Bir zamanların rüya yatırım bankası Lehman Brothers CEO’su Richard Fuld kürsüde. YouTube’da izlediğim videoda, personeline hitaben bir motivasyon konuşması yapıyor. Bir noktada yüzü kasılıyor ve açığa satış yapanlardan ne denli nefret ettiğini söylüyor. Lafı biraz eveleyip geveledikten sonra da sadede geliyor: “Onların boğazına yapışmak ve kalplerini sökmek istiyorum. Sonra da o kalbi canlı canlı yemek...”
Sizce personel yeterince motive olmuş mudur? Bu adama her gün rapor vermek zorunda olduğunuzu bir düşünün. Ya da durun, önceden düşünülmüşü var. “Aynı asansörde denk geldiğimiz zamanlar, binanın tepesine çıkana kadar yaşadığım strese dayanamıyordum; ölüm sessizliğiydi” diyor eski bir banka çalışanı.
Hızlıca hafıza tazeleyelim: Kötü yönetilen Lehman Brothers, 2008’de top attı. İflasını açıklamasının ardından gelen şok dalgaları, küresel ekonomiyi de beraberinde götürdü. Yani dört senedir telaffuz edilen kriz sözcüğünün arkasında işte aynı asansöre binmek istemeyeceğiniz bu adam duruyor.
Beterin beteri var. İngiltere’deki Nottingham Trent Üniversitesi’nden bir akademisyen, Clive R. Boddy, karamsar bir teori sunuyor: “Küresel kriz çıktı çünkü önemli kurumlar psikopatlar tarafından yönetiliyorlardı. Daha da derinleşebilir çünkü aynı psikopatlar şimdi de hükümetlere danışmanlık hizmeti veriyor.”
Boddy’nin Corporate Psychopats (Şirket Psikopatları) adlı kitabı 2012'de piyasaya çıktı. Yine aynı yılın sonunda, Journal of Business Ethics dergisinde Şirket Psikopatları: Küresel Finansal Krizin Teorisi başlıklı bir de makalesi yayınlandı. Psikopat derken, sürekli arıza çıkaran, hiçbir şeyden memnun olmayan, gıcık patronları kastetmiyor. Tamam belki onların bir kısmı da bu gruba girer ama sözcük burada gerçek anlamıyla kullanılıyor. Boddy diyor ki, “Psikopatlar, empati duygusundan ve vicdandan yoksundur. Kendilerinden başka kimseyi umursamazlar. Bazıları şiddete meyledip soluğu hapiste alır ama bazıları da büyük şirketlerde kariyer basamaklarını tırmanır.”
Tıbbi açıklamalarla sizi yormayayım. Özetle, beyindeki bazı aktivitelerin düzensizliğinin, bir kişilik bozukluğu olarak psikopatlığa yol açtığı düşünülüyor. Bu anormallik onları soğuk, hesapçı ve zalim kılıyor. Beri yandan da soğukkanlılık, kararlılık, karizma gibi her eve lazım özelliklerle donatıyor.
Şimdi kötü haber: Bilim adamlarının tahminine göre toplumun yüzde 1’i psikopat. Fakat bu alanın en büyük ismi Kanadalı psikolog Robert Hare’in 2010’da yayınladığı raporda fazladan bir de sürpriz var: Büyük şirketlerin yöneticilerinin yüzde 4’ü psikopatlık eğilimi sergiliyor. Oran, yukarı çıktıkça artıyor.
Hayatı psikopat peşinde geçen Hare, özellikle cezaevlerinde epey bir mesai yaptı ama esas bakılması gereken yerin yönetici ofisleri olduğunu söylüyor: “Psikopatları adli suçlular gibi düşünmeye meyilliyiz. Aslına bakarsanız, çoğunluğunun sabıkası yok. Dışarıya çıkıp soygun veya tecavüz peşinde koşmuyorlar. İllegal sayılmayan başka yöntemlerle tatmin buluyorlar. Mesela başkasının malını mülkünü riske ediyorlar.”
İyi de, oraya kadar nasıl tırmanıyorlar? Boddy, modern şirketin kaotik yapısının bunu mümkün kıldığını söylüyor. Bir psikopatın herhangi bir büyük şirkette yükselebilmesi için gereken üç altın koşul var: Hızlı değişim, sürekli yenilenme ve anahtar pozisyondaki elemanların görevlerinde uzun süre kalmaması. Psikopatlar bu çılgın değişim ortamında fark edilmiyorlar. Dahası, soğukkanlı, hesapçı, cazip ve parlak yapıları onları ideal eleman hatta lider adayı haline getiriyor.
Şu tür bir şirket içi yazışması, kim bilir kaç defa önünüze geldi, hatırlayın: “Sayın X arkadaşımız, Y pozisyonuna atanmıştır. Kendisine yeni görevinde başarılar dileriz.” Boddy, bu tür mail’leri sıklıkla alıyorsanız, bir kere daha düşünmeniz gerektiğini iddia ediyor. Çünkü işyerinizdeki psikopat radarı muhtemelen çok da işlevsel değil.
Boddy’ye göre bu radar eski günlerde epey iş görüyordu: “20’nci yüzyılın son çeyreğinden evvel, büyük şirketler durağandı. Değişim hızı yavaştı. Bir insan neredeyse bütün hayatı boyunca, herkesin herkesi tanıdığı aynı işyerinde çalışırdı. Kariyer ortasında şirket değiştirme isteği, işverenler tarafından sorgulanırdı. Psikopat eğilimi gösterenler de böyle bir ortamda kolaylıkla saptanıyordu.” O dönemler geçti. Artık onlarca tezgahtan ibaret açık ofislerde çalışıyoruz. Kafamızı kaldırınca herkesi görebiliyoruz. Yemek aralarında, kapı önü molalarında bir dolu insanla karşılaşıyoruz. Ama gerçekte kimi tanıyoruz? Mail’lerde okuduğumuz atamalara ne kadar güvenebiliriz?
The Independent gazetesinden Brian Basham’ın düşündürücü bir anısı var. Dünyanın en büyük bankalarından birinde çalışan kıdemli bir yatırım yöneticisiyle aralarında geçen bir konuşma. Basham, İngiliz bankacıya, başarılı yöneticilerin gerçekten de psikopat eğilimlere sahip olup olmadığını soruyor. Aldığı yanıt şöyle: “Aslına bakarsan, çalıştığım bir bankadaki iş görüşmelerinde psikometrik bir test uygulardık. Ama psikopatları elemek için değil, işe almak için. Çünkü karakterleri, anahtar finansal pozisyonlara son derece uygun.”
Bu meseleyi Boddy’ye sorduğumda, her ne kadar şoke edici görünse de böyle örneklerin yaşandığını söylüyor: “Şirket psikopatlarını özellikle işe almanın, kasayı adli psikopatlara emanet etmekten farkı yok. Bıraktığınız para, eninde sonunda ortadan kaybolacak.”
Sabıkalı psikopatlar işe alınsa, hasar aslında daha da az olabilir. Boddy’nin küresel kriz ve şirket psikopatları arasındaki bağlantı teorisinin sağlaması İsviçre’deki St. Gallen Üniversitesi’nden geldi. 2011’de yapılan karşılaştırmalı bir deney, şirket profesyonellerinin suça karışmış psikopatlardan daha acımasız olduğunu ortaya koyuyordu. Deneyde, borsa ve bankalardan gelen 28 finans profesyoneliyle cezaevlerindeki psikopatlar karşılaştırıldı. Sonuç şöyle: Profesyoneller psikopatlara göre hem daha egoistler hem de risk alırken daha keyfi davranıyorlar.
Ama araştırmayı yürütenleri bile şaşırtan bir sonuç daha vardı. Denek profesyoneller, daha fazla kazanmayı değil, sadece karşısındakinden daha fazla kazanmayı arzuluyordu. Kâr artırmak için makul ve işlerine yakışır stratejiler geliştirmemiş, sadece karşı tarafı geçmekle ilgilenmişlerdi. Bu yüzden de enerjilerinin çoğunu rakiplerine hasar vermek için harcadılar.
Küresel krize ulaşmak için İsviçre’deki deneyin ölçeğini büyütmeniz yeter. Elbette bütün yöneticilerin psikopat olduğunu söylemiyorum. Yani durup dururken kimseye diş bilemeyin.
Yalnız bu noktada size, iyi mi kötü mü olduğunu bilemediğim bir not iletmem gerekiyor. Psikolog Robert Hare’in, bir başka psikolog Paul Babiak’la beraber şirket psikopatlarını mercek altına aldığı bir kitabı (Takım Elbiseli Yılanlar, 2006) mevcut. Alanında bir klasik olan kitabın ilk bölümü, örnek psikopat Dave’in iş görüşmesini anlatıyor ve şu cümleyle başlıyor: “Güçlü, rahat ve kendinden emin tavrına bakınca onun bir GQ fotoğraf çekimine geldiğini sanabilirdiniz.”