Kitaplardan bahsetmenin en iyi yolu, onları hiç okumamaktır bazen. Açın Google’ı veya Wikipedia’yı, size istediğiniz kitabın anlam ve önemini anlatsınlar. Ayrıntılara, hikayenin tamamına neden ihtiyacınız olsun ki? Gereken tek şey, anahtar sözcükler. Mesela Ulysses adlı kitaptan bahsetmek için kilit isim ve ifadeler şunlar: James Joyce, modernizm, bilinç akışı, Dublin, Leopold Bloom, Stephen Dedalus. Ulysses’in, Homeros’un Odysseia destanının modern bir yeniden anlatımı olduğunu, kitabın müstehcenlik yüzünden yasaklandığını ve tüm zamanların en karmaşık romanı olarak görüldüğünü de bir kenara not edin. Partiye gitmeye hazırsınız.
Dürüstlük, gerçekler, hakikat nerede kaldı, diyeceksiniz. Medeniyet ve sofistikasyon, bazen bunları reddetmek anlamına gelebiliyor. Katıldığınız partide kravatınız veya saç şekliniz yüzünden alay konusu olabilirsiniz. Ama kimsenin sizi okuduğunuz kitaplarla ilgili sorguya çekeceğini düşünmeyin. Fransız Prof. Pierre Bayard’a göre, kültürlü olmanın bütün kitapları okumakla alakası yok. Tam tersine. Okumasanız daha iyi. Bayard, How to Talk About Books You Haven’t Read (Okumadığınız Kitaplar Hakkında Nasıl Konuşursunuz?) isimli kitabında kültürlü olmanın, ayrıntılarda kaybolmak yerine büyük resmi görmek anlamına geldiğini söylüyor.
Tezini kanıtlamak için okumadığını, yalnızca karıştırdığını söylediği, Robert Musil’in Niteliksiz Adam kitabındaki bir sahneyi kullanıyor Bayard. Kitabın asker kahramanlarından General Stumm, militarist kafasıyla bir gün “dünyadaki bütün kitaplara hakim olmaya” karar veriyor ve imparatorluk kütüphanesini ziyaret ediyor. “Ne kadar yorucu olsa da” günde bir tane kitap okuyarak bu âleme ne kadar sürede hükmedebileceğini hesaplarken, kütüphaneci ona “3.5 milyon kitabımız var burada” diyor. General hesaplıyor: “Ofise döndüğümde kalemi kağıdı çıkarıp hesap yaptım. Plânımı gerçekleştirmek için 10 bin yıla ihtiyacım vardı.”
Pek çoğumuz gibi, Stumm’ın okuduğu kitapların da “bütün kitaplara” oranı, sıfır sayısının yanındaki bindelik hanede duruyor. Akıntıya karşı kürek çekmek diye buna derler. Kütüphaneci bir ara generalin yanına sokuluyor, “Buradaki kitaplardan kaç tanesini okudum, biliyor musun?” diye soruyor: “Hiçbirini. Çünkü iyi bir kütüphaneci olmanın sırrı, kitapların yalnızca içindekiler kısmını ve başlıklarını okumaktır. Kitapları okuyan kütüphaneci kendini kaybeder. Perspektifini kaybeder.”
O kadar doğru bir gözlem ki bu, insan daha önce dile getirilmemesine şaşırıyor. “Kültürlü insanın odaklandığı yer, herhangi bir kitap değil, kitaplar arasındaki bu bağlantılar ve ilişkiler olmalıdır” diyor Bayard. Hepimiz kendi kütüphanelerimizin kütüphanecileriyiz. Musil’in romanındaki karakter gibi biz de tek bir kitapta kaybolmak yerine, ziyaretçimize büyük manzarayı göstermekle yükümlüyüz.
Bayard bir profesör. Her hafta yüzlerce öğrencinin karşısına çıkıyor. Çocukluğunda okuduğu, hiçbir bölümünü hatırlamadığı, tek bir sayfasını bile görmediği, yalnızca başka bir yapıtta bahsedildiğini duyduğu kitapları, öğrencilerine okumuş gibi anlattığını söylüyor: “Kendimi çoğunlukla şu düşünceyle rahatlatmaya çalıştım: Beni dinleyen kişiler de hiç kuşkusuz benimle aynı durumdaydılar, kitap hakkında benden daha fazla şey bilmiyorlardı.”
Lisedeki edebiyat öğretmenim bu cümleyi okuyunca benden nefret edecek. Lakin kitapların okumak için değil, onlardan bahsetmek için var oldukları yönünde güçlü deliller var. Bu acı gerçeği Balzac’ın en ünlü kahramanlarından Lucien Chardon da keşfetmiş zamanında. “Paris, seni fethedeceğim!” diyerek yola çıkan Lucien, burada yayıncılık ve gazetecilik âlemlerini yöneten küçük çevrenin içine giriyor. Tanıştığı gazeteci Etienne Lousteau, parasızlık yüzünden, zamanında hakkında yazı yazdığı kitapları satıyor. Lucien bir de bakıyor ki sayfalar hiç açılmamış. “Şöyle bir karıştırdım yalnızca” diyor bunun üzerine Lousteau.
Ama Balzac’ın okumamak hakkındaki öyküsü burada bitmiyor. Şiir yazan, büyük bir şair olmayı isteyen ve bir yayıncıya şiirlerini göndermeye hazırlanan Lucien, Lousteau’yla birlikte şiirlerinin el yazması sayfalarını mürekkeple işaretliyor. Yayıncının şiirleri okuyup okumadıklarını böylece anlayacaklar. Yayıncı Dauirat, Lucien’e şiirlerini çok beğendiğini ama “iyi satmayacakları” için yayınlanamayacağını söylüyor. Lucien dikkatle baktığında, şiirlerinin okunmamış olduğunu fark ediyor. Sonra da Dauirat’ın okumadığı halde şiirleri hakkında konuşabildiğini.
Bayard, kitapların içinin değil, kitaplar hakkında yaratılmış fikirlerin egemenliğinde olduğumuz bir çağı tarif ediyor. Dauirat, Hugo’nun kitaplarını basmadan önce okumadığı gibi, Lucien’inkileri basmayı reddederken de buna gerek duymuyor. Çünkü yazarlar ve kitapların kültürel değerlerine ulaştıkları düzlemde okumak istisnai bir eylem.
Tarihte bu teoriyi destekleyen pek çok güçlü düşünür var. Örneğin Paul Valéry. Çağdaşı olan romancı Proust öldüğünde şöyle yazmış: “Proust’un büyük romanının ilk cildini pek az okumuş olsam da (...) Kayıp Zamanın İzinde’den okuduğum kısacık bölüme dayanarak çok iyi farkındayım ki, edebiyat sanatı büyük bir kayıp yaşamış durumdadır.”
Valéry, Proust hakkında André Gide ve Léon Daudet’nin ne kadar övgü dolu satırlar yazdığını okumuş. Bu iki yazar bu konuda anlaşabiliyorsa, kendisinin de Proust’un büyük yazar olduğuna kefil olacağını söylüyor. Zaten Valéry, çok az okuduğunu söylediği Proust romanlarının da okumamak ve unutmak üzerine oldukları görüşünde: Onun kitaplarının tek bir sayfasını açıp şöyle bir bakarak tamamı hakkında bir fikre sahip olabilirsiniz. Kitabın her sayfası, merkeze eşit uzaklıkta. Hepsini okumanıza gerek yok.
Pek çok konuda olduğu gibi, burada da en veciz sözü Oscar Wilde söylemiş: “Eleştireceğim kitapları hiç okumam, onlar hakkında önyargıya kapılmamak için.” Bir kitaba 10 dakika ayırmanın yeterli olduğunu, dikkatli bir gözün ilk birkaç sayfaya bakarak bütün anlamını çıkarsayabileceğini belirtmiş. Kitaplara kölece bir bağlılık, onları okumayı her şeyin önüne koyan bir dünya görüşü, ona kalırsa insanın kendini gerçekleştirmesine de engel. Ne de olsa kitapları okuma külfeti ortadan kalktığında, okurlar özgürlüklerine kavuşuyor.
Bayard, okurun yazara dönüşme imkanı taşıdığı nokta olarak da tam burayı gösteriyor. “Pasif okurların saflarına katılmayın” diyor, “Yalnızca kitapları okumak konusundaki suçluluk duygusunu yenen kişilerin dahil olabileceği projemin amacı, sizleri birer yaratıcıya dönüştürmek.”