Sezon boyunca taraftarlar takımları için fedakarlık yaparlar. Karda, yağmurda, sıcakta, soğukta maçlara gider, takımlarını desteklerler. Büyük takımların hedefi her sezon aynıdır: Şampiyonluk! Oysa her sezon sadece bir takım şampiyon olur. Mayıs, o sezonun şampiyonu için kupa sezonu, diğer takımlar için hayal kırıklığı ayıdır. “Başarısızlığın” faturası ağırdır. Teknik direktör, futbolcular veya kulüp başkanına kesilir.
Yaz ayları eğer ki o yaz Avrupa Şampiyonası veya Dünya Kupası gibi bir organizasyon yoksa futbolseverler için “kıtlık” zamanıdır. Susuzluk gibi giderilmesi gerekir ama birçok futbolsever açlığını başka türlü bastırır. Çoğu yalan olan yeni transfer haberleriyle. Medya da bunun farkındadır. O nedenle de sürekli taraftarların fantezilerine oynar. En imkansız transferleri olmuş gibi yazar çünkü reytingi vardır. Menajerler ve aracılar da bu zaafın farkındadır. Taraftarları manipüle ederler. Böylelikle, oyuncuların bonservisleri veya yıllık ücretleri artar. Koltuğunun sallantıda olduğunu düşünen başkanlar ve yöneticiler, saha veya yönetimdeki başarısızlıklarını “bomba” bir transferle kapatmayı hesaplar. Bazen işe yarar da... Ama en kolayıdır bu. Yapısal sorunları asla çözmez.
İSTİKRAR MI, YENİLENME Mİ?
Türkiye’de birçok takım her sene yeniden yapılanır. Oysa en başarılı takımların ilk 11’i ezbere sayılır. UEFA Kupası’nı kazanan Fatih Terim’in Galatasaray’ı, kuruluşunun 100. yılında şampiyonluğu kazanan Lucescu’nun Beşiktaş’ı, Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finale uzanan Zico’nun Fenerbahçe’si, 2000’lerin Real Madrid’i, 2010’ların Barcelona’sı... Bu ekipler, sezon bittiğinde eksiklerini belirler, üç, dört nokta atışı transfer yapar. Altyapıdan gelen veya takımda olup gelişen ve sırası gelenlerin önünü açarlar.
ÜÇ YILDA 10 BASAMAK DÜŞTÜK
Şu an Türk futbolunun içinde bulunduğu krizi konuşmanın tam sırası. Trabzonspor’un Kopenhag’a elenmesiyle 26 yıldır ilk defa Şampiyonlar Ligi’nde bir Türk takımı yer almayacak. Üç yıl önce UEFA ülke puan sıralamasında 11. olan Türkiye tam 10 basamak düştü. Artık Avrupa kulüpler ülke sıralamasında Hırvatistan, Danimarka ve İsrail’in gerisinde, 21. sıradayız. Daha da kötüsü, kulüplerimiz bu şekilde devam ederse daha diplere yol alacağımız kesin.
PEKİ, NEDEN BÖYLE OLUYOR?
Cevap açık; kulüpler iyi yönetilmiyor. Profesyonel yöneticiler öne çıkamıyor. Uzun vadeli başarı yerine, hep kısa vade hedefleniyor. Planlama yok. Sabır yok. Hep anlık başarı isteniyor.
Altyapılardan yeterince başarılı oyuncu gelmediği iddia ediliyor. A takımı zorlayanlara sahip çıkılmıyor. Taraftar hazır oyuncu görmek istiyor. Hataya tahammül göstermiyor.
Bu yazı yazılırken Beşiktaş sekiz, Galatasaray 10, Fenerbahçe sekiz yeni transfer yapmıştı. Her kulübün daha birkaç transfer yapacağı kesindi. Fenerbahçe’nin kadrosunda tam 18 yabancı futbolcu bulunuyordu. Tüm bu karamsar tabloya karşın, futbolseverleri en fazla heyecanlandıran futbolculardan ikisi Fenerbahçe altyapısında yetişen ve 10 numara teslim edilen Arda Güler ve Galatasaray altyapısında yetişen Yunus Akgün. Biri 2005, diğeri 2000 doğumlu...
Beşiktaş altyapısından yetiştirdiği iki yeteneği 2004 doğumlu Emirhan İlkhan’ı ve 2001 doğumlu Rıdvan Yılmaz’ı yurt dışına kaptırdı bu sezon. Trabzonspor altyapısında yetişen 2003 doğumlu Ahmetcan Kaplan, 9,5 milyon euro karşılığında Hollanda’nın önemli kulüplerinden Ajax’a transfer oldu. Bu aslında iyi haber... Sorun altyapılarda olmayabilir. Çünkü “Türkiye’den oyuncu yetişmiyor” tezi son yıllarda yerle bir oldu. Türk futbolunun krizden çıkması için bir zihniyet değişimine ihtiyacı var. Bu değişimde en büyük rol, düşünülenin aksine yöneticilerden değil, kulüplerin gerçek sahipleri taraftarlardan geçiyor. Taraftarların zihniyeti değiştiğinde Türk futbolu da değişecek.