Grup olarak hareket etmeye başlamak sizi nasıl dönüştürdü?
MUSTAFA YAVUZ: Kendinden daha büyük bir şeyin parçası olmak insana hep iyi hissettirir. Bu aslında sürü hâlinde yaşamanın getirdiği evrimsel bir duygu. Beraber yaşamak ve beraber yürümek hepimize, -güçlü ve ait hissettirmenin dışında- herkesin sınırları olduğunu, saygıyı, anlayışı, ödün vermeyi, her şeye rağmen sevmeyi ve empati kurmayı yaşantımızın biraz daha merkezine koymayı öğretti.
Birçok başarılı grupta her üye ekip içinde farklı bir rol üstlenir; kimi liderlik eder, kimi ortamı yatıştırır, kimi de motivasyon ve enerji kaynağı olur. Sizde kim, kendini hangi “grup içi rol” ile özdeşleştiriyor? Bu rol dağılımı grubun kimyasına ve üretimine nasıl yansıyor?
BESİM TALI: Yıllar içinde farklı roller denedik. Çok verim aldığımız roller de oldu, çok fena çuvalladığımız da. Birlikte çalıştıkça kişiliklerimiz ve yeteneklerimiz doğrultusunda rollerimiz de oturmaya başladı. Hâlihazırda rollerimize bakacak olursak, liderliği genel anlamda Mustafa üstlenir. O, bazen bu rolünü Kurthan’la paylaşır. Ben ve Hazar, bana göre ortamı yatıştıran ekibiz sanırım, keza biz de bu rolümüzü bazen Kurthan’la paylaşırız. Çağrı ise planlamada iyidir. En basitinden bir örnek olarak bir yol planlaması yapacağımız zaman bile Çağrı’ya danışırız. Kıvanç, doğal komiktir. Grubun neşe kaynağı rolünü o üstlenir diyebiliriz. Bu roller yaratım süreçlerimiz için çok etkili midir bilemem çünkü yaratım ve üretim süreci oldukça teknik bir konu bana göre. Orada devreye müzikal kapasite ve yetenek giriyor. Genellikle Mustafa bir fikirle gelir ve bir iskelet kurar. Bizler ise bu fikir etrafında gezerek iskeleti örteriz. Neticeyi beğenirsek, bu son ürün dinleyici ile buluşur. Ancak beğenmezsek, beğeninceye kadar denemeye devam ederiz. Bu nedenle bazı şarkılarımızın tamamlanması yılları bulur.
Fotoğraf: Ahzab Günel
6 kişilik ve hatta sahne arkasını da sayarsak 10 kişilik bir grup olduğunuzdan bahsetmişsiniz. Yeni bir beste yaparken, yaratıcı süreç grubunuzda nasıl ilerliyor? Örneğin, R.E.M. grubu, şarkı yazım kredilerini tüm üyelerine eşit paylaştırdı; yıllar boyunca “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” anlayışıyla çalıştılar. Siz şarkı üretirken benzer şekilde kolektif bir yaratım süreci mi izliyorsunuz?
MUSTAFA YAVUZ: Hep beraber stüdyoya girip doğaçlama bir şeyler yapmak aslında bizim tarzımız değil. Dahası, bunun biraz çağ dışı olduğunu düşünüyorum. Bir aranjeyi inşa ederken, o an uğraştığım şeyi en güzel hâliyle ortaya çıkarmak için diğer bütün değişkenlerin sabit kalması gerekiyor. “Ceteris paribus” diye bir kav- ram öğrenmiştik üniversitede. Daha anlaşılır biçimde anlatmak gerekirse, eğer bir solo yazılacaksa arkadaki akor yürüyüşü, metronom, davul yürüyüşü gibi unsurların sabit olması gerekiyor. Dolayısıyla herkes ayrı bir şey denerken bir şeyler üretmeye çalışmak, pek çok güzel fikri ıskalamayı da beraberinde getirebilir. Bunun dışında, artık herkesin evinde kendi stüdyosu var. Bir solo çalınması gerekiyorsa saatlerce çalışıp, onlarca farklı versiyonunu kaydedip aralarından seçmek çok daha güzel sonuç veriyor. Açıkçası odaklanmak için kendi stüdyonuzda yalnız çalışmak gibisi yok. Dolayısıyla bizim ekibimizde herkesin bir uzmanlık alanı var ve herkes bunu en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. Genellikle, Besim’in söylediği gibi, benim kurduğum bir iskelet üzerine, herkes kendi evinde kendi enstrümanıyla katkıda bulunuyor. Sonrasındaki her aşamada ise hep beraber analiz edip bunu geliştiriyoruz.
Her düşüşümüzde önce birbirimize sarılıyoruz. Başarıyı kutlarken de ilk birbirimizin gözünün içine bakıyoruz. Çünkü bir grup olmak, aynı anda hem kendin hem başkası olabilmek demek.
“Dedub Sessions” projesinde Göksel ve Aleyna Tilki gibi isimlerle yaptığınız işbirlikleri büyük ilgi gördü. Farklı dünyalardan gelen sanatçılarla bir araya gelmek size ne kattı? Bu işbirlikleri sesinize, müziğinize nasıl etki etti? Bir sonraki hayal ortaklığınız kimle olsun isterdiniz?
KURTHAN SARPKAYA: “Dedub Sessions” projesinin bize kattıklarını saymakla bitiremeyiz. Bu projedeki asıl amacımız, nokta atışı işlerle kendimizi farklı kitlelere tanıtmaktı. Bu doğrultuda bir strateji belirleyip yola koyulduk ve esasen her işbirliğinde hedefimiz farklıydı. Göksel, çocukluğumuzdan beri severek dinlediğimiz ve şarkılarını cover’ladığımız, birlikte çalışmayı hayal ettiğimiz bir sanatçıydı. Projeye hem büyük bir karizma katacağını düşündük hem de uzun zamandır kurduğumuz bir hayali gerçekleştirmiş olduk. “Sana Güvenmiyorum” projesinde ise henüz yapım aşamasındayken bile aklımızda zaten Aleyna vardı. Sesinin şarkıya çok yakışacağını düşünmüştük ve öyle de oldu. Ayrıca çok sayıda hit şarkıya sahip olmamıza rağmen fark ettik ki, dinleyiciler şarkıları biliyor ama grubun ismini bilmiyordu. Bu da demek oluyor ki insanlara kendimizi istediğimiz ölçüde tanıtamamıştık. Bize göre grup olmanın dezavantajlarından biriydi bu. Şarkı yayımlandıktan öyle ses getirdi ki, bu problemimiz de çözülmüş oldu. Can Kazaz’la olan süreç ise Tolga Akış aracılığıyla, Can’ın yıllardır var olan “Bunca Yıl” isimli bestesini bize yakıştırdığını öğrendiğimizde başladı. Zaten bildiğimiz ve beğendiğimiz bir şarkıydı. Açıkçası, bugüne kadar hak ettiği değeri de görememişti. Şarkının kendi tarzımızla inanılmaz uyuştuğunu hissettik ve hemen çalışmaya başladık. Sonuç olarak, proje bize beklediğimizden de fazlasını verdi. Elbette başarılı olmasını bekliyorduk ama bu denli bir etkiyi öngörmemiştik. Ayrıca bu üç ismi tanıdıkça, onları sadece müzikleriyle değil, karakterleriyle de çok sevdik. İyi ki tanımışız. Buradan hepsine selam olsun.
Trabzon’da başlayıp İstanbul’a uzanan bir yolculuk... Bazen bir şehrin müzik sahnesi bir grup üzerinden şekillenir. Sizin, kökeninizdeki şehirle bağınız nedir?
KURTHAN SARPKAYA: Trabzon bizim için sadece doğup büyüdüğümüz bir şehir değil, bu yolculuğun temellerini attığımız yer. Çocuk yaşta kendi şarkılarımızı yazıp, düzenlediğimiz, konserlerde insanlarla beraber olduğumuz yer. Küçük bir şehir aslında Trabzon. Dolayısıyla oradaki tüm jenerasyonumuz, şehrin esnafı ve dostlarımız mücadelemizin esas şahitleri. Orada bir şekilde herkesle ilişki içindeydik. Şimdi ise şehre her döndüğümüzde bambaşka hissediyoruz çünkü oradaki insanlar hikayemizin öncesine de vakıf . Bize ‘Bizim çocuklar başardı’ hissini veriyorlar ve bunun yüzde yüz saf, çıkarsız bir duygu olduğunu anlıyorsun. O yüzden yerel sahneyi de, kolektif ruhu da harmanlamış gibi hissediyoruz aslında.
Fotoğraf: Ahzab Günel
Aynı şarkıyla evde hüzünlenen biri, konserdeyse zıplayabiliyor. Çünkü müziğimiz bir duyguya değil, ruh hâllerine dokunuyor. O bağ bizim için dinleyiciyle kurduğumuz en sahici ilişki.
Çekim boyunca grup içindeki iletişiminizin ne kadar doğal, komik ve “gerçek” olduğunu gördük. Kendi aranızdaki dinamikleri nasıl tanımlarsınız?
ÇAĞRI ÇELİK: Çok keyif aldığımız bir çekimdi ve bunun etkisiyle enerjimiz de gerçekten yüksekti. Sahnede de böyle. Biz eğlenerek, birbirimizi motive ederek ve sahne dışındaki sorunları bir kenara bırakarak işimizi yapmaya çalışıyoruz. Bir önceki cümlemde de belirttiğim gibi, sahne dışında elbette sorunlar olur; birden fazla sesin ve fikrin olduğu bir ortamda, kusursuz bir iletişim, çok gerçekçi değil. Fakat bu kadar yılın ardından, birbirimizi çok çok iyi tanıdığımızı düşünüyoruz ve bu sayede artık birbirimizin sınırlarını ve hassasiyetlerini çok daha iyi anlayabiliyoruz. Zaman zaman tartışmalar olsa da, gruptaki herkesin işinin en iyisini yapmaya çalıştığını bilmesi aslında bizim kimyamızı tanımlıyor. Sonuç olarak da tüm bu sürecin meyvesi, şarkılarımıza yansıyor diyebilirim.
Grup olmak, birlikte yol almak, birlikte üretmek... Sizce bu sadece bir müzik işi mi, yoksa bir yaşam biçimi mi?
KIVANÇ ŞAFAK KUMLU: Kesinlikle sadece iş değil, devam ettirmesi çok zor bir yaşam biçimi. Müziğin ve işin dışında çok kapsamlı bir hayatı da beraber yaşamaya devam ediyorsunuz. En yakın arkadaşınızla iş konuşmak zorundasınız. Çok basit bir örnek olarak; fikir ayrılıkları, hatta tartışmalar yaşıyorsunuz. Herkes her zaman kendini o anda çok iyi ifade edemeyebiliyor. Siz onu o an ne kadar tolere etmek istiyorsunuz? Bu sorunun cevabına göre sonsuz farklı senaryolar oluşabilir. Günümüzde insanların iki kişilik düşünmekte dahi zorlandığı bir ortamda 6 kişilik düşünmek ve bununla yaşamak hiç kolay değil. Birisine hayatında böyle bir ilişki kurmak isteyip istemeyeceğini düşündürecek sayısız örnek sıralayabiliriz. Ama tüm bu zor gözüken taraflarına rağmen ‘grup’ fikri benim için çok değerli bir yere sahip çünkü muazzam bir uyum yeteneği geliştiriyor. En büyük “iyi ki”m diyebilirim. Hayatın her alanında berabersiniz. Bu işteki tüm düşüşlerinizde ilk grup arkadaşlarınıza sarılırsınız. Başarılarınızı kutlarken ilk onların gözüne bakarsınız. Duygularınızın bu kadar yakın olması ve onlara samimiyetle eşlik edecek insanların olması çok büyük bir zenginlik. Çünkü en nihayetinde paylaşacak kimseniz yoksa, ne kazanımlarınız ne de kayıplarınız çok bir anlama sahip oluyor. Kariyerine solo olarak devam eden arkadaşlarımızla yaptığımız sohbetlerde, eksiklik hissettikleri manevi çoğu konuda bizim birbirimize sahip olmamızın hayatımızda fark yarattığı ortaya çıkıyor.
Birlikte varolabilmek, şarkı yazmaktan daha zor.
Sizin müzikle kurduğunuz dil, sevenleriniz için bir duygudaşlık alanı gibi. Bu bağı ne kadar içselleştiriyorsunuz?
ÇAĞRI ÇELİK: Bana göre Dedublüman’ın şarkılarındaki en büyük farklardan biri, dinleyicileriyle kurduğu duygusal bağ. Şarkılarımızın beste, aranje ve kayıt süreçlerinde bizim hesaba katmadığımız duyguların, dinleyicilerimizde karşılığının olduğunu fark ettik. Onlar bize bir duygu- ya bağlı kalmadan, o an ne hissediyorsak ve içimizden ne geliyorsa onu yapabilmeyi öğrettiler. Aynı şarkıyı evde dinlerken hüzünlenen insanların, konserdeyse zıplayarak eşlik etmelerine tanıklık ettik. Bu da bize, müziğimizin yalnızca tek bir duyguya değil, farklı ruh hâllerine de dokunabildiğini gösterdi. Dijital platformlarda gördüğümüz dinlenme sayıları ve etkileşimler için elbette dinleyicilerimize minnettarız. Ancak ilk konserimizden bu yana sahne- de seyircimizle hislerimizi ortak kılabilmiş olmak, bize onlarla müziğin ötesinde, eşsiz bir iletişime sahip olduğumuzu gösteriyor.
Fotoğraf: Ahzab Günel
Ve elbette; ortak başarı sizin için ne ifade ediyor? Geleceğe dair en büyük kolektif hayaliniz ne? Dedublüman yıllar sonra nasıl hatırlansın istersiniz?
HAZAR ALTIN: Ortak başarı bizim için ne rakamlar ne de dolu konserler. Aynı veya benzer hayallerin peşinden koşan insanlar olarak, seneler sonra birbirimize bakıp “iyi ki birlikte yapmışız” diyebilirsek, bu bi- zim için net bir başarıdır. Bir müzik grubu olarak en büyük hayalimiz; zamana dire- nebilen, bütün grup üyelerinin kendinden bir şeyler katabildiği, müzikal anlamda bir değere sahip olan işler ortaya koymak ve sonucun dinleyicilerimizde irili ufaklı izler bırakabiliyor olması. Bu izlerle, bizi dinle- yenlerde derin ve detaylı ilişkiler kurmak. Bahsettiklerimi belki birkaç şarkıda başarmış olabiliriz ama bunu 20 sene boyunca yapabiliyor olmak bizim için bir hayaldir.
Bizim başarı tanımımız dolu konserler değil. Seneler sonra dönüp birbirimize ‘iyi ki birlikte yaptık’ diyebilmek. O yüzden bizim için ortak başarı, ortak hayal kadar gerçek.
Dedublüman yıllar sonra nasıl mı hatırlansın isteriz?
Müzik endüstrisinin sanatçıya dayattığı tekdüzelikten sıyrılmış, özgün işler yapan ve bu işlerle uzun süre boyunca dinleyici- leriyle güzel ilişkiler kurmayı başarmış bir müzik grubu olarak hatırlanmayı çok isteriz.
Fotoğraf: Ahzab Günel
Sanat Yönetmeni: Arya Makal
Stylist: Aynur Efir
Prodüktör: İlayda Kurtulan
Yapım Koordinasyon: Sena Kaynakin
Video: Koray Işık
Set Sorumlusu: Mehmed Zahit Hıdır
Saç: Barış Aytemiz
Makyaj: Gönül Aydoğdu