The Weeknd vs. Abel Tesfaye
Dergi Konuları

The Weeknd vs. Abel Tesfaye

Kendini anında belli eden sesi ve milyarlarca kez tıklanan şarkılarıyla o dünyanın her yerinde, herkes tarafından tanınan bir sanatçı. Peki Abel Tesfaye’nin bittiği, onun yerine karanlık, görece daha kirli personasının başladığı yer neresi? GQ Sonbahar sayısında yayınlanacak ilk #GQGlobal projesi için Mark Anthony Green, ünlü sanatçının bu konuya nihayet açıklık getirmesini sağlıyor.

YETİŞKİN FİLMLERİ. RENKLİ TELEVİZYON. SU YATAĞI. Bu saydıklarım, Hollywood Bulvarı’nda gizlenmiş saatlik kiralanan bir motel olan Harvard House’un 2021’de hâlâ gururla reklamını yaptığı üç özelliği. Bir Yelp kullanıcısı, “Bu boktan yerden kesinlikle KAÇININ” başlıklı yorumuyla tek yıldızlı bir değerlendirme bıraktığında, buranın zamanımızın en büyük küresel pop yıldızlarından birinin geçici sığınağı olacağını öngörebildiğini sanmıyorum.

TheWeeknd

O ise üzerinde ince çizgili Louis Vuitton takım elbisesi ve giymek için güvenlik iznine ihtiyacınız varmış gibi görünen Celine Cuban topuklu ayakkabılarıyla bir duvara yaslanmış halde duruyor. Stil asistanları ve kuaförler etrafında vızır vızır dolaşıyor, hazırlıklar yapıyor ve tüm detayları hesaplıyor. Bugün başlı başına kendine ait bir şöhreti olan saçları, duvara yaslanmış Afro’dan minik bukleler halinde mükemmel bir şekilde aşağı dökülüyor. Her haydut bobin güneşten gelen ışığı çekerek hale gibi bir şey yaratıyor. Los Angeles’taki yüksek sıcaklık uyarısına rağmen alnında tek bir ter damlası veya parlama yok. 

TheWeeknd

Monitörün etrafında toplanan ve beliren fotoğraflara bakan herkes aynı şeyi düşünüyor: “Bu o. Yıldız çocuk.” Listelerdeki en seksi müziğin mimarı. 55. Super Bowl’un tek kazananı. Dünyada en çok arzu edilen kadınlardan bazılarının sevgilisi. Yüzünü göstermeden R&B müziği, üç gizemli mixtape ile değiştiren Etiyopyalı çocuk. Falsetto’suna rakip çıkabilecek tek kişi GOAT olan bir isim. Çocuklar tarafından aday gösterildiği bir ödül töreninde uyuşturucu temalı şarkısıyla ismi geçen bir pop yıldızı. Harvard House’da daha önce garip şeyler yaşanmış olabilir ama Abel Tesfaye, namıdiğer The Weeknd’in burada olması hiç de fena sayılmaz. 

Fotoğraf çekiminden bir gün önce, Century City’de aynı adamla buluştum. Giydiği siyah Online Ceramics kapüşonlu üst ve eşofman altı, modadan çok fonksiyona hizmet ediyor. Ayakkabılarını hatırlamıyorum ama Küba tarzı topuklular da değildi. Sağ omzundan bir sırt çantası sarkıyordu; tüm gün Uber’le oradan oraya gidecekmişçesine doluydu. Disko tarzı pilot gözlükleri yoktu. Afro saçları havalandırılmamıştı. 18.00’de buluşmamız gerekiyordu. Tekrar tekrar geç kaldığı için özür diledi. 18.07’de gelmişti. 

Dedikoduların gerçekliği bariz: Abel ve The Weeknd birbirinden çok farklı iki kişilik. The Weeknd, tarihte bir solo sanatçının en uzun süre listelerde kalmış şarkısını yapmış olma unvanına ve dünya çapında milyarlarca tıklanmaya sahip. The Weeknd pandemiyi kırmızı bir blazer ceketle LSD’ye batırılmış kurbağaları yalayarak geçirdi. Bu sırada Abel, art arda The X-Files izliyordu (“Herkes onları taklit etti dostum, herkes” dedi). Abel, bir başkası MDMA’den nasıl bahsedebilirse iyi bir gece uykusu almakla ilgili de öyle konuşuyordu. Los Angeles’ı yeniden keşfediyordu. Geçen yıl caddeler boşaldığında uzun yürüyüşler yapmaya başladı. İnceliğin başkentinde, (Ontario, Kanada) sadece orada bulunabilecek bir nezaketi yayıyordu. The Weeknd, “The Hangover” filmindeymişçesine Caesars Palace otelinin suitini darmaduman eden kişiyken Abel filmin ilk 30 dakikasında kaybedilen ve devamında aranan tatlı karakterdi.

 

Video: The Weeknd Işıklar Sönene Kadar GQ Okuyor

 

 

Abel ve The Weeknd arasındaki fark nedir?

Başlangıçta sınırlar belirsizdi. Kariyerimde ilerledikçe –bir erkek olarak geliştiğimde– her gece eve döndüğümdeki kişinin Abel olduğu daha da netleşti. The Weeknd ise işe gittiğim kişi. 

O zaman ben The Weeknd’le mi Abel’le mi bu röportajı yapıyorum?

Bence şu an Jekyll ve Hyde durumu yaşıyorsun.

Hangisi Jekyll, hangisi Hyde?

Bilmiyorum. Abel bazen bir baş belası olabiliyor. Ama sanırım The Weeknd Hyde; Abel ise Dr. Jekyll.

TheWeeknd

İnsanların senin karanlık biri olduğunu düşünmesiyle ilgili nasıl hissediyorsun?

Karanlık değilim. Sanatım karanlık ve karanlık zamanlardan geçtim. O karanlık dönemleri sanatım için ilham olarak kullandım. Ama şöyle hissediyorum; karanlık olmadığım için bunu bir kanala dönüştürebildim, müziğime ve sanatıma katabildim. 

Anonim olmanın asıl sebebi neydi?

Bilmiyorum. Belki de bu konuyla ilgili daha derin bir mesele var. Ama benimle ilgili olan kısım hiçbir zaman sanatçıyla veya sanatçının imajıyla ilgili değildi. “House of Balloons” albümüm çıktığında kimse neye benzediğimi bilmiyordu ve bence bu en önyargısız tepkiyi alabileceğiniz durum. Çünkü işin içinde yüzünüz yok. Özellikle ağırlıklı olarak sanatçının nasıl göründüğünden etkilenen bir janr olan R&B’de durum böyle. 

İlk ne zaman kendi sesini duydun ve özel olduğunu anladın?

Küçükken şarkı söylediğim için cezalandırılırdım çünkü hep şarkı söylemek isterdim. Sesim iyi mi kötü mü bilmiyordum. Sadece hep şarkı söylemek isterdim. Sınıfta şarkı söylerdim. Yemek masasında şarkı söylerdim. Ve bu uygunsuz olduğu için de başım belaya girerdi. En iyi arkadaşım La Mar ile tanışana kadar sesimin nasıl olduğunu fark etmedim. Şarkı söylerken beni duydu ve “Canadian Idol’da şarkı söylemelisin” dedi.

Canadian Idol’a katıldın mı?

Hayır! Ama sonrasında kızlara şarkı söylemeye başladım ve harika geri dönüşler aldım. Bu dediğine ikinci örnek “What You Need” çıktığında gerçekleşti. The Weeknd’den çıkan ilk şarkıydı. Kimse nasıl göründüğümü bilmiyordu. Henüz popüler değildim ve hayatımda sıkıntılar yaşıyordum. Yakın bir arkadaşım bana American Apparel’da bir iş bulmuştu. Bir gün mağazada kıyafet katlarken biri şarkıyı çaldı. Tabii o sırada kimse The Weeknd’in kim olduğunu bilmiyordu.

TheWeeknd

Çok heyecanlanmadın mı?

Açıkçası hayır. Dinlemeye ve insanların ne düşündüğünü anlamaya çalıştım. Önyargısız tepkiden kastettiğim bu. Herkesin “Bu şarkı çok iyi” dediğini gördüğümde “Oh!” diyebildim. 

Peki The Weeknd ismi nereden geliyor? 

“House of Balloons” albümünün ismi The Weeknd’di. O zamanlar hâlâ Abel’dim. İsmimi sevmiyordum. Bu yüzden kendime The Weeknd ismini taktım. 

The Weeknd ismini o günkü kadar seviyor musun?

O günkü kadar mı?

Evet.

Hayır; hâlâ seviyorum ama bence şu an üzerimdeki The Weeknd ceketini çıkarmak daha kolay. Abel’den biraz olsun kaçmak için böyle bir seçeneğimin olmasını seviyorum. Kesinlikle eskiden şu an olduğundan daha çok seviyordum. Ancak şu an kendi adımı, Abel’i de seviyorum. 

Abel olarak da müzik yapar mıydın?

Zaten yapıyorum gibi hissediyorum. Hayranlarım bana The Weeknd demiyor. Bana Abel diyorlar. Biraz kafa karıştırıcı ancak şu an The Weeknd büyük bir mirasa sahip. Ve bu ismin hikâyesi henüz bitmedi. 

TheWeeknd

Çoğu videonda The Weeknd öldürülüyor, dövülüyor veya bunlara benzer şeyler başına geliyor. The Weeknd’i öldürmeye olan tutkunun kaynağı nedir?

Çılgınca değil mi? Bence The Weeknd’i, Abel’den ayırmaya çalışıyorum. Galiba birçok kişi “Bu çocuk intihara meyilli” diyor ancak gerçek bu değil. Bence The Weeknd’i dünyadan ayırmaya çalışıyorum ama o yine de geri dönmenin bir yolunu buluyor. Ortaya çıkmaya devam ediyor. Belli ki “Blinding Lights” onun yakın zamanda ortadan kaybolmasına izin vermeyecek.

Ünlü olmayan biriyle çıktığında, o kişinin hayatına bu kadar çok ilgi ve şöhret getirdiğin için kendini suçlu hissediyor musun?

Elbette suçlu hissediyorum. Bu yüzden dikkatleri üzerime çok çekmemeye gayret ediyorum. Ve açıkçası daha “normal” şartların içinde olmayı ben de seviyorum. Lüks, spor bir arabada olmaktansa basit bir yürüyüşe çıkabilmek harika bir his. 

İnternette dolaşan söylentiler şu sıralar ayık veya ayığa yakın olduğun yönünde.

Ayığa yakın diyebiliriz. 

İçki içiyor musun?

Ara sıra içiyorum. Eskiden olduğum kadar alkolik/sıkı bir içici değilim. Alkolün romantik cazibesi artık yok.

Peki diğer uyuşturucular?

Hayır, kullanmıyorum. Uyuşturucu bir koltuk değneğiydi. Buna ihtiyacım olduğunu düşünen bendim ve buna nasıl ihtiyaç duymadan yaşayacağımı bulmak için çaba sarf etmiyordum. Ve son birkaç yılımı bunun farkına vararak ve uyuşturucuya ihtiyacım olmadığı için Tanrı’ya şükrederek geçirdim. Çünkü birçok insan için bundan kurtulmak çok zor. Ama ben istemediğimi biliyordum.

Bu oyunu uzun vadede uyuşturucularla sürdürmek zor.

Doğru. Ve nihayetinde bir ailem olsun istiyorum. İstemediğimi söylemiştim ama istediğimi biliyorum; çocuk sahibi olmak istiyorum. 

TheWeeknd

Peki neden çocuk istemediğini söylemiştin?

İstemediğimi mi?

Evet. Bu bir savunma mekanizması mı yoksa başka bir şey mi?

Muhtemelen. İstemediğimi söylüyorum çünkü kariyerimin gidişatını seviyorum. Ama aynı zamanda çocuk sahibi olmanın beni etkileyeceğini ve bana daha çok ilham vereceğini de hissediyorum.

Bu bana Maluma ile yaptığın “Hawái” remiksindeki şarkı sözlerini düşündürüyor: “Bir bebek sahibi olmayı tatmak isterim / Çünkü en azından bunun geçici olmadığını biliyorum / Ve en azından gerçek olan bir şeyi paylaşacağız.”

Tehlikeliymiş! Yalan mı söylediklerim? Bundan daha gerçek olamaz. 

Gelecekte sahip olacağın çocuklarına cinsel içerikli şarkı sözlerinden bazılarını açıklamak zorunda kalacağını hiç düşündün mü?

Kesinlikle. Ve bunun için hazırım. Günün sonunda bu benim sanatım ve babaları bu insan.

TheWeeknd The Weeknd’in stüdyoda belirdiği ilk ve tek an, Abel bana gelecek albümünden birkaç şarkı çalmasından hemen önceydi. Bana doğru döndü, gülümsedi ve “Hazır mısın?” dedi. Belki elime bir not defteri alıp not almaya hazırlanmalıyım ya da bir su şişesini elimde tutmalıyım gibi doğal bir kaygıdan kaynaklanan bir şey değildi bu. Kaygı, Abel ile alakalı bir şeydi. Buradaki “Hazır mısın?” küçümseyiciydi. Bilirkişi edasıylaydı. Kendine yüzde 100 güveni olan birinin küstahlığıyla söylenen bir şeydi. Haklıydı da. Hazır değildim. 

Müzik stüdyoyu traktör gibi vurdu. Yeni projesi parti şarkılarıyla dolu. Hani çılgın aydınlatmaların, yerlerde beyaz kaplamaların olduğu cinstekilerden. Quincy Jones ve Giorgio Moroder’in arasında bir yerde, hayatınızın en güzel gecesini geçirdiğiniz tarzda bir müzik. Öyle çağdışı disko falan yok. (“Kostüm partisi değil” Abel’in deyimiyle.) O tarz müzik şu anda bu sektörde yine tavan yapıyor ama bunlar yeni şarkılar. Terleten cinsten, güçlü. Takım elbisenin içinde kan ter içerisinde kalmışken rüyalarının kadını/adamıyla dans ettiren tarzda bir müzik. 

“Hep yapmak istediğim albüm” dedi Abel. Bu cümle günlerce aklımda kaldı. Müziğin kendisi de. Dinleyecek başka bir şey bulmak neredeyse imkânsız oldu. Geri kalan her şey kulağa yumuşak gelmeye başladı. Ya da yeterince havalı değildi. Ya da fazlasıyla mutluydu. Ya da çok üzgün. Anladım ki bu sadece The Weeknd’in yapmak istediği albüm değil, bizim de şu an onun yapmasını istediğimiz albüm. 

Daha proje tamamen bitmemiş ama bu yolda devam ederse, sunduğu en iyi şey olacak. Bu –ismi her ne olacaksa– “After Hours”, “Starboy”, “Beauty Behind the Madness”ın hepsinden sonra hiç alışık olmadığımız bir şekilde radyolarda defalarca dönüyor olacak. Üç mixtape yaptıktan sonra piyasaya sürdüğü ve ilk stüdyo albümü olarak kabul edilen “Kiss Land” işte bu yüzden çok gizemli olarak anılıyor. Ses olarak, sözel olarak, görsel olarak diğer çalışmalarının yüksek standartlarını tutturamamış bir iş. Birkaç tane gerçekten güzel şarkı var içerisinde: “Adaptation” ve “Wonderlust” mesela. Ama genel olarak savaşan, sonsuz fikirlerle dolu bir albüm. “Kiss Land” kendi kataloğunda garip bir yere sahip –hele bir de The Weeknd’in gençliğinden beri müziğiyle ilgili bu kadar net bir görüşü olduğunu düşünürsek…

TheWeeknd Kiss Land neden yetersiz kaldı? Seni farklı bir yöne çeken plak şirketi miydi, yoksa…?

Hayır. Tam tersi. Özellikle de ilk albüm olduğu için. Bir çıkış şarkısı olarak belli bir beklenti vardı. Sanırım bu benim için dördüncü albümdü. “Trilogy”de söylemem gereken her şeyi söylemişim gibi hissediyorum; evrene yaymak istediğim her şeyi. Bu şekilde tür ortaya çıktı ve o lanet şarkılardan 30 tane yaptım. Sanırım Kiss Land’e geldiğimde kesinlikle duygusal olarak tükenmiştim. Bir yılda üç albüm yapmıştım. Ayrıca “Take Care üzerinde de çalışıyordum. Ve bunların hepsi 2011’de oldu.

Bu çılgınca bir yarış.

Sonrasında tura çıktım. Jimmy Iovine’nin bana söylediği bir şey var, asla unutmayacağım. “Bırak bir albüm bitirmeyi, bir albüme başlamak turdayken en son yapmak isteyeceğin şey.” “Kiss Land” daha çok tur odaklı bir albümdü. Ve şunu anlamalısın, o noktaya kadar Toronto’yu asla terk etmemiştim. Hayatım boyunca Toronto’daydım. 21 yaşıma kadar hiç uçağa bile binmemiştim.

Coachella’ya 21 yaşındayken katıldın, değil mi?

Evet! Uçağa ikinci binişim Coachella performansı içindi. Ondan önce bir uçak yolculuğuna çıktım; tatil için Kosta Rika’ya gittim. Tura çıkmak, dünyayı görmek… Tokyo’ya, Amerika’ya gittim. Ve bir de üstüne müzik yapmaya devam etmek istedim. Henüz tam bir pop yıldızına dönüşememiştim, bir nevi orta yoldaydım. Ve “Kiss Land”in de öyle olduğunu hissediyorum. Çok dürüst bir albümdü. İnatçı olmak, çok fazla girdiye izin vermemek benim için çok önemliydi. Bir noktada yazma konusunda tıkanıklık yaşadım ve arkadaşım Belly bundan kurtulmama yardım etti. Ve “Kiss Land” bu şekilde ortaya çıktı.

TheWeeknd

Bu durum sana ne öğretti?

Bana şansımı denemekten asla vazgeçmeyeceğimi hatırlattı. “Kiss Land” olmasaydı, bu yeni albümü yapamazdım. Az önce duyduğun şarkı mesela? Bu “Kiss Land”, dostum. Sadece ben “Kiss Land”i nasıl kullanacağımı şimdi anlayabiliyorum. Ama kesinlikle bu en dürüst kaydım. En çıplak halimleydim, en savunmasız şekilde. Yani olan bu.

Tepki ve yorumlar seni hayal kırıklığına uğrattı mı?

Evet. Sanırım insanların kafası karıştı. Kötü müzik olduğu için değil. Sanırım benim kadar insanların da kafası karıştı. Ve bu hoşuma gidiyor.

Bu durum hevesini hiç kırmadı mı?

Hayır hayır. Hatta beni cesaretlendirdi. İşimle ilgili her yazılanı, her yorumu okuyorum. Her şeyi. Ve yorumları seviyorum. Eleştirmenleri seviyorum. Bana karşı önyargılı olanları bile severek okuyorum. İlgi çekici buluyorum. Sizi daha alçakgönüllü yapıyor, ki bu her zaman harika bir şey. Artık bir şeyleri okuduğumda anlayabiliyorum. Gerçekleri idrak edebiliyorum. Satır aralarını anlayabiliyorum. 

TheWeeknd

Bu duygularını incitti mi?

Elbette, evet.

Peki o zaman neden okuyorsun? Senin pozisyonundaki biri yorumları ve eleştirileri asla okumazmış gibi geliyor. 

Kalp kırıklığı iyi bir deneyim olmayabilir ancak iyi müzik yapmak için ilham veriyor.

“Trilogy” ile beraber dördüncü bir mixtape yapabilir miydin?

Dürüst olmak gerekirse, sanmıyorum. Dışlandım, dostum. Otantik gelmiyordu. Mesela “Kiss Land” bana çok daha otantik hissettirdi. En azından “Kiss Land” gerçek bir şeydi. İnsanların beklediği gibi olmayabilirdi. O zaman için harika olmayabilirdi. Ama ben o kişiydim. Ve tüm albümler için de durum aslında bu: şarkılarımı yaptığım sıradaki halimi yansıtıyorlar. Altı şarkıdan oluşan “Melancholy” albümü… Tüm sahip olduğum buydu. Nasıl oluyor da dokuz şarkı değil? Çünkü söyleyecek başka bir şeyim yoktu.

2018’de çıkardığın EP My Dear Melancholy’nin ilham kaynağı neydi?

Bu albümü terapi olarak kullandım. Üç hafta gibi bir sürede yaptım. Ne söylemek istediğimi tam olarak biliyordum. Kulağa nasıl gelmesini istediğimi biliyordum, o kadar. Ve sonra onu Coachella’da çaldım ve o kadar tedavi ediciydi ki! Çünkü insanların çığlık attığını ve “Call Out My Name” şarkısını söylediğini duyuyordum. Sadece ben ve bir gitar. Sonra Brezilya’ya ve o festivallere gittim ve kelimenin tam anlamıyla 80 bin, 90 bin insanın “Call Out My Name” diye çığlık attığını duydum; bu iyi hissettirdi.

Böyle bir sürecin şifalandırıcı tarafı ne zaman başlıyor? Şarkıyı yaptığında mı yoksa insanlara ulaştığında mı?

Galiba insanlara ulaştığı zaman. 

Tam tersi olmalıymış gibi geliyor, değil mi?

Bilmiyorum. Sadece paylaşmak daha iyi hissettiriyor. Çünkü paylaştığında artık gerçek oluyor. Ölümsüzleştiriyorsun. Mesela terapideyken de konuşurken birilerine bir şeyler aktarıyorsun. Çünkü neyse derdin bunu göğsünden tek başına çıkaramazsın.

 TheWeeknd

Geçtiğimiz Kasım ayında The Weeknd, Billboard listelerinde 1 numaraya yükselen ve çift platin plak kazanan “After Hours” tek bir kategoride bile aday gösterilmediğinde Grammy’leri “yozlaşmış” olarak nitelendirdi. Bundan sonra The Weeknd Grammy’leri tamamen boykot etme sözü verdi. Kid Cudi’nin attığı bir tweet durumu en iyi şekilde özetliyordu: “Abel soyuldu dostum, işte sistem bu kadar zayıf.”

Bazı yönlerden Grammy ile ilgili hikâyenin tamamını hâlâ bilmiyoruz. Tam olarak ne oldu?

Sanırım yeterince iyi değildim.

Aslında buna inanmıyorsun değil mi?

Buna inanmıyorum ama onların standartlarına göre durum bu. Yeterince iyi değildim ve işin gerçeği bu.

Yani bir grup insanın diğer albümlerle birlikte senin albümünü de objektif ve adil bir şekilde değerlendirdiğini ve ortaya çıkardığın sanatı aday göstermeye uygun bulmadıklarını mı düşünüyorsun? Sence gerçekten böyle mi oldu?

Bu olay olduğunda tüm bu fikirler ve düşünceler geçti aklımdan. Kızgındım, kafam karışıktı ve üzüldüm. Ama şimdi geriye dönüp baktığımda gerçekte ne olduğunu asla bilmek istemiyorum.

TheWeeknd

Gerçekten mi?

Umurumda değil çünkü yaptığım şeyi yapmamın nedeni asla bu olmayacak. Gerçekten daha önce de hiç bu yüzden olmamıştı. Müzik yapabildiğim ve bunu düşünmek zorunda olmadığım için mutluyum. Bir daha asla o konuşmaya dahil olmayacağım.

Yaptığın müziği değerlendirmeleri için asla Grammy’ye göndermeyecek misin?

Hayır. Yani bu konuya dair hiçbir ilgim yok. Herkes “Hayır, bir dahaki sefere daha iyisini yap” diyor. Daha iyisini yapacağım ama onlar için değil. Kendim için daha iyisini yapacağım.

Bir sonraki projende başarı kıstasın ne olacak, başarılı olup olmadığını nasıl anlayacaksın? 

Albümlerimden herhangi birini, özellikle de bu bahsettiğimiz albümü başarılı yapan şey, onu ortaya çıkarmam ve bir sonrakini yapmak için heyecan duymam. Yani bir sonraki projeyi yapma heyecanı, bunun benim için başarılı olduğu anlamına geliyor. Bunu sonsuza kadar yapmak istiyorum. Ve farklı ortamlara ve farklı ifade türlerine girmeye başlasam bile müzik hep orada olacak. Ondan uzaklaşmayacağım.

Abel Tesfaye ile ilgili takdire şayan bir şey, The Weeknd ile dalga geçmekte sorun yaşamaması. Diğer tüm büyük pop yıldızları gibi, kendini asla fazla ciddiye almıyor. 2020’de, The Weeknd’in aslında gizli bir bâkire olduğu bir “American Dad” bölümünde senaryoya ortak oldu ve oynadı. Gece geç saatlerde yapılan talk show’larda hiç röportaj vermemiş olsa da (The Weeknd, görünüşe göre kamera önünde pek konuşmuyor), Super Bowl’a hazırlanırken James Corden ile çok saçma ve çok uzun bir konuşma yaptı. Dans, engelli parkur ve diğer James Corden şakaları vardı. The Weeknd’in Adam Sandler’ın kız arkadaşıyla 1 Oak’un banyosunda takılmaya çalıştığı “Uncut Gems”deki rolü bile The Weeknd’in bir parodisiydi. Eski, asi saçlarına benzer bir peruk takmıştı. “After Hours” için tüm yıl boyunca devam eden tanıtım filmi için The Weeknd, kırmızı ceketli ve siyah kravatlı, yüzünde bandajlarla ve kan izleriyle isimsiz bir adam olarak göründü.

 “After Hours”daki kırmızı blazer’larından kaçına sahipsin?

Çok fazlasına.

10’dan da fazla mı? 15?

20 diyebilirim… Ve bir de Super Bowl’daki blazer’ım var. Yani 21. 

Blazer’ların nur içinde yatsın diyebiliriz. Bu karakterle işin bittiği için mutlu musun?

Evet. Yeni bir projeye başladığım için özellikle mutluyum. Super Bowl’da bitirmek duygusaldı ama bence olabilecek en güzel vedaydı. 

Karakteri canlandırırken hesaba katman gereken çok fazla detay vardı. Bunun arkasında yatan anlam neydi?

Sanırım bu kasabanın ne kadar karanlık olabileceğini sembolize etmeye çalışıyordum. Ve o karanlığın sonucu olarak kişi kendine zarar veriyor. Albümün konusu buydu. Ve sanırım akıldan çıkmayan, izleyiciyi yakalayan bir şey yaratmak istedim. Abel’ın değil, The Weeknd’in Hollywood tasviri neydi onu anlatmaya çalıştım. 

Ancak dışarıdan bakan biri The Weeknd’in Hollywood’un bu zehirli halinden beslendiğini hissedebilir.

Bu harika. Bence Abel kendini sıyırıp The Weeknd’den ayrılmayı çok isterdi. Venom olayı gibi. Henüz bunu nasıl yapacağını bilmiyor, anlıyor musunuz? Kendimi de benzer bir yolculukta hissediyorum. Onun gibi, henüz nasıl yapacağımı bilmiyorum. 

İkiniz de aynı tip kadınlardan mı hoşlanıyorsunuz?

Evet. 

TheWeeknd

Bu arada, yakında başlayacak olan HBO dizisi için tebrikler. Bir gün bir film senaryosu yazmayı ve oynamayı düşünüyor musun?

Doğru zaman geldiğinde kesinlikle istiyorum. Sinema her zaman ilk/en büyük tutkularımdan oldu. 

19 yaşında, bu işe ilk başladığında en sevdiğin film neydi?

Yani 2009, bir düşüneyim. Muhtemelen Takashi Miike’nin “Audition”ı. 

Bu çok karanlık bir film ya! Geçmişte çekilmiş filmlerden birinde oynasaydın bu hangi rol olurdu?

Bu konuda dürüst olacağım. “Matrix”teki Neo’yu oynamak isterdim. Kim Neo olmak istemez ki? Bu film kesinlikle hayatımı değiştirdi.

Eğer Neo’yu sen oynuyorsan Trinity kim olurdu?

Carrie-Anne Moss. Yine o oynasın isterdim. Muhteşemdi!

Yakın zamanda kimlerle çalışmak istiyorsun?

Arca ile çalışmayı çok isterim. Arca harika. Kanye ile tekrar çalışmayı çok isterim. Özellikle üretim konusunda. Tyler’a yani the Creator’a ve şu anda yaptığı şeye deli gibi âşık oldum. Tyler komik, dostum. Konserlerimden birine geldiğini hatırlıyorum; sanırım bir festival performansı gibi bir şeydi. Ve o zamanlar “Starboy”un en sevdiği şarkı olduğu konusunda çok netti. O şarkının çalmasını bekliyordu, görebiliyordum. Şarkıyı söyler söylemez “Tamam, harika. Teşekkürler” gibi bir durum oldu ve gitti. Oldukça komikti. Ama o gerçekten hayran olduğum biri çünkü duygularını açıkça belli eden bir insan. 

TheWeeknd

Bir şarkına hayran olan biriyle yaşadığın en çılgınca an neydi?

Televizyondaki bir gece show’unda Tom Cruise “Can’t Feel My Face”i söylemişti. O an hayatımda neler olduğunu sorguladım. Bu olay gerçekten çılgıncaydı; sadece gerçek bir insan olduğu için değil. O aynı zamanda çocukluğumun bir hayal ürünüydü. 

Eksik olan bir şey var mı?

Hayatımda mı? Eksik olan hiçbir şey yok.

Hiçbir şey mi?

Aklıma gelen bir şey yok. Şu an 31 yaşındayken yok en azından. 

30. yaş gününü kutlayabildin mi? Yoksa pandemi her şeyi berbat mı etti?

Doğum günüm pandemiden hemen önceydi. Büyük bir parti değildi. Küçük bir mekândı. Doğu Yakası’nda, aydınlatılmış katları olan bir yer. Arkadaşlarla DJ’lik yaptım. 100 kişi kadar vardı. Yeterince eğlendik ve özensizdik. Sanırım o binadaki herkesi tek tek kucakladım. Harika bir andı. Ve Jim Carrey ile tanıştım.

Partiye geldi mi?

Hayır. Bu olaydan önce yazışıyorduk. Sonrasında, 30. yaş günümde bana sürpriz yaptı, bulunduğum yere geldi ve beni kahvaltıya götürdü. 

Adresini nerden buldu?

Kelimenin tam anlamıyla benden iki bina aşağıda yaşıyordu. İkimizin de teleskobu vardı. O, “Nerede yaşıyorsun? Hangi katta oturuyorsun?” diye sordu. Ben de nerede olduğumu söyledim. Teleskoplarımızla pencerelerden dışarı baktık ve birbirimizi görebiliyorduk.

Teleskop kardeşliği!

30’lu yaşlarımın başı... Hayatımda neler oluyor böyle dedim.

 

Video: The Weeknd'in Global Kapak Çekimi Kamera Arkası 

 

Son birkaç soru: Mutluyken mi yoksa üzgünken mi daha iyi müzik yapıyorsun?

İnsanların mutsuzken daha iyi müzik yapacağını düşünüyorum. Üzgün insanlar daha duygusal, daha dürüst müzik üretiyor. Duygusal, tedavi edici bir müzik. Ve kesinlikle bu dediğimi başarabilmek için üzülmek istemenin kurbanı oldum; çünkü bu durumun farkındayım. Kendimi kesinlikle psikolojik olarak zarar görebileceğim durumlara sokuyorum. Çünkü iyi müzik yapmak uyuşturucu gibi. Bu bir bağımlılık ve her zaman buna sahip olmak istiyorsunuz. Neyse ki, bunu yaşadım ve nasıl kanalize edeceğimi öğrendim. Ve hayatımda bir ömür boyu yetecek kadar karanlık bir şekilde yaşadım. Müziğe sahip olduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Muhtemelen bu yüzden çok fazla terapiye gitmedim çünkü müziğin benim terapim olduğunu hissediyorum.

Michael Jackson’la kıyaslanmak sana nasıl hissettiriyor?

Bu bir roller coaster gibi çünkü Michael Jackson takdir ettiğim biri. Gerçek bir insan gibi değil. Müzik yapmaya başladığımda diğer müzisyenler gibi onun gibi olmak en çok arzu ettiğim şeydi. Bu yüzden bu tür kıyaslamalara maruz kaldığımda bunu kabul ettim. Çünkü kim bunu istemez ki? Ama yaşlandıkça ve kim olduğumu anladıkça şunu idrak etmem önemliydi: Bir başkası için nasıl böyle olabilirim? Çünkü James Brown’ın Michael için öyle olduğunu biliyorum. Ve ben Michael’ın halefiyim ya da değilim demeye çalışmıyorum. Ama ilk The Weeknd olduğum için heyecanlıyım.

 

Mark Anthony Green, GQ’nun özel projeler editörü.  

#GQGlobal'ın ilk kapak yıldızı The Weeknd röportajı Eylül'de #GQSonbahar21 sayısında, raflarda. 

İLGİLİ İÇERİKLER TheWeeknd
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası