Geleceğin 50 El Classico'su
Dergi Konuları

Geleceğin 50 El Classico'su

2050 senesinden bugüne bakıldığında ‘Mad Men’e burun mu kıvıracaklar, “Helal olsun” mu diyecekler. Torunlarımız da bizim yaptığımız gibi “Ne varsa eskilerde var” nostaljisine mi saplanacak? Peki bizim alışkanlıklarımızla dalga mı geçecekler? Bugün neyi tükettiğimiz, nasıl yaşadığımız belli. Gelecekte kimin borusu öter. 2050’ye ışınlanıyoruz.

1. İyi klasik ortaklık üretir

‘Suits’ dizisi baştan sona bir yeni klasik. Üstelik yeni klasikler fikrine en yakın duran modern ürün o. Neden mi? Dizideki hemen herkes, yeri geldiğinde klasik gördüğü filmlerden alıntıyı patlatıyor. Replikler üzerinden bazen ‘İskoçyalı’ya giriyoruz bazen ‘Top Gun’a. İşin güzeli, herkes muhatabının neden bahsettiğini, hangi filmdeki hangi sahneyi taklit ettiğini şıp diye anlıyor. Klasikler, bizler arasında bir ortaklık üretebildiği için de klasiktir. İşte ‘Suits’in bütün eğlenceli diyalogları o ortak yaşam ihtimalinden, o hepimizin zihnine nakşolmuş o popüler kültür anıtlarından türüyor.

2. Çarpık gülümsemenin yeni adresi

Konu yine ‘Suits’ ama bu defa mevzu başroldeki Gabriel Macht. Biraz ‘Mavi Ay’ daki, çarpık gülümsemeyi popüler kültür lügatına sokan erken dönem Bruce Willis, biraz sakınımsız eril enerjisiyle Mad Men’in Jon Hamm’i… Bu sayede komedi-dedektif-avukat-drama-gerilim-her şey, aklınıza ne gelirse, her zaman tutan jönprömiye formülünü ekranlara yeniden getirmiş oluyor: Yakışıklı olacaksın, iyi giyineceksin, hazırcevap olacaksın, egolu olacaksın ama her şeyden önemlisi başkalarının seninle dalga geçmelerine aldırmayacaksın. Hayatın doğal akışında, ilk dört madde varsa, beşincisi gelmiyor; geldi mi de tadından yenmiyor.

3. Dayak nedir, neden atılır?

Organize İşler’in ‘Burada Müslüm denen bir hıyar varmış” repliğiyle başlayan, Cem Yılmazlı, mafyalı, ahırlı sıradaşı işkence sahnesi… İlk tur dayaktan sonra Yılmaz sazı ele almıştı: “Şimdi sizin kafanızda iki tane soru işareti var. Bir: Dayak nedir? İki: Neden atılır? Sıradan bir dayakta vücutta iki şey yükselir. Bir: Korku. İki: Ardinal. Ardinal bir hormon, dayağa karşı olan arzuyu arttırıyor. Biz bunu istemiyoruz. Biz istiyoruz ki kabahatinizi hatırlayın. Sıradan dayağa örnek: Sıradan dayak. Yaratıcı dayanağa örnek: Öğretmenlerimizin cetvelle bize böyle [parmak uçlarını birleştiriyor] vurması. Bu unutulur mu?” Bu arada dayak yiyen kadroya da dikkat çekelim, çünkü o da başlı başına bir efsane: Yılmaz Erdoğan, Tolga Çevik, Erdal Tosun, Tuncer Salman, Öner Erkan ve Ersin Korkut…

4 - 8. Beş klasik replik

Açlık Oyunları’ndan çağı tanımlayan ve her organizasyonda ağza sakız olan bir replik: “Oyunlar başlasın!” ya da orijinal versiyondan: “Let the Games begin!”

“İnsanlık dünyada doğdu. Bu, burada öleceği anlamına gelmiyor.” (Matthew McConaughey’nin oynadığı Cooper - Interstellar).

“26 yaşımda kendi firmamın başındaydım ve yılda 49 milyon dolar kazanıyordum; bu beni sinirlendiriyordu; çünkü haftada 1 milyondan 3 milyon dolar eksikti.” (‘The Wolf of Wall Street’te Leonardo di Caprio seyirciyi gıcık ederken)

“Chewie… Evimizdeyiz.” (Han Solo ve Chewbacca, Star Wars’un yeni serisinin ilk filmi ‘The Force Awakens’ta, çocukları gibi sevdikleri uzay gemisi ‘Millenium Falcon’a yeniden kavuştuğunda…)

“Büyük güç büyük sorumluluk getirir” (Biraz eski bir replik ama belirleyici. Yıl 2002. Ben Amca, çok yakında Örümcek Adam olacak yeğenine öğüt veriyor. Son 15 yılda bin tanesini seyrettiğimiz süperkahraman filmleri çılgınlığına giriş niyetine bir replikti bu. Bir yandan da 11 Eylül sonrası Hollywood’un güç ve kontrol üstüne konuşma hevesinin bir ürünüydü).

9. Bu çağın sloganı

Yeni bir çağ, yeni bir isyan biçimi… Geçen sene Hollywood prodüktörü Harvey Weinstein’a yönelik taciz ve cinsel saldırı iddialarının ardından, küresel bir tepki çığ gibi büyüdü ve sosyal medyanın da yardımıyla ciddi bir hareket doğdu. Tacize, tecavüze, saldırıya uğrayan kadınlar, başlarına gelenleri #meToo etiketi altında paylaşmaya başladılar. O ana dek kamuoyu nezdinde saygın bir isme sahip olan bazı saldırganlar afişe edildi. Ashley Judd, Jennifer Lawrence, Gwyneth Paltrow gibi ünlü isimlerin açıklamaları da süreci hızlandırdı. Halen devam eden hareket ileride bir kırılma anı olarak hatırlanacak; sloganı da (#meToo) doğal olarak klasik hale gelecek.

10. Oyunlarda her şey var!

Son dönemin belki en iyi filmi değil ama kesinlikle çağın ruhunu belirleyen, tarif eden eseri ‘Açlık Oyunları’. Kitabı da filmi de başarılı. İçinde distopya var, ‘Survivor tipi bir yarış var, ayakta kalma mücadelesi var, eşitsizlik var, isyan var; daha ne olsun!

 18-10/26/screen-shot-2018-10-25-at-164814.png

11. İnsan dediğin okur!

Barack Obama da onu okudu, Mark Zuckerberg de, biz de. İsrailli yazar Yuval Noah Harari’nin insanlık tarihi üzerine eseri ‘Sapiens’, dünyadaki ve tarihteki yeri konusunda bir türlü emin olamayan toplumumuzu sarstı. İleride de sarsacak.

12. Bir kitap en fazla ne olabilir?

Orhan Pamuk’un en ‘klasik’ romanı ‘Masumiyet Müzesi’ ama onu geleceğin klasiği yapacak olan, romanın bir de müzesinin kurulması. Hem de bizzat yazarı tarafından. Emsalsiz bir vaka. Muhakkak hatırlanacak.

13. Soğanlı menemen

Vedat Milor’un Twitter anketi sayesinde neyin klasik olabileceğine ulusça karar verdik. Daha doğrusu neyin klasik kalabileceğine… Türkiye’yi kutuplaştıran “Menemen soğanlı mı soğansız mı olmalı” sorusuna yüzde 51’imiz, “Soğanlı” dedi ve demokrasi gereği artık bu tarif geçerli olacak. Üstelik Milor da yüzde 51’in içinde. Hiç onun oyuyla bizimkisi bir olur mu?

14. Breaking Bad (Beşinci sezon)

İleride televizyon dizilerine belki de kitap muamelesi yapacaklar.

‘Savaş ve Barış’ değil de onun dizisi ya da o dizinin bazı sezonları klasik olacak. Bu yüzden en iyi sezonların belirlenmesinin muhtemel klasikler listesine de hizmeti var. Eleştirileri havuz haline getirip puanlama yapan internet sitesi Metacritic’e göre, Breaking Bad’in beşinci sezonu 2010’ların en iyisi. Haksız değil. İçinde muazzam bölümler mevcuttu. En çok akla gelen de (ileriye bir klasik dizi bölümü olarak aktarılabilecek) çöküş temalı ‘Ozymandias’ (Sezonun 14’üncü bölümü). Bu bölüm zaten birçok eleştirmene göre televizyon için üretilmiş en önemli eserler arasında.

15 - 18 Dört klasik dizi bölümü

ringertv.com’un çok tartışma yaratan ‘Gelmiş geçmiş en iyi 100 dizi bölümü’ listesinden klasik adayları:

Constant - Lost (S4 B5)

Biraz bilimkurgu, biraz romantizm… Sevgi, zamanda kaybolmayı bile engeller mi? Lost, bu gözyaşı yüklü bölümde kendi zirvesine çıkmıştı; bu listenin de tepesine çıkmış.

The Suitcase - Mad Men (S4 B7)

İyi dizilerin en olgun dönemi dördüncü sezonları. Düşüş sonra başlıyor. Don ve Peggy (Jon Hamm ve Elizabeth Olson) karşı karşıya geçmiş, Muhammed Ali-Sonny Liston maçını izleyen dünyanın geri kalanından izole, eteklerindeki taşları döküyorlar. Gerçek bir ‘El Clásico’.

The Rains of Castamere - Game of Thrones (S3 B9)

Bu bölümü herkes ‘Red Wedding - Kızıl Düğün’ olarak biliyor. Önemi: Bunu seyrettikten sonra bir dizide, hiçbir başrolün hayatının garantide olmadığını anlamamız.

Who Goes There - True Dedective (S1 E4)

True Dedective, ringer.com'a göre “Televizyon dizisinin sinema kıvamına geldiği yer” idi. O kıvamın klasik örneği de işte bu bölüm.

 18-10/26/screen-shot-2018-10-25-at-164828.png

19 - 22 Geleceğe kalacak dört albüm

Elephant - White Stripes

Led Zeppelin albümleri klasik midir? Tartışmaya bile gerek yok. İşte White Stripes albümleri de öyle klasik olacak. Çünkü rock’ta geleneği geleceğe taşıyan yol en çok Jack ve Meg White’ın müziğinin içinde genişliyordu. Bu yoldaki en önemli albüm de ‘Elephant’.

My Beautiful Dark Twisted Fantasy - Kanye West

Bugün artık başat hale gelmiş rap, hiphop kültüründe çıtayı en yukarıya taşıyan, “Raconu da bundan sonra biz keseceğiz” diyen albüm buydu. Sene 2010’du; endüstriye de halen West’giller hâkim.

Get Lucky - Daft Punk

Tek bir şarkı bir döneme fon müziği olabilir mi? Daft Punk’ın Get Lucky’si böyle bir şarkı. İleride nostalji yaparlarken bol bol çalarlar artık.

Beyoncé - Beyoncé

Bir Beyoncé zirvesi… Aynı zamanda bir popüler kültür zirvesi. Alanının en iyileri kafa kafaya vererek yaptığı deneysel bir çalışma. Dinleyiciler tarafından da ödüllendirildi. Haber verilmeden yayımlanmasına rağmen, iTunes’ta o zamana (2013) dek en hızlı satan albüm oldu.

23. Westworld’den önce o vardı

Klasik olabilecek çok video klip var ama burada zarımızı umulmadık (underdog) bir eser için atalım. Jack White’ın ‘Would You Fight For Me, My Love’ı gelecekte ‘retro’ değeri görmek için gereken her şeye sahip: Dönemin rengi mavi, androjenliğe çeyrek kalmış insanlar, kontrolden çıkan dünyayı göstermek istercesine Vahşi Batı usulü bar… Westworld’den önce bu klip vardı!

24. Baronun dağlardaki yuvası

Kötülük her zaman çok sattı; ileride de satacaktır. Kolombiyalı uyuşturucu taciri Pablo Escobar’ın imajı başta Narcos dizisi, birçok popüler kültür ürünüyle müthiş bir popülariteye ulaştı. Escobar’ın, içinde bir zamanlar hayvanat bahçesi de barındıran evi Hacienda Nápoles bugün turistlerin uğrak noktası haline geldi. Gelecekte de ziyaret edilecektir. En azından kötülüğün cisimleşmiş halini görmek için.

25. Ronaldo’nun röveşatası

Geçen yılın futboldaki en spektaküler hareketi, Ronaldo’nun Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde, yağmur altında Juventus’a attığı röveşata golüydü. Öyle üst düzey bir goldü ki bu, hevesleri kursağında kalan İtalyan taraftarlar bile üzüntülerini bir kenara bırakıp Ronaldo’yu ayakta alkışladılar.

26. Buradan az önce Usain Bolt geçti

2008 Pekin Olimpiyat Oyunları… 100 metre finali. Usain Bolt, rakiplerini geçmekle kalmıyor. Son metrelerde sağa sola bakarak eğleniyor da. Seyredenler unutamıyor, gelecekte de unutulması mümkün değil.

27. Onlar sahaya kazındı, maç da hafızalara

2010’daki Wimbledon Tenis Turnuvası’nda tek erkekler birinci tur maçı. Amerikalı John Isner - Fransız Nicolas Mahut’la karşı karşıyaydı. Siz isterseniz, “İki gladyatör karşı karşıyaydı” deyin. Normalde kimsenin dönüp bakmayacağı karşılaşma bitmek bilmedi, epik bir hal aldı. Maçın final seti bile o ana dek kaydedilen en uzun maçtan daha uzun sürmüştü. Düşünün, kortun üzerinde iki defa gün battı. 11 saat beş dakikalık maçı Isner kazandı ama öyle muazzam mücadele edip yorulmuşlardı ki iki adam birbirine karışmıştı. Bu birinci tur maçı, o senenin finalinden (Nadal - Berdych) daha çok hatırlanır. 50 yıl sonra da hatırlanacak.

28. Türkler otobüse binmeden…

2008 Avrupa Şampiyonası Çeyrek Finali… Türkiye - Hırvatistan A Milli futbol maçı… “Türkler otobüse binmeden maç bitti sayılmaz” lafı işte bu maçla yerine oturdu. Daha önce de ‘geri dönüşlerin’ kralı sayılıyorduk ama bu başka. Uzatmaların sonunda gol yiyip, uzatmanın uzatmasında tekrar atmayı futbol literatürü bu düzeyde bir daha yazmadı.

29. İlk tasarımından beri klasik

İyi tasarım, doğru standartlar… İki teker bir sele. Klasik kelimesinin vücut bulmuş hali. Üstelik dünyanın şu an için belki de en ‘pozitif’ nesnesi… Bisikletin kendisi gelecekte de hem huzur hem ilham vermeye devam edecek. Bugünden geleceğe Trek Madone 9 serisi taşınabilir.

30. Yüz yıllık retro olur mu?

Gelecekteki motorsiklet tutkunları bugünlerden nelerle ilgilenecek? Ducati Scrambler, 2010’larda 1970lerin çizgilerini taşıyarak öne fırlamıştı. 2070’lerde de adı ‘retro motorsikletler’ arasında anılabilir.

31. Uzayda bir otomobil var

Elon Musk’ın ürettiği Tesla Roadster marka elektrikli otomobiller zaten çağın simgelerindendi; bu araçlardan biri geçen sene uzaya gönderilip yörüngeye oturunca tam oldu! Musk bir çılgınlık daha yapmazsa dönem klasiği olarak bu araç hatırlanacak.

32. 2045’te Spielberg için sınav vakti

Steven Spielberg’un elinden çıkma, Ernest Cline’ın aynı isimli romanından uyarlama delifişek bir film: Ready Player One… Bugünün en önemli unsurlarından video oyun kültürüne bir saygı duruşu niteliğinde. Hem onun nasıl oluştuğunu anlatıyor hem de meseleyi geleceğe bağlıyor. Zamanın testine en çok bu film tabi tutulacak. Zira 2045’te geçiyor. 2045’in insanları bakalım ikna olacak mı?

33. Buralar hep vahşi batıymış

Bugünlerimize hâkim olan o kadar çok video oyunu var ki. Assassin’s Creed, FIFA serisi, World of Warcraft… Ama günün ruhunu en iyi okuyan kuşkusuz Grand Theft Auto V oldu. Hukuk dedik, eşitlik dedik, insanlık dedik ama halen bir tür ‘Vahşi Batı’da yaşıyoruz. GTA işte bunu bize en azından yalansız yaşattı.

34. Pardon, saatiniz kaç?

Amerikalı sanatçı Christian Marclay, imkânsız denecek şeyi yaptı ve ‘Elm Sokağı’nda Kabus’tan ‘Pulp Fiction’a, içinde saat geçen kareleri kullanarak tam zamanlı bir film üretti. ‘The Clock’ isimli film aslında filmden ziyade akıl almaz bir delilik. Ama ‘klasik’ bir delilik olarak hatırlanacak. Çünkü tam 24 saat süren ve popüler kültürü fragmanlarla sunan 2010 yapımı film o kadar ilgi gördü ki halen dünya müzelerini dolaşıyor. Görmek isteyen varsa, şu an Londra’da Tate Modern’da.

 18-10/26/screen-shot-2018-10-25-at-164835.png

35. Sanatçının bir sanat eseri olarak portresi

Çinli sanatçı Ai Weiwei’nin hemen tüm eserleri geleceğe kalacaklar listesine girer de, şu ara Berlin’de yaşayıp üreten (ve geçen sene Sabancı Müzesi’ndeki sergisiyle ülkemize de gelen) sanatçının bizzat kendisi bir ‘klasik’. Hayat öyküsü, kural tanımazlığı ve çağın gereklerini hem teknoloji hem iletişim anlamında kullanmasıyla sanatçının kendisi, gelecektekilerin üzerinde çok kafa patlatacağı bir eser.

36. Her şey onun ardından geldi

2000’ler onunla başladı (Apple, ilk versiyonu 23 Ekim 2001’de piyasaya sürdü). Müzik tüketimi onunla değişti. Birçok yeniliğin yolunu o açtı. Gelecekte elbette iPod kullanmayacaklar (biz bile kullanmıyoruz artık) ama müzelerde illa yer verecekler.

37. Bir fotoğrafa kaç ünlü sığar?

Bradley Cooper, Brad Pitt, Ellen de Generes, Meryl Streep, Lupita Nyong’o ve daha kimler kimler, 2014’teki Oscar selfie’si için buluştu. De Generes bu çağın iki iptilası selfie ve Twitter’ı birleştirdiği ‘eserinde’ yani ‘tweet’inde şöyle yazmıştı: “Bradley’in kolu azıcık daha uzun olsaydı… Çekilmiş en iyi foto. #oscars.” O gece ödül töreninden çok bu tweet konuşuldu. Gördüğünüz gibi halen de konuşuluyor. Bradley’nin kolu daha uzun olsaydı daha kaç kişi kareye girecekti acaba?

38. Beni öp sonra doğur beni

Popüler kültürün zirve anlarından… 2003’teki MTV Müzik Ödülleri gecesindeki ortak performanslarında Madonna’nın Britney Spears’ı öpmesi öyle ses getirdi ki, Spears’ın tepetaklak giden kariyerini canlandı. Cemal Süreya’nın ‘Beni öp sonra doğur beni’ dediği kadar var.

39. ‘Sen Olsan Bari’nin kaç versiyonu var?

Bizim Britney Spears’ımız da Aleyna Tilki… 50 yıl sonra kariyeri nerede olacak bilinmez ama henüz 17’sindeyken geçen yazın hiti ‘O Sen Olsan Bari’yle yaptığı çıkış, hep akıllarda kalacak. YouTube’a bakıp kaç versiyonu olduğunu sayın yeter.

40. Reality televizyonun zirvesi

Ünlülerin hayatını merak ederiz. Peki ünlülerin her şeyini merak eder miyiz? Ünlüleri ünlü oldukları için mi merak ederiz? Yoksa biz onları merak ettiğimiz için mi ünlü olurlar? Geçen ağustos ayında 15’inci sezonuna başlayan ‘Keeping Up With The Kardashians’, hem asla tam olarak cevaplanamayan bu soruların yarattığı gri bölgede çalıştı hem de bir ailenin (ya da iki ailenin: Kardashian’lar ve Jenner’lar) tüm fertlerini üne kavuşturdu. Geleceğin sosyoloji/antropoloji kitaplarında yeri olacaktır.

Şahsi klasiklerimiz ne olacak?

Hep filmi, diziyi, kitabı listelemekle olmaz; bugün klasik haline gelmiş davranışlarımız, hallerimiz ne olacak? Onlar da geleceğe kalacak mı? Yoksa bizden sonrakiler başka hayatlar mı yaşayacak?

41. Smart casual çıktı mertlik bozuldu

O kadar Mad Men’i boşuna seyretmedik… Kısa bir zaman öncesine kadar ofiste iyi giyinmek bir klasikti. İsterseniz anne babalarınızın fotoğraflarına bir bakın. Sonra ‘smart casual’ çıktı mertlik bozuldu. Önce takım elbiseler kalesini kaybetti, sonra kravatlar çıkartıldı; nihayet takım elbise yerine geçen o bol kesim, rahat gömlekler de bir köşeye kondu. Bir kot-bir tişört, işe gelip gitmeye yeter oldu. Bizim kuşak, ofislerde çok rahat yaşadı. Peki ya gelecekte? Ciddi giyinme geri dönebilir. Ama herkes için değil. Evden çalışanların sayısı daha da artacak, ofiste kalanlarsa ofisin hakkını verecektir.

42. Müzik listelerini kim hazırlayacak?

Bir asır önceymiş gibi geliyor ama daha doksanlarda sadece müzik kaseti satan dükkânlar vardı. Biz daha ortaokula gidiyorduk, harçlığımız azdı, bütün müzikleri dinlemek istiyorduk, e ne yapacaktık? İmdadımıza ‘karışık kaset’ koşardı. Dükkâna gider, listemizi verir, listedeki şarkılardan oluşan kaseti ertesi gün alırdık. Ya da orada çalışan abilerimiz bize uygun gördükleri kaseti, “Bak bunu seveceksin” diyerek bizzat kendileri hazırlardı. Şimdi karışık kaset uzak bir mazi; artık Spotify’ın, Apple Music’in ‘karışık liste’leri var. Müziğe ulaşmak hiç sorun değil. Bir öğrenci, harçlığıyla bütün dünyayı dinleyebilir. Gelecekte böyle mi olacak? Karışık listeler ‘klasik’ mi kalacak? O da tarihe karışacaktır. Ama ‘abiler’ yine devreye girebilir. Çünkü müzik bolluğunda hepimize iyi küratör lazım. Muhtemelen o küratör bizi bizden iyi tanıyan AI olacaktır.

43. Beyaz atlı prenses ne zaman gelecek?

Beyaz atlı prens bir zamanlar klasikti; erkekler, genç kızların onları hayaller kurarak beklediklerini düşünürdü. Bazıları gerçekten beklerdi belki de. Bugün kadınıyla erkeğiyle herkesin atı var. Her alanda olmasa da (örneğin iş yerlerindeki maaş dengesi ve yönetici pozisyonları çok değişmedi) cinsiyetler arasındaki eşitlik meselesinde bir yerlere varıldı. Gelecekte ne olacak? Kimilerinin kesin gördüğü, kimilerinin ihtiyatlı davranarak sadece ‘umduğu’, dengenin daha da sağlamlaşacağı ve rollerin birbiri içine geçeceği. Beyaz atlı prensin geri dönmeyeceği kesin. Ancak yanında bir de beyaz atlı prenses olması şartıyla hayallerimize tekrar karışabilir.

44. Baba-oğul maça gider miyiz?

Eylül başında bir hafta sonu, Hamburg’da Emil isminde çocuk arkadaşlarını da toplayıp bir eylem yaptı: Anne babalarının kendileriyle ilgilenmeyip, vakitlerini cep telefonuyla geçirdiğinden şikâyet ediyorlardı. Sloganları da çarpıcıydı: Telefonunla değil benimle oyna! Yazık. Hakikaten yazık. Çocuklara şunu söyletiyor olmamız esef verici. Klişe deyişle ‘kaliteli zamanın’ suyunu çıkarttığımız belli. Peki ne olacak? Örneğin baba-oğul maça gitme klasiği rafa mı kalkacak ileride? Hayır ama çok aşınacak belli ki. Şimdiden aşındı. Maça gidiliyor ama hem babanın hem oğlun elinde birer telefon, birbirleriyle pek konuşmuyorlar bile. Halbuki stadyum bir konuşma alanıdır. Bu bir işaret. Gelecekte telefonu ellerinden bırakabilen babalar, çocuklarıyla belli ki maça gitmeyecek; doğaya gidecek. Ormanda, derede, kurtla kuşla, baş başa ve konuşarak vakit geçirecekler. Sonra da en çok o anları hatırlayacaklar. Takdir edersiniz, hiçbir çocuk babasının cep telefonunu karıştırdığı anları anmaz.

45. Klasın standartları hiç değişmez

Koleksiyon yapmak her zaman klasiktir ve de klas bir harekettir ama neyin koleksiyonu yaptığımız zamanla değişiyor. Pul koleksiyonu yapan kalmamıştır örneğin; düşünün, bir zamanlar bu ciddi bir uğraştı. Ne var ki, iki-üç objenin koleksiyonunu yapmak halen birer klasik. İleride de öyle kalacak. Çünkü ‘klas’ın standartları pek değişmedi. Örnekler: Plak, kalem ve adı üstünde ‘klasik’ otomobil koleksiyonları… Kimin neye gücü yetiyorsa artık.

46. Onur, holo-toplantıyı terk etti

Bir dönemler, köylerdeki enformasyon merkezi çeşmelerdi. Suya giden genç kızlar köyün ‘sansasyonel’ haberlerini birbirlerine iletirdi. Beyaz yakalıların çalıştığı çelik ve camdan ofislerde de durum pek farklı sayılmazdı. Su makinaları, kahve otomatları, çay kazanları, mutfaklardaki su ısıtıcıları yani bir bardak bir şey içebileceğimiz her yer, iki veya daha fazla kişinin bir araya gelip işyerininin dedikodu kazanını kaybettiği alanlar oldu. Onların tahtını önce Messenger ve Gtalk salladı (Şimdi onların da yerinde yeller esiyor). Yeni kral WhatsApp. Ne dönüyorsa WhatsApp gruplarında dönüyor. Güzel bir diplomasi deyişi vardır: “Ortadoğu’da masada değilsen mönüdesin demektir”. WhatsApp’ta da bir gruba üye değilsen (hatta o gruptan haberin bile yoksa) ‘mönüdesin’ demek, aman dikkat. Dünyada dedikodudan daha hızlı ilerleyen bir şey yok; teknolojisi de ona göre ilerliyor. Gelecekte ‘WhatsApp grupları’ klasiğimiz kalmaz; yerine ne gelir? Holo-toplantılar? Avatar günleri? Neden olmasın?

47. Arka taraflardan iki bilet kalmadı

Genç âşıklar için adres belliydi. Birçok ilk öpücük sinemada yaşanmıştır. Peki şimdi sinemalar eskisi gibi aşk mekânı mı? Değil. Çünkü çoğu sinema AVM’de ve AVM sinemaları da hep aydınlık. Âşıklara rahat edecekleri gölgeli ortamları asla sağlamıyorlar. Gelecekte ne olacak? Topluma bağlı. Ya böyle bir ihtiyaç kalmayacak yani gençlerin ne yaptığına kimse aldırış etmeyecek ya da… Aman, onu da gelecektekiler düşünsün…

48. Beni tanıdıkça seversin!

Eskiden sevgilinin (ya da potansiyel sevgilinin, platonik aşkın, yaz aşkının, vs.) bizden öncesini hiç bilmezdik ya da çok az bilirdik. Eskiden derken, 2000’li yıllardan bahsediyorum. Sonra hayatımıza sosyal medya girdi. Sosyal medyayla beraber de ‘stalking’i öğrendik. Şimdi istediğimiz herkes hakkında, o daha ağzını açmadan, hatta bizim farkımızda bile değilken, az buçuk, bazen de epey (kişiye göre değişiyor) malumat sahibi olabiliyoruz. Kiminle arkadaş, nerede ne okudu, nerede tatil yaptı, hangi yemekleri seviyor? ‘Birbirini zamanla tanıma’ klasiğinin son kullanma vakti geçti yani. İleride geri dönmesi de beklenmiyor. Hatta yakın gelecekte, ilişkiye başlamadan evvel, karşıdaki kişinin hayatının her alanına dair daha ayrıntılı bilgilere sahip olma beklentisi de hâkim olabilir. Hayatın her alanı derken, evet, her alanı kast ediyorum.

49. Bu adamı daha önce buralarda gördün mü?

Eh, bu kadar açık olmanın handikapları var. Karizmanın yolu çünkü çoğu zaman gizlilikten geçer. Büyük harflerle yazılmış, altı çizilmiş ‘özel hayat’tan geçer. Karşınızdaki insanın sizi merak etmesinden geçer. Birisine ‘döküldüğünüzde’ ve bunu sürekli yaptığınızda belki neşeniz artar ama ilişkideki denge de bozulur. Eskiden cool ve ihtiyatlı adam olmak bir sosyal statü klasiğiydi. Bkz. Mad Men’deki Don Draper. Şimdi toplum sizden her şey hakkında açık ve dışa dönük olmanızı bekliyor. Gelecekte hangisi kalacak? Etrafta o kadar çok gürültü var ki (ve belli ki ileride daha da artacak) farkı yine Don Draper olmak yaratacak galiba.

50. Koş Lola koş!

Spor salonuna gitmeyen var mı? En azından bir dönem? En fazla birkaç kişi bu soruya “Hayır” der. Onlar da yeminli değillerse, gideceklerdir. Bugünün klasiği, ’spor salonu üyeliği’. Bu konuda, mesela bir on yıl öncekinden farklı bir noktadayız. Eskiden, insanlar üye olur ama bir iki defa ter döktükten sonra spor salonlarına gitmezdi. Müdavimler için boş salonda çalışmak da, evet, bir klasikti. İşler değişti. Spor yükselen değer (Bunda mesela GQ Türkiye gibi yayınların da payı var). Bir yandan da Survivor tipi programlar, düzgün fizikli insanların her koşulda öne geçeceğine dair bir algı yarattı. Gerçekten öyle mi? Gelecekte ne olacak? Tahminler var. Spor düşüşe geçmeyecek. Ama yine Survivor’ın imrendirdiği üzere, çıkabilenler daha çok doğaya çıkacak. Koşacak, yüzecek, atlayacak, zıplayacak. ‘Spor salonu vs doğa’ karşılaşmasında doğanın şansı giderek artıyor.

İZLE
GQ TV: Gelecekte Bir Gün
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası