Kutsal Ego
Kutsal egoyla alakalı benim bir tarifim vardır:
Seni, başkalarının hayranlığına muhtaç edip kendini ölçüsüz sevdirerek aynada her daim mükemmeli kovalayan, müptezel haline dönüştüren ama gerçekliğin sillesiyle karşılaşma sonucu, çıkan potansiyel travmalar ve hayal kırıklıkları yaşandığında arkasına bakmadan çekip giden bir illüzyon ustası.
Özünde kutsal ego seni o kadar güzel şişiriyor. Kendini ölçüsüz sevdiriyor , sana ve başkalarına.
Ve sen sürekli başkaları seni daha çok sevsin diye aynada başkalarının istediği doğrultuda mükemmel olmaya , onu yaşamaya çalışıyorsun.
Ama hayat senin karşına bir hayal kırıklığı,sıkıntı çıkardığında yanında hiçbir zaman olmadığını ve ne kadar kolay çıkıp gidebildiğini görüyorsun.
Kutsal ego aslında bunun illüzyonunu intiba eden bir konu.
İş hayatı buna çok müsait bir alan. Çünkü alman gereken titreler,pozisyonlar var.
Bir gelişim planı , kariyer planı hazırlıyor ve yapman gerekenleri önüne koyup senin bu planı uygulamanı istiyor. Ama bu planı uygularken senin kim olduğundan, neyin sana iyi gelip gelmediğinden bağımsız sistemdeki en optimum planla optimum insan olmanı istiyor.
Plan sonucunda sistemin istediklerine eriştiğinde sen bir yerden sonra kartvizitin olmaya başlıyorsun. Kartvizitin seni ele geçirmeye başladığında kutsal ego senin en iyi arkadaşın oluyor. Hep daha iyiyi aramaya başlıyorsun. Ve kutsal ego bundan asla vazgeçemeyeceğini , daha iyi olman , daha çok çalışman gerektiğini söylüyor. Bu seni olmadığın bir kimliğe doğru daha da itiyor.
Persona
Jung’un da tabiriyle sen artık bir persona takınıyorsun. Ve takındığın persona ile senin gerçek kimliğin arasında önemli bir fark,ayrım oluyor. Bunu farkettiğin zaman bazen geç oluyor, bazen de hiç farketmiyorsun ve ona göre yaşıyorsun.
Farkında olup kimliğinle gerçek kimliğin arasındaki fark çoksa ozaman o daha yorucu, acılı bir hikaye oluyor.
Farkındalık seviyesine gelmek
Çok oldu , iyi ki de oldu.
İster istemez profesyonel hayata giriyorsun. Ve bu profesyonel hayatın çok keyifli yanları var bunlar da güzel getirileri aslında, illüzyon yaratan kısımları...
Belli bir farkındalık seviyesine geldikten sonra ; eğer senin hayatın hep,sadece profesyonel hayatınla bağlantılı bir hayatsa yani genellikle sadece işten, sektörden insanlarla vakit geçiriyorsan, hobi,spor,sosyalleşme gibi alanlar da dahil olmak üzere, bendeki karşılığı hep burada bir yanlışlık var hissi oldu.
Bir şeyleri başardığım zaman , insanlar beni övdüğü zaman çok rahatsız oluyordum.
O rahatsız olmanın mutlaka bir açıklaması var.
Bir yerden sonra bunun beni neden bu kadar rahatsız ettiğini sorgulamaya başladım.
Ve aitlik kavramı üstüne kafa yormaya başladım.
Ve gerçek kimlik arayışı…
Dedim ki , benim ait olduğum dünya özünde bu değil. Bu bir persona ve ben de beşeri olarak hayatımı sürdürebilmek için çalışmak zorundayım. Çalışmanın bendeki izdüşümü profesyonel hayat, dolayısıyla ben profesyonel hayatta çalışıyorum.
Ama profesyonel hayat benim ana amacım , ana köküm değil en nihayetinde. Bunu anlamam zaman aldı , anladığım zaman da, ben buraya ait değilim dediğim noktada da kendime nereye ait olduğumu sordum. Buraya ait değilsen burada ne işin var , ya da buraya ait olmayıp burada yaşanır mı gibi sorular …
Temel soru, ‘Ben bu hayatta ne yapmak istiyorum?’ oldu. Dünyanın en iyi pazarlamacı olsam ne hissederim dediğimde çok da farkeden bir şey olmadığını anladım. Ozaman peki ne istiyorsun , ne sana iyi geliyor diye sordum kendime. Çok eskiden beri yazma ve okumayla münasebetim hep vardı ama bu kavramlar üstüne çok düşünmemiştim.
Eskiden yazdığım yazılar da daha zihinsel ve betimleyen, akıllı durmaya çalışan ve aklını yansıtan yazılardı. Kavramları kurcalamaya başlayınca, ben bu hayatta ne yapmak istiyorum sorusunun cevabının bendeki karşılığı hayatı okuyabilmek istiyorum , okuduklarımı anlayabilmek istiyorum, anladıklarımı da aktarmak istiyorum.
Buna göre aksiyon almak …
Ama bir taraftan da profesyonel hayat var. Ne olursa olsun ben bunu bahane etmeyeceğim. Okumaya, daha derin okumaya devam edeceğim. Ve aynı zamanda yazıp , gördüklerimi, anladıklarımı ve içselleştirdiklerimi anlatacağım ne olursa olsun dedim. Ve potansiyel olarak belki bazı insanlara bir şeyler aktardığımda bir farkındalık yaratırım diye düşündüm.
Bu kafa yapısına geçtikten sonra yazılarda da zihinsellik yerine kalp dengesinin daha iyi olduğunu gördüm. Bununla birlikte 3 kitap : The Profesyonel , Fabrika Ayarlarına Geri Dön, Mima ve yazılar…
Ve bunlardan yani kalp dengesi yazılara da sirayet ettikten sonra eğer en nihayetinde amacım buysa , insana dair kritik konuları, can acıtan noktaları daha iyi anlamaya çalışmam gerektiğine kanaat getirdim. Hayata dair temel konuları, büyük soruları daha iyi anlamaya çalış. Yapay zekalı temelli veri modellemesi de önemli ve havalı bir şey.
Ama şu anki modern insanın acıları , travmaları çok var ve bunlar aslında temel mevzular üstünden.
Hayat Bilgisi
Hayata dair okadar temel konular var ki; bizim hayat bilgimiz yok, biz yaşamayı bilmiyoruz.
Ateş yakmayı bilmiyoruz, toprakla ilgili bilgimiz yok… Kendi kendimize muktedir olmayı , yeterli olmayı bilmiyoruz. Çünkü bunları appten sipariş verebiliyoruz, yaptırabiliyoruz vs..
Kadim geleneğin de söylediği, insanın hayat bilgisinin olması insanı bütünsel yapıyor.
Daha olgun, daha düşünebilen ve düşüncelerini daha güzel demleyen ve damıtan bir insan haline getiriyor.
Ondan sonra da aslında bence okuma,yazma ve aktarma amacıyla birlikte bunun ilk basamağı olarak da hayat bilgisini edinmem gerekiyor. Hayat bilgisinden çok uzak biri değildim zaten ama bunun ne kadar önemli ve merkezde olduğunu hayatı okumaktan, okuma perspektifinden daha önce olduğunu anladım. Ve bunu önceliğim haline getirdikten sonra bu, yazıyı, okumayı ve doğru anlamayı da besledi.Hepsi birbirini besleyerek daha güzel bir noktaya geldi. Daha güzel bir nokta da farkındalığının artması ve dolayısıyla acının artması. Yani aslında acının daha artması daha güzel bir noktaya geldi demek istiyorum. Yoksa bu daha acılı bir süreç.
Akışına bırakabilme görgüsü
Bunu ilk defa burada açıklıyorum. Bütün bu anlattıklarım doğrultusunda benden hep bekledikleri bir haberdir aslında. Kitapta hep yazıyorsun isyan var, gaza gelip biz istifa mı edeceğiz derler. Dolayısıyla ben de bu minvalde kasım başı itibariyle istifamı verdim. Bu yıl sonunda da Hepsiburada’daki görevimden ayrılacağım. Ve bir süre dinleneceğim. Tabi ki dinlenmekten kastım okuma,yazma ve bu hayat bilgisi üçgenine birazcık daha ağırlık vereceğim. Bir taraftan çünkü yeni kitabı yazıyorum onu bitirmek istiyorum. Sonrasına da bakacağız. Hayatta genel olarak öğrenmeye çalıştığım en temel şeylerden biri bu akışına bırakabilme görgüsü. İşin en keyifli kısmı senin bir şeyleri kontrol edememen zaten. Çünkü karşına kontrol edemediğin bir parametre çıktığı zaman senin verdiğin reaksiyon seni sen yapıyor veya geliştiriyor. Onun için o özellikle o görgüden tamamen zıt bir şekilde bir şeyleri planlamak istemiyorum.
Mutluluk ve tatmin duygusu
İnsan arzularını ve hazlarını gidererek mutlu olur mu olmaz mı Antik Yunan’dan beri çok tartışılan bir konu. Epikür der ki; mutluluk insanın haz ve arzularının giderilmesinden çok ötesinde bir şey. Mutluluk ve insanın yaşam amacı acıyı merkezde yaşayıp, doğru acıdan doğru şekilde kaçınabilmektir.
Yani demek istediği, arzu ya da hazzı anlık tatmin ettiğinde o tatmin bittiği andan itibaren daha sert düşüyorsun. Bu sefer o düşmeyi yaşamamak için sürekli tatmin olmaya çalışıyorsun. O yüzden boşluk verirsem düşerim diye düşünüyorsun yani onun için durmak, boşluk işimize gelmiyor.
Tatmini sağlamadığım zaman daha sert düşüyorsam mutluluk bu olmamalı ozaman. Çünkü bunun sonunda bir düşüş var.
Mutluluk ne olmalı o zaman?
Bu hayata neden geldiğini, ne yapmak istediğini ve hangi konuda dertlenmek istediğini bence bulmaktır mutluluk. En azından bunun başlangıcıdır. Hayat amacını bulmak ve bu doğrultuda yaşabilmektir mutluluk.
Bize çok fazla verilen paketler var, şöyle böyle yapmalısın diye. Başkasına göre iyi olabilir ama belki bana iyi gelmeyecek. Tamamen bireysel bir konu, insanın farkındalığının olması ve bu bağlamda da kendinin bulması gereken bir konu. Onun için de subjektif bir konu. Objektif olan ise arzu ve haz peşinde koşmanın asla mutluluk getirmemesi. Tam tersi daha sert düşüş ve bununla birlikte sağlam bir depresyon getirmesi.
….
Kendi motorunu bulmuş oluyorsun. Kendi motivasyonuna, mizacına , özüne göre bir hayat yaşamaya başladığın anda bütün parçaların kendini buluyor. O zaman gaza bastığın zaman motorun hakkını veriyorsun ve ozaman yollar da ona göre şekilleniyor.
Başkasının kıyafetinde ya da başkasının isteklerinde yaşadığın zaman hem motorun iyi performans göstermiyor hem boğuyor seni.
O boğulma da seni başka arayışlara itiyor. Uyuşturmaya çalışıyorsun kendini.
Tasarruf etmek
Tasarruf kavramı o kadar değerli ki. Biz hep tasarrufu para anlamında düşünürüz ama aslında en büyük tasarruf insanın kendinden tasarruf etmesidir.
Hayatını küçültmen ve kendine yetebilir hale gelme motivasyonun kendini geliştiren bir hikaye. İnsan beyni de böyle çalışıyor, senin karşına kısıt çıktığı zaman ve sen kendi kısıtlarını yarattığın zaman kendi gelişimin başlıyor. Oyüzden insanın kendiyle kendinden tasarruf etmesi gerekiyor.
Örnek veriyorum, normalde doğalgaz döşetecek gücün olsa bile soba kurup onunla uğraşıyorsan, odunu kesiyorsan, üşüdüğünde hiç halin olmadığında da kalkıp onu yapıyorsan o seni geliştiriyor. Fizyolojik olarak da iyi geliyor, kafanı da rahatlatıyor...
Birçok şeye iyi geliyor. Kendi hayatında nelerden tasarruf edeceğini bulduğunda şekilleniyor.
Buna nerden başlamak sorusuna bence önce, rahatsız olmakla başlamalı. Rahatsızlık olmadan rahata gidiş yok.
Rahatsızlık da kendine vurmak demek değil. Mikro rahatsızlık cepheleri yaratması gerekiyor insanların.
Konfor alanından çıkaracak küçük alanlar
Bugün bunu yapmak istemiyorum ama bugün yapmak istemediğimi yapacağım. 5 tane şeyi değil ama bunu yapacağım. Bünyeyi de birden sonsuz bir rahatsızlık dünyasına getirdiğin zaman bunun çok daha ters tepebilen bir matematiği var.
Bu küçük cephelerde savaşı kazandığını gördüğün zaman kendine kendi gücünü göstermiş oluyorsun. Bu rahatsızlık alanları arttığı zaman, büyük muharebeye daha hazır oluyorsun. Büyük muharabeden kasıt da şu anda kendi hayattan beklediklerime, amacıma göre yaşamıyorum ve/veya bu amacımı bulacağım. Böylece bu kararı alabileceğine,becerebileceğine dair özgüvenini destekleyip akabinde bu özgüvenle birlikte sen aslında fena değilsin, bunu becerebilirsin, aksiyon alabilirsin, ayrılabilirsini kendine göstermen gerekiyor. Böylece o savaşa gir, o kararı, o mücadeleyi ver.
Sonrasında ise o kararı vermenin acısını yaşa ve o acıyı yaşadıktan sonra zaten her şey bayır aşağı gidiyor.
Bünyenin ezberini bozman gerekiyor, ayarını değil.
Kök bağlantısı
Bu köy hikayesi çok eğlenceli bir hikaye. Herkesin bir sahil kasabası, köye yerleşme motivasyonu var. Bu hikayenin en önemli bilgisi, en önemli aktörü hayat bilgisi.
Eğitim sisteminde ‘hayat bilgisi’ dersi var ama biz aslında hayat bilgisini öğrenerek yetişmiyoruz. Hayata dair temel bilgileri öğrenmiyoruz, ama bir yandan da çok iyi okullarda masterlar yapıyoruz, birçok sertifikamız var vs ama en nihayetinde ateş yakmayı bilmiyorsun…
Hayatında yalnız kalmamışsan, kendinle kalmamışsan, alaturka tuvalet görmemişsen, sosyalleşme becerin yoksa, köylüyle nasıl konuşulacağını bilmiyorsan...
Hayat bilgisine dair temellerin yoksa köye gitmen sadece trajik bir hikaye olur.
Çünkü sen oraya gidersin deneyimlersin ama orada kalabilmek başka bir hikaye.
Ben buna şöyle bakıyorum böyle lafları söylemek yerine önce benim köye ihtiyacım var mı ona bakalım. Ya da benim neye ihtiyacım var ona bakalım. Buna bakmak için benim kendi arızalarımla helalleşmem lazım. Acılarımla, travmalarımla, ezikliklerimle, eksikliklerimle…
Ben önce bunları biliyor muyum? Bütün acılarımı, ezikliklerimi,yetersizliklerimi, eksiklerimi biliyor muyum, listeledim mi? Benim buna zaafım var, ben bu mevzuya çok eziğim gibi …
Eğer netleşip tespit etmişsem sonra bunlarla helalleşip bu hayattan ne istiyorumu koymuşsam ve istediklerimin kesişiminde köy varsa zaten giderim ve muazzam sonuçlar olur.
Ama falancanın storysinden gaza gelip yapıyorsam ya da filancanın hayatından etkilenip gaza gelip köye gitmek istiyorsam ozaman o da hüsranla sonuçlanır.
Yani senin önce kendinle başlayıp senin neye ihtiyacın olduğunu bilmen ve akabinde bulup bence ona göre aksiyon almanla doğru orantılı bir şey.
Konuşmanın başında konuştuğumuz hiçbir zaman profesyonel hayatın adamı olamamamı sağlayan unsurlardan biri belki köyle sürekli olan münesebetimin olmasıdır. Ben sürekli olarak neredeyse aktif olarak her hafta sonu pandemiden önce Bursa’da köyde vakit geçiriyordum.
Benim orada etrafımdaki insanlar da kalpten insanla da, uğraşlar da gerçek uğraşlar olduğu için ben kalkıp köye gidiyorum dediğimde bu kozmetik bir haber değil. Çünkü zaten gidip geliyorum ve bu benim için bir referans noktası, bir kök bağlantısı.
Hayatta bir şeyleri deneyimlerken doğru bir şekilde değerlendirebilmek için bir köke, eskilerin deyimiyle bir kerterizin olması lazım. Pergelin bir ucunu ne kadar açarsan aç ama bir ucunun sabit olması lazım.
Benim kendi naçizane bulduğum bir sabitim var. Ona göre kendimi ayarlayabiliyorum.
Doğru kerteriz noktası sana bir denge, ayar sağlayabiliyor. Ben kendi ezikliklerim, travmalarım üzerine çok kafa, kalp yormuş bir insanım. Aynı zamanda okumuş da bir insanım. Ondan sonrasında ben bunu söyleyebiliyorum.
Kendinde hoşuna gitmeyen bir şeyi açıkça söyleyebilmek de aynı hikaye. Dolayısıyla aslında sen o ezikliğini kendinde bir güce dönüştürüyorsun. O zaman seni daha bütünsel daha sağlıklı bir bünye yönetmeye başlıyor.
Mutluluk basit paternlerde
En ironik cevabı belki de şu; okumayı yazmayı becerip hayal ettiğin hayatı yaşamayı becerebilmek bence en büyük hayal, başarı. Dünyanın en güzel kitabını yazayım gibi bir şey değil… Ama çok mutlu olur muyum, olurum çünkü okuduğum bir şeyi aktardım ve insanlara iyi bir şeylere vesile olacaksam çok mutlu olurum. Bir yandan da baktığında okuyup yazabildiğim zaman ben zaten mutlu oluyorum.
O yüzden bence işin hayali, mutluluğu basit paternlerde. Dağın tepesinde bir çay demlendiğinde de çok mutlu oluyorsun...
Mutluluk bence, bir denklem.
Mutluluğun değişkeni ise senin şekillendirdiğin , senin gerçek referans noktalarınla şekillenen denklemin değişkenleri. Yani sen o ‘x’ in yerine ne koyuyorsun ? O ‘x’ çay da olabilir, kendini hayatını yaşamak ,milyonlara erişen bir kitap da olabilir. Buradaki kritik nokta denklemi senin belirlemen gerekiyor. Bence o f(x)se yani o denklemin açılımında mutlaka bir sabit olması lazım.
Herkesin denklemi kendine bence.
‘a+bx’ gibi bi denklem olması lazım : a sabiti senin kerterizin, referans noktan olacak bx’teki x’e ne koyarsan koy, pergelini ne kadar açarsan aç ‘a’ sabitin sabit kalmalı. Kendi denklemini oluşturduğunda içeriye kaotik veya kaotik olmayan ne değişken girerse girsin mutluluğu yaşayabilme görgüsüne erişmiş, onu deneyebilme görgüsüne erişmiş oluyorsun.
Baktığın her şeyden de mutlu olmayı öğrenmeye başlıyorsun.
Ülker, Türk Hava Yolları, Coca Cola, Unilever gibi markalarda pazarlama alanında üst düzey yöneticilik yaptı. Üç tane kitap yazdı. Web sitesinden yazılarına, instagram hesabından da okuduklarına ulaşabilirsiniz.
Hepsi Burada’da CMO olduktan sonra istifa edip Bursa’ya yerleşti.
Yeni kitabının da ismi gibi Fabrika Ayarlarına Döndü.
Büyük markalarda üst düzey yöneticilik yaptıktan sonra aslında en önemli bilgi kendini bilmek ve hayat bilgisi diyor. Ve bütün kariyerini bunları elinin tersiyle itip kendine yeni bir hayat kurmak üzere bu büyük adımı atıyor.
Yasemin Yapanar'ın Bilinçli Geyik Podcast'ini buradan dinleyebilirsiniz: