Wet Leg, 2019’da Rhian Teasdale ve Hester Chambers tarafından kurulan, son yılların en dikkat çekici indie rock gruplarından biri. 2021’de yayımladıkları ilk şarkıları “Chaise Longue” ile büyük ses getirdiler. 2022’de çıkan, kendi adlarını taşıyan ilk albümleri hem İngiltere hem de Avustralya listelerinde zirveye yerleşti; aynı yıl Mercury Prize’a aday gösterildi. Grubun bu çıkışı, 2023 Grammy Ödülleri’nde iki ödül ve Brit Ödülleri’nde “En İyi Yeni Sanatçı” ile “En İyi Grup” unvanlarıyla taçlandı. Gitar rifleri kadar sivri mizahıyla da öne çıkan Wet Leg, İngiliz alternatif sahnesinde şimdiden kült statüsüne göz kırpıyor.
Geçtiğimiz günlerde Domino etiketiyle yayımlanan bu ikinci albüm, “ikinci albüm sendromu”na meydan okuyor. Ortaya çıkan iş, önceki albüme kıyasla çok daha doygun ve katmanlı bir ses manzarası sunuyor.
Açılış şarkısı “CPR”, hem mecazi hem de gerçek anlamda kalp atışlarını hızlandıran bir deneyim. 999 acil çağrılarına yapılan göndermeler, siren sesleri ve iç içe geçmiş çarpıcı enstrümantasyon, âşık olmanın yarattığı baş döndürücü paniği simüle ediyor. Şarkı seksi, evet; ama bir noktadan sonra aşktaki o evreyi hissettiriyor: Ne kadar keyif alıyorsun, ne kadar boğuluyorsun, emin değilsin.
Albümün çıkış şarkısı “Catch These Fists”, Wet Leg’in en dişli anti-flört marşlarından biri. Yoğun gitar rifleriyle yürüyen bu parça, hem ilişkisel beklentilere karşı bir başkaldırı hem de grubun alaycı tavrının vitrini. Bu albümde kimse kimseye umut satmıyor.
Yine de moisturizer yalnızca yüksek volümlü bir isyan değil. Albüm boyunca “Davina McCall”, “Don’t Speak” ve özellikle “Pokémon” gibi şarkılar, daha yumuşak duygulara da alan açıyor — tabii Wet Leg filtresinden geçerek. “Pokémon”, albümün en melankolik anlarından biri oluyor. Özellikle ikinci yarıda 80’ler etkili soft-rock tınıları öne çıkarken, “Pond Song” distorsiyonlu vokaller ve tuhaf romantizm anlayışıyla grubun “duygusal” tonunu yakalıyor. “I’ve never been so deep in love!” dizesinin tekrarındaki duygu ise bir yandan bir aşk mantrası, bir yandan bir uyarı gibi: Bu kadar sevmek sağlıklı olmayabilir.
“Mangetout”, çok fazla onay cümlesi kurup hiçbirini gerçekleştirmeyen bir eski sevgiliye yazılmış pasif-agresif bir veda mektubu. Albümün diğer incisi ise “Pillow Talk”. Gitarlar, sözler, her şeyiyle dikkat çekici. Grup, mahremiyetin içindeki gerilimi hem komik hem de rahatsız edici bir dille sahneye koyuyor.
Sonlara doğru albüm biraz yavaşlıyor. “11:21”, tüm bu kaosun içinde beklenmedik bir duygusal açıklık sunuyor. Mizah geri çekiliyor, yerini çıplak sözler alıyor. Finaldeki “U and Me at Home” ise grubun bugüne kadar en saf aşk şarkısı olabilir. İroni az, içtenlik fazla. Albümün bu kapanışı, Wet Leg’in kırılgan tarafını da göstermekten çekinmediğinin en büyük kanıtı.
Toplamda 12 parçadan oluşan moisturizer, Wet Leg’in kendine has sesini daha da yükseklere taşıdığı; mizahı, kafa karışıklığını ve duygusallığı aynı potada erittiği bir albüm. Grup, alternatif rock sahnesinin istikrarlı bir sesi olduğunu gösteriyor. Eğlenceli, karanlık, duygusal ve dürüst: moisturizer, içimizdeki “çatlak” romantiklere yazılmış bir aşk mektubu.