Doğadan, topraktan, temiz havadan kopuk betonarme hayatların önlem paketini dünya bitki trendlerini takip ederek açtık, içinden her masaya bir sukulent, her hafta sonu etkinliğine bir teraryum yapma atölyesi çıktı. Yapmayanı dövecekler sandık. Cam kâse bulan herkesin, içine ne bulduysa sokuşturması uygulamalı olarak öğretildi. ‘Derya Baykal programı’ diye dalga geçtik ama olsundu! En azından bir bitkiyi yakında görmemiş herkesin elinden bir dal bir yaprak geçti.
Çok değil bir ay sonra hepsi öldü!
Çünkü onlara da cana değil, dekora bakar gibi baktık. Vazoda çiçek, masada aranjman gibi görmek istediğimiz hale sokmaya, bizim istediğimiz yere koymaya çalıştık. Tasarım sehpamızın üzerine koyduk, arada bir sulamak yetecek sandık.
Dükkanım varken, aldıkları bitkileri ‘çiçek açtı’ diye getirip, “Bunlar nedir?” diye soranlardan tut, “Bunların büyümeyeni yok mu, koyduğum yerde öylece dursun istiyorum” diyenlere, çeşit çeşit ‘bitkisever’ tanıdım. Yanında verdiğim uzun süreli araştırma ile tek tek her bitkiye özel hazırladığım, el emeği göz nuru bitki bakım kitapçığını okumadan attıktan sonra arayıp, “Nasıl bakağız buna?” diye soranlardan, “Ne yazıp da göndersem” diyerek, notunu bana yazdırıp kız isteyenlere kadar kimler geldi kimler geçti.
Anladım ki şehrin içine battıkça birbirimizi dinlemeyi, cana canana alıcı gözle bakmayı unuttuk; rengine, endamına, sosyal medya meşhurlarının yaprak arkasına gizlenerek poz verdikleri son moda olan tropik Monstera'larına tutulduk; tasarım sitelerindeki cam piramitlere, pirinçli mirinçli saksı formlarına vurulduk. Alırken, şöyle kolay bakılan, havadaki radyasyonu çeken, olmadı bir de havayı temizleyen, yetmedi büyümeyip aynı saksıda kalabilen, hatta arsızlık bu ya, bir de çiçek açanından aradık. “Budur” diye verdiklerini de yine öldürdük. Beton içi dev yalnızlığımıza dermanı, sevilme, tanınma, bir başkası tarafından özenilme, takdir, hayranlık, onay ihtiyacımızı bir tutam bitkide aradık.
Bir ara tanımadığım birileri bitki almaya falan değil, tamamen öylesine dükkâna uğrar oldu. Bir ayaklarını altlarına kıvırıp, sohbete dalmaya gelircesine... Anlamadım başta, sonra ortaya çıktı ki bir psikolog bana uğramalarını ve toprakla haşır neşir olmalarını tavsiye ediyormuş. Bir ara arayıp gönderdiklerinin seans ücretlerinin yarısını bana verip vermeyeceğini sormaya kadar yaklaştım!
Artık önce kendimize, sonra birbirimize bakmayı, ama gerçekten bakmayı, dinlemeyi yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Çünkü tüm bunları sadece bitkiye değil, petshop'tan aldığımız köpeğe de yaptık, dönerken bakamayıp yazlık mahallenin sokağına bırakıp döndük, biri sahiplenir diye... Yetmedi eşimize, hayat arkadaşımıza da aynı muameleyi yaptık, bizim istediğimiz gibi kalmasını şart koştuk.
Milyonlarca muhteşem canlının dengede yaşadığı şu fantastik gezegende bize benzeyene, benzemeyene, taşa, toprağa, kuşa, böceğe artık bakışımızı değiştirmek, bu defa biraz daha derinlemesine bakmak için hâlâ geç değil. İnsan türü gözle göremediğimiz bir virüsten dahi acizken, kendimizi evrenin tek ve en yüksek mertebe canlısı olarak görmeye devam ederek olmayacak bu iş!
Artık sebzeyi market rafındaki haliyle bilmekten öteye geçip, tohumdan bin bir zorlukla yetiştirenin, soframıza konana kadar tüm zincirdeki herkesin emeğine ‘alkış’ı devam ettirmek gerek. Biri bana “Yeni gençler kalamarı tabakta gördüğü haliyle, halka halka yüzen bir balık sanıyor olmalı” demişti! Eve alınan ‘süs’ bitkisinin plastik çiçekten farkını, bir zahmet adını, türünü, ne istediğini bilerek seçmek, çöl güzelini kutupta, kutup ayısını plajda tutmaya çalışmamak gerek. Yaşamı paylaştığımız canı kendimize "yakıştırmak ve uydurmak" yerine bizim hayatımıza uyanı seçmek ya da ona uygun bir yaşam alanını da sunabilmek gerek. Biraz daha sağduyu, biraz daha saygı ve vicdan gerek.
Doğada iyi, kötü diye bir ayırım yok. Mevzu VAR olmak. Her canlı kendi bağlamında birine zararlı, birine yararlı. Bir virüs bile. Sosyal mesafeyi öğretti bize, hijyeni, hayatı paylaşmayı ya da paylaşamamayı öğretti.
“Çok kalabalıksınız bu gezegen” için diyor olabilir.
Birbirinize de süs muamelesi yaptınız, tipine, titrine, mevkiine, evine, yatına, katına bakıp evlendiniz, al işte aynı eve tıktım sizi üç günde birbirinizi yediniz diyor olabilir.
“Sistem bu şekilde devam edemez” diye uyarıyor olabilir.
“Bari bir işe yarayın da toplaşıp kolektif bir ilerleme gösterin” diyor olabilir.
Belki hiç böyle bir şey demiyor da ben öyle duymak istiyorum.
Geleceğimizin huzurunu, sağlığını, güvenliğini ancak birlikte ve uyumla, kolektif bir bilinç ile gerçekleştirebiliriz; tabii önce değişimleri kendimizde başlatmak, sonra kolektif bir yeni dünyaya gülümseyerek ve kendine güvenle adım atmak kaydı ile. Tüm bu söylevden sonra herkes evindeki o bayılarak aldığı bitkiye bir baksın. Dönsün etrafında, yapraklarının tırtıklarına, üzerindeki damarlara, gövdeden çıkış açısına, dizilişine, renginin tonlarına, dokusuna, kokusuna belki de (zehirsiz olanların!) tadına baksın. Ön yargısız, anlamaya çalışarak. Her gün baksın, değişimi, dünyanın doğum ölüm gübre olup yeniden başka bir formda bir nevi doğum döngüsünü izlesin. Çiçekleri dölleyip meyve, sebzeye dönüştüren böceklere, meyvesini tatlandırıp canı pahasına bize gıda olan bitkilere, onları yetiştiren, taşıyan, kapımıza getiren tüm zincire şükranla teşekkür etsin. Sonra tabağında ‘arkasından ağlayacak’ bir pirinç tanesi dahi bırakmasın, dünyada açlığa sebep olanın tam da o ‘tek’ pirinç tanesi olma ihtimalini bilerek...
Ha bir de bir ümit olarak, market kasasında şifreyi girerken ensemde bir nefes, paramatikte ekrana birlikte baktığımız dayı, dar kapıdan geniş alana topluca girip çıkarken sıvı gibi her boşluktan sızmaya çalışmayan bir güruh, bankada işim devam ederken, “Pardon bir şey soracaktım” diye araya burnunu ve hatta bedenini sokan kadın artık olmasın n’olur. Fiziki ve sosyal mesafeyi vıcık vıcık içi içe olmadan korumaya devam edelim, “Bi’ git ötede dur” demeye gerek kalmasın! Bari şu pandemi belası buna yarasın! Görünen o ki zor. Ama bir ümit işte...
‘Konuya ilişkin espri yapılabilir’ yıllara varabilirsek, üzerinde “Corona pozitif” yazan tişört hazırlatmak bir çare olabilir belki. Cepte dursun bu fikir, sıkışırsam yaptırayım!