önermenin içerdiği “savaşmamalıyız, ülkeler, ırklar ve milletler arasındaki sınırlar ortadan kalkmalı, paylaşmalı ve hepimiz birimiz; birimiz hepimiz için yaşamalı” gibi büyük söylemleri (şimdilik) bir kenara bırakarak yazıyorum.
Söyleyeceklerimden şüphe duyan muhakkak olacaktır ancak bu gerçekleri değiştirmiyor: İnsan tek başına kendi potansiyelinin hakkını verebilen bir canlı değil.
Çoğu bilim insanı gibi Yuval Noah Harari de defalarca söyledi: İnsan sosyal bir memeli. Sürü halinde yaşamaya, bir gruba ait olmaya, dokuz kişilik takımlar halinde avlanmaya; 150 kişilik sosyal ilişkiler ağını yönetmeye programlı. “Dedikodu” deyip, geçtiğimiz düşük titreşimli sosyal faaliyet bile yaşamın devamlılığı için gerekli.
Kendi ile çok kaliteli zaman geçirebilen, yalnızlığı ölesiye seven, başka insanlardan hiç haz etmeyen kişiler de var. Bu hiç sıra dışı bir şey değil, aksine çok doğal. Bu, sadece onların da sosyal ağlarını bu dinamiklere göre örmesini gerektiriyor.
Sosyal ilişkiler yoksa, kişi kendi kendini yiyip bitiriyor. Burada “yiyip bitirmeyi” giderek sağlıksızlaşmak olarak ele alıyor araştırmalar. Neden “araştırmalar” diyorum, çünkü bu konu araştırıldı, bilimsel verilere dayandırıldı. Kişisel favorim Harvard Medical School’un yürüttüğü 75 yıl süren: Grant and Glueck Study. Detaylı araştırmak isteyen konuyla ilgili makaleleri okuyabilir, TED konuşmalarını izleyebilir. Ben kısaca özetleyebilirim: Araştırmadan çıkan en önemli sonuç, sağlıklı ve mutlu bir hayat için en belirleyici etkenin sağlıklı ilişkiler olduğu. İnsan tek başına bir süre idare edebiliyor ancak on yıllara vurulduğu zaman ilişkiler, insanın olduğu kişiyi belirleyen ve hayat deneyimini şekillendiren en önemli etken.
Kendi içimizde olduğumuz kişi kadar, başkaları için olduğumuz kişi de son derece önemli. Bu bilgi gerçek ve bu öğreti ile kavga etmeye hiç gerek yok: “Hayat” dediğimiz yolculuk ilişkiler toplamından ibaret; kendimizle ve çevremizle ilişkilerimiz.
Ben bugün burada kendimiz ya da yakın çevremiz ile ilgili kısım üzerinde durmayacağım. Duranlar var, sözü onlara bırakmış olayım. Ben sosyal dış çeper, yani uzun süreli yakın ilişkiler kurmadığımız insanlar ile ilişki durumumuza ithafen bir iki kelam etmek için klavyeyi elime almış bulunuyorum.
Sevgili arkadaşım, karşılaştığın, yolunun kesiştiği, sana işi düşen veya senin işini halleden insanın ruh sağlığından sorumlusun. O kısa süreli ilişkiler, günlük hayatın büyük bir kısmını oluşturuyor. Ve o ikili ilişkinin mimarlarından biri de sensin.
Görgü kuralları dikkat ettikçe derinleşen bir mevzu. Yapacağın küçük jestler, nazik yol vermeler, dinlemeler, ince teşekkürler, doğru sorular, terbiyeli hitaplar... İşte bunlar... Bunlar ziyadesiyle önemli. İyi ve kötü, sağlıklı ve sağlıksız arasındaki fark bu.
İşimden canlı örnekler vermek isterim. ‘Sokaktaki adamı’ yaşayabildiğim, hatta bu beyefendileri ağırladığım bir işletmem var. Düzenli olarak, tanımadığım insanlarla gündelik ilişkiler kuruyorum.
Sahadan net bir bilgi verebilirim: Pek az kişi enerjisinin sorumluluğunun farkında.
Ya da şöyle söyleyeyim: Olduğu kişinin yani karakterinin, çevresindekileri şekillendirdiğinin farkında değil. Ya da değilmiş gibi umursamaz davranıyor. Halbuki insanlar, kişinin kim olduğuna göre değişiyor. Bu, konuşulmayan ancak gündelik sosyal ilişkileri şekillendiren en önemli unsurlardan biri.
Suratın asıksa, karşındakinin de asılacaktır. Enerjin yüksekse, karşındakinin de yükselecektir. Sürekli kendinden bahsediyorsan, karşındaki sıkılacak; sürekli kendini övecek yer arıyorsan, karşındaki senin hiç istemediğin başka türlü düşüncelere dalacaktır. Neşeliysen eğlenecek, üzgünsen birlikte düşeceksiniz. O gün ters tarafından kalktıysan, insanlar daha fazla üzerine gelecek; bilakis bir şeyler iyi olsun diye uğraşıyorsan, çevrendeki insanlar da aynı özeni göstermeye başlayacaktır.
Yani çevrendeki insanlar, kim olduğuna göre değişecektir. Buna itiraz etmeye gerek var mı?
Birkaç örnek verebilirim: Geçtiğimiz aylarda dükkâna biri girdi. Eline masada en üstte duran tişörtü aldı. Havaya kaldırdı, baktı, inceledi. Ağzından ilk çıkan cümle şu oldu: “Sizin de bedenleriniz ne darmış!” Halbuki değil. Rastgele aldığı, en üstte duran tişört en küçük bedenli XS tişört. Çünkü bedenler küçükten büyüğe sıralı. Beyefendinin görünen bedeni ise Large. Şimdi konuyu nereden anlatmaya başlamak gerek? Böyle mi başlayacağız sohbete sayın ziyaretçim? Neden sohbete bu kadar yanlış bir yerinden girdik? Tahmin etmediğin bir şey olamaz mı? Mesela ürünlerin bedenleri olduğu gibi.
Ya da başka bir örnek: Beş kişilik arkadaş grubu daha dün dükkânı ziyarete geldi. Misafirliğe geldiklerinin hiç farkında değiller, mekânın sahibi gibi yürüyor, gözleriyle etrafa balta savurur gibi bakıyorlar. Yüksek sesli, kaba kaba muhabbetler, saldırgan sorular, sivri sivri cümleler sarf ediyorlar. Bu iş nereye gidiyor? Ben söyleyeyim, iyi bir yere gitmiyor.
Ben Nuh’un Gemisi’nin müşteri ilişkileri ve ziyaretçilerinden sorumlu kişi olsam, seni gemiye davet eder miyim? Etmem lazım ki soyun devam etsin. Öyle bir adam olman lazım ki davetiyeler bendeyse seni de göz ardı etmemem lazım. Gemiye alınmayacaksın yoksa. Gemiye alınmamak ne demek? Sana bal yok demek. İşte burada işler senin için kötüleşmeye başlıyor. Ama sen başlattın. Kabasın. Dikkatsiz ve özensizsin. Canının istediği gibi davranıyorsun. Filtreler nerede? Konuşmadan düşünmüyorsun. Söz kesiyorsun. Kendini hakikatin taşıyıcısı zannediyorsun. Tartışmaya istişare için değil haklılığını ispat etmeye giriyorsun. Olur mu öyle? Hadi birileri alttan aldı. Bütün dünya mı seni alttan alsın? Çevren yani senin gerçekliğin sana göre şekillendi ve hop, artık sen böyle bir adamın hayatını yaşıyorsun.
Kim kaybetti? Özensizler kaybetti. Yine bir özlü söz söyleyerek şimdilik durmaya çalışayım: “Kişi ne ederse kendine eder.” Bu, görgü sahibi insanlar için de geçerli. Ya yapıcı, yüksek enerjili ilişkiler yaşarlar ya da kendi potansiyellerini kısıtlarlar.
Kimse yaratıcılığını küçümsememeli. Hele diğer insanlar üzerindeki etkisini hiç göz ardı etmemeli. Efendi olmak gerekiyor. Eminim çok daha lezzetli olur her şey.