Uyuyamıyorsunuz çünkü çok sıcak. Uyuyamıyorsunuz çünkü çok sarhoşsunuz. Uyuyamıyorsunuz çünkü yemeği fazla kaçırdınız, üstelik de vakit epey geçti. Uyuyamıyorsunuz, çünkü sizi dünyaya bağlarken uyku topraklarıyla iletişiminizi kesen tüm şu elektronik alet edevata bağımlısınız. Onca kafeinden sonra uyuyamıyorsunuz. Uyuyamıyorsunuz, çünkü dişçinizin uyurken dişlerinizi gıcırdatmanızı engellemek için taktığı koruma aparatı ağzınıza tam oturmuyor. Uyuyamıyorsunuz çünkü ağzınızda o şeyin olduğunu bilmek gerçekten rahatsızlık verici.
Uyuyamıyorsunuz çünkü yanınızda uyuyan biri var. Uyuyamıyorsunuz çünkü yeterince egzersiz yapmadınız. Uyuyamıyorsunuz çünkü yatağa erken girdiniz. Ya da geç. Uyuyamıyorsunuz çünkü hafta sonu uyuyacağınızı düşünmüştünüz ama şimdi hiç de yorgun hissetmiyorsunuz. Uyuyamıyorsunuz çünkü bir türlü dalamadığınız için çok sinirlisiniz. Fakat her şeyden önemlisi, uyuyamıyorsunuz çünkü uyku, çağrılınca gelmeyen kedidir. Uyku, dikkatini ancak kendisiyle hiç ilgilenmediğinizde çekebileceğiniz bardaki güzel kadındır. Uyku, paraya sıkıştığınız anda yapılmayan ödemedir.
Uyku yeni seks olabilir mi? Uyku hakkında sorduğumuz ürkek sorular, yeniyetmeyken seks hakkında sorduklarımıza çok benziyor. Sana ne kadarı yetiyor? En iyi pozisyon hangisi? Günde en az kaç diyorsun? Uzatmak için tüyon var mı? Şu “her gece sekiz saat” meselesi efsane olmasın? Aynı anda gelmek çok mu zor? Gece kötü geçerse ertesi gün nasıl toparlarım?
İdeal uykunun (Yatağa gir, sekiz saat deliksiz uyu, kalk, ertesi gece aynen devam...) uydurulmuş bir modern yalan olduğunu söyleyen bir teori var. Bu teoriye göre atalarımız eskiden mışıl mışıl uyurdu. Çünkü Endüstri Devrimi’nden önce sekiz saat meselesi kutsallaştırılmamış, uyku gece yarısıyla gün ışığı arasına hapsedilmemişti.
The Slumbering Masses (Uyuklayan Kitleler) adlı kitabında Matthew J. Wolf-Meyer, bir kerede sekiz saat uyuma zorunluluğunu dayatanın, insan doğası değil, iş dünyası olduğunu yazıyor. Dişlilerin bu kadar hızlı dönmediği zamanlarda uykumuzu gece boyunca iki parçada alıyor, gündüz şekerlemeleriyle tamamlıyorduk. Wolf-Meyer, “İnsanlar uyku düzenlerini yaşam biçimlerine göre ve oldukça gevşek bir biçimde ayarlıyor, uyku zamanlarını parçalara ayırıyordu” diyor.
O zamanki insanlar hava karardığında yatağa giriyor, birkaç saat uyuyup kalkıyor ve takılmaya başlıyordu. Kitap okuyor, yiyor, içiyor, sigara tüttürüyor, konuşuyor, sevişiyordu. Bitkin düştüğünde de biraz daha uyumak için tekrar yatağa giriyordu. Ancak 150 yıl önce, çalışma hayatı tarladan fabrikaya, kırdan kente kaydı. Ve insan doğal uyuma biçimini unuttu.
Wolf-Meyer, “Zorunlu uyku, çalışma saatlerinin belirlediği sosyal hayatın sürdürülebilmesi için devam eden bir dayatmadır. Sabahın köründe başlayıp gece yarısına dek süren 20’nci yüzyıl çalışma saati uygulamasının bir yan ürünüdür” diyor.
Haberin devamı GQ Türkiye Eylül sayısında ve iPad edisyonunda