Montreal Caz Festivali’nden Dürüst Notlar
Güncel

Montreal Caz Festivali’nden Dürüst Notlar

Brad Mehldau, Hiromi, Snarky Puppy, Herbie Hancock– ne ararsan var. Caz seviyorsan kesinlikle bildiğin bir isme rastlayacaksın. Haberin olsun biletleri erkenden almak gerektiğini öğrendim– ve birkaç bir şey daha öğrendim.

Fotoğraf: Victor Diaz Lamich

Montreal Uluslararası Caz Festivali 2004’te 1,9 milyon katılımcı ile Guinness Dünya Rekorlar Kitabı’na şu ana kadar en çok kişiyi ağırlamış caz festivali olarak giren, repütasyonu yüksek bir festival. Açıkçası, hem şaşırdım hem de şaşırmadım diyebilirim. 2004 lineup’ına bakarsanız göreceksiniz ki her türlü tarz için uygun dev isimler getirilmiş: daha yavaş veya vokal ağırlıklı insanlar için mesela George Benson, Tony Bennett, Amy Winehouse gibi isimler; daha enstrümantal, bazen ise uptempo swing veya walking bassline eşliği seven insanlar içinse Chick Corea’nın her türlü hali (electric band, acoustic band) Oscar Peterson Quartet, Keith Jarrett, The Bad Plus gibi isimler gelmiş (ki ben bu kategoriye yerleşen biri olarak 2004’ü kaçırmış olmaya yakınıyorum; aynı zamanda da 5 yaşındaydım, o yüzden… çok da yakınılacak bir durum yok!).

Montreal Jazz Festival

Brad Mehldau Trio

2023 senesinde ise karşılaştırılabilir derecede sağlam bir 'lineup' var. Benim en çok beklediğim insanlardan birçoğu maalesef biletli ve açık hava konseri değildi. Bunlardan birkaçı Brad Mehldau Trio, The Bad Plus, Hiromi Quintet, Snarky Puppy, Mark Guiliana, Herbie Hancock ve üç mısır tanrı kartı gibi bir trio: Nate Smith, Victor Wooten, Cory Wong. Ben de çok fazla vakti olmayan biri olarak bir seçim yapmak durumundaydım ve festivalin ilk gününde gelen Brad Mehldau Trio’yu seçtim, çünkü geri kalanların birçoğunun bileti de tükenmişti zaten; asla pişman değilim seçimimden.

Hiç önemli değil; açık hava konser festivali bu, çok güzel bedavadan izlenebilen isimler var. Benim en çok beklediğim isimlerden bazıları: DOMi & JD Beck, Sungazer, BADBADNOTGOOD, Anomalie Big Band, bir de Thundercat. Thundercat zaten her türlü tarzda kolaborasyon yapmış bir insan olarak herkesin tanıdığı biri, fakat maalesef gittiğimde giriş yapılamayacak derecede kalabalıklaşmış bir insan kitlesi olduğundan dolayı “Evde kulaklıkla dinlerim ya!” demeye razı oldum.

Festivale bir girelim o zaman St. Catherine caddesinden. En popüler sokaklardan biridir St. Catherine. Bu sokağın dokusunu Taksim/Nişantaşı karışımı uzunca bir sokak gibi düşünebilirsiniz. Sonlarına doğru ise bizim festivale giriş için trafiğe kapanmış. Bir girelim o zaman. İlk göreceğiniz şeyler: sağda küçük artizan herhangi-bir-şey restoranları var, solda geniş bir alan ve sol tarafta en uçta ise büyük bir açık hava sahnesi. Bu sahnenin adı TD Stage; genelde akşama doğru çıkacak büyük isimlere ayrılıyor bu sahne. Bazen tıklım tıklım, bazen ise iğne atsan düşmez diyebileceğiniz bir kalabalığı ağırlıyor ama konser olan hiçbir zaman, tabiri caizse, tıksız tıksız değil. Bu sahneye doğru bakarken, gözünüzün çeperinde farklı yükseltilerde serpiştirilmiş küçük kulübeler göreceksiniz. Bu kulübeler içki, yemek, tişört, vesaire satışlarının yapıldığı yer. Siz şimdilik saati 3-5 arası gibi düşünün. O sahneyi boş görüp düz devam ediyorsunuz. Sokağı takip ederseniz size arkası dönük olan, sanki özellikle oraya kurulmuş değil de koca bir varlık tarafından yanlışlıkla sokağın köşesine düşürülmüş gibi bir yerde ikinci en büyük sahne duruyor. Bu sahnenin adı Rio Tinto sahnesi; genelde ismini duyurmuş olan ama uluslararası bir fenomen haline gelmemiş veya gelmekte olan müzisyenleri ağırlıyor; tabii ki istisnalar var.

Bir 50 adım bu sahneye doğru ilerlerseniz (ki, eğer başka sahnelere gitmek istiyorsanız ve çoktan St. Catherine’dan girdiyseniz başka şansınız olsa bile yokmuş gibi davranacaksınız) yavaş yavaş daha yoğun bir kalabalığa giriş yapıyorsunuz. Bu faz değişimi esnasında sizin sahne önüne olan açınız değiştikçe boğuk bir bas eşliğinden gittikçe daha çok tizler de duyulmaya başlıyor. Ben ilk gittiğimde Kokoroko’ya böyle rastlamıştım; daha doğrusu yanımdaki arkadaşım bu grubu bilerek gitmek istiyormuş zaten ama ben rastlayıvermiş bulundum. Kokoroko Jazz-Funk ve slow R&B’nin evladı, Afrika Groove’larının da yeğeni gibi bir grup. Belki benim şu sıra kafamda biraz fazla şey döndüğünden olabilir ama dinleyebileceğim kadar iyi dinlediğimi düşünmüyorum. Bunu özellikle bu yazıyı yazmadan önce “bir dinleyeyim bari” deyince anladım. Yine de beğenmiştim, bunu hatırlıyorum. Başka yerde rastlamadığım harmonik kurulumları var diyebilirim; ses tınıları olarak da yeterince uyumlu elektronik eklentiler mevcut.

Montreal Jazz Festival 2023

Kokoroko

Kokoroko esnasında, ortalamadan birazcık daha uzun olmama rağmen göz hizam başkalarının kellelerinden daha uzun olmadığı sürece diğer konserlere erken gitmem gerektiğini öğrendim, özellikle bunu bir konsept olarak o akşamın TD sahnesine layık konser Ibrahim Maalouf’da kavradım. Bundan böyle eğer Güneydoğu Asya’da bir festivale gitmiyorsam daha erken davranmam lazım. Festivalin geri kalanı boyunca bu kurala sadık kalmaya çalıştım aslında, madem konu öğrendiğim şeylere geldi, sizinle bir iki dersimi daha paylaşayım.

Ben ilk gün aç gittim –orada ilginç yemeklere rastlayacağıma emin bir şekilde– ama bir daha asla aç gitmedim. Yemek açısından bir tek fazlasıyla pahalı bir sosisli alabiliyorsunuz ve fiyatına bakmadığım ama benzer pahalılıkta olduğuna inandığım bir orta boy patlamış mısır.

İki tane dersimi JaRon Marshall’dan aldım. Çok fazla bilinen bir adam değil, Spotify’daki birkaç parçası da fena değil. Ben bu adamları yalnız, maalesef ki, sahnede keşfettim. Bu sahne zaten çok da fazla bilinmeyen insanların olduğu, konuma varmak için birden fazla sokaktan giriş-çıkış yapılması gereken bir köşedeydi. İsmi Club Montreal TD. Bu benim için mükemmel: Küçük ortamda güzel müzik dinleyeyim, yeni eleman keşfedeyim, falan filan diye geldim aslında. İlk dersim şu oldu: Uluslararası bir caz festivalisin demek, ses mühendislerinin kaliteli iş yaptığı anlamına gelmiyor. Daha doğrusu mastering ve mikrofon yerleştirmek gibi görevler kime düşüyorsa onlara konuşuyorum şu an. Bu problemin bir kısmının müzisyenlerin kendisinden kaynaklandığını düşünüyorum ama bu ilk defa karşılaştığım bir problem değildi, sadece en karikatürize hali bu adamlara denk geliverdi. Çok belli ki bas seviyesi olmaması gerektiği kadar yüksekti, klavyeci abimiz JaRon ise ya utangaç olduğundan dolayı solosunun duyulmaması gerektiğine karar verdi ya da mühendisler içlerinden “solosunu duymasak daha iyi galiba” dedi. Dediğim gibi, problemin bir kısmı müzisyenlerde, bir kısmı da sesle uğraşanlarda. Özellikle bu sahnede bu kadar abartılı bir raddeye gelmesi galiba ancak ikisinin karışımında ortaya çıkabilecek bir durum ve bu da beni ikinci dersime getiriyor:

Uluslararası bir caz festivalisin demek, çıkardığın müzisyenler uluslararası kalibrede demek değil. Kusura bakma, JaRon abi ve ekibi, sahnenin de bir sıkıntısı vardır, ama benim genel birkaç eleştirim de olacak. Öncelikle yapması gerekeni yapan tek insan oradaki basçıydı ve onun da ses ayarı fazlasıyla uyumsuzdu. Klavyeci abimiz JaRon, enteresan harmonik fikirlere sahip olmasına rağmen melodik olarak çok zayıftı. Doğaçlaması çok yaratıcı olmayan linear cümlelerle doluydu, linear olmayan cümleleri de fazlasıyla tekrar ettiği kalıplar halindeydi. Şunu da tekrar hatırlamış oldum: Eğer hızlı bir melodik cümleyi yeteri kadar tekrar ederseniz eninde sonunda sizin coştuğunuzu düşünen seyirci de sizinle beraber coşacak. Aynı zamanda bana tekrardan metronomla çalışmanın önemini hatırlattı. Eğer cümleniz bir şey demeye çalışıyorsunuz gibi değil de yanlışlıkla ağzınız kelimeleri düşürüyormuş gibi duyuluyorsa metronomla çalışın arkadaşlar. Bu arada bu kadar laf ettiğime bakmayın, ben dinlediğim şeyden yine de keyif alıyordum oradayken, sadece gözlemlerimi yine de paylaşayım dedim. Spotify’daki parçaları fena değil, dediğim gibi.

Montreal Jazz Festival 2023 Domi&JDBeck

Metronom demişken, bana metronomla çalışmanın önemini pozitif bakımdan en çok beklediğim iki isim DOMi & JD Beck hatırlattı. Festivalin lineup’ına ilk defa bakarken en çok bunlara heyecanlanmıştım, bunu hatırlıyorum –ki, geri kalan saydığım insanları da gayet de fazla seviyorum. Bunların benim için özel bir yeri var. Öncelikle bunların sadece bir albümleri var ve ben bu albümlerini festivalden birkaç gün önce keşfettim. Benim asıl tanışıklığım 2-3 sene önce bu ikilinin YouTube kliplerine rastlamam ile başladı. Bu ikilinin klipleri evlerinin alt katında çekilmiş gibi duran oldukça amatör setlerden oluşuyor. Fark etmez, müzikleri çok hoşuma gitti; yetenekleri çok hoşuma gitti; o gün bugündür büyük hayranlarıyım ve gelecekleri konusunda hep çok meraklıydım. Fazlasıyla kendilerine özgü bir tarzları var. Müzikal anlamda şöyle tabir edebilirim belki: Michelin yıldızlı bir restoranda bekleyeceğiniz yemeklerin 5 yaşındaki bir çocuğun hiperaktivitesine sahip olduğunu düşünün… gibi. Aynı zamanda modayı veya görsel uyumu düşünenler için de benzer bir şey söyleyebilirim. JD Beck’in tarzı, herkesin babaannesinin evindeki tozlu çiçek desenli kanepe gibi. DOMi’nin tarzını ancak “candy-girl” olarak tabir edebilirim; hani böyle pembeyi çok kullanan ve saçlarını yandan ören kızlardan –sadece çok daha orijinal bir şekilde sunulmuş hali. Zaten sadece sahneye giriş şekli bile durumu özetliyor: Kız ışıklı bir Heeley’s ile kayarak girdi ve çiçeklerin arasındaki bir klozete oturdu. Tabii öylesine klozete oturmak için oturmamıştı; klozet onun klavye koltuğu görevini görüyor. Klozetin yanında fırçasını ve tuvalet kağıdını eksik etmedi. Benim genel dispozisyonum yaratıcılık ve orijinallik arıyor (neden diye sormayın daha bilmiyorum, bu hafta terapistimle bunu konuşmak istiyordum zaten) ama DOMi ve JD Beck’i çoktan biliyor olmama ve yüksek beklentilerime rağmen, beni yine de bir şekilde büyüleyebildiler. Elinize sağlık gençler. Tekrar söyleyeyim: enstrümanınızı çalarken “ben takılıyorum şu an ya” diyorsanız önemli değil, ama “ben çalışıyorum şu anda” diyorsanız metronomunuzu açın. Çok güzel bedava uygulamalar var, bazıları poliritim bile sunuyor. Buraya kadar okuduysanız çok şaşırdım, ama eyvallah!

İLGİLİ İÇERİKLER Montreal Caz Festivali
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası