Bozcaada Caz Festivali ilk gününden bugününe, sence nereden nereye geldi ve nasıl bir dönüşüm geçirdi?
Çok büyüdü. Ama bu festival aşırı popüler oldu anlamında bir büyüme değil, kendi büyümemiz gibi yaş aldı. Yaş aldıkça bir şekilde deneyim kazandı. Aslında biraz bizimle büyüdü festival. O anlamda onun serüvenini yaşayan bir organizma olarak görüyorum. O yüzden festivalin kendi serüvenini de gözlemleyebiliyorum. Biraz yaş aldı ilk gününden bugüne ama o yaş alırken ve tecrübelenirken de enerjisini ve o genç, dinamik halini de kaybetmedi. Yolculuğunda hiçbir zaman bırakmadığı bazı konular vardı. Bunlardan bir tanesi de kendi enerjisini bırakması. Festivalin ilk gününden bugüne daha somut bir cevap vermem gerekirse, soyut ve romantik bir yerden çıkıp, programında çok fazla katlanarak büyüme olduğunu söyleyebilirim; müzikal programından bu sene artık iyice genişlettiğimiz keşif programındaki içeriklere kadar. Orada kendi halinin dışına katlana katlana giden bir form içinde. Bu sene bayağı bir kabuğu zorladı ama zorlamaya da devam edecek. O ilk günden bugüne oluşan farklarından bir tanesi, giderek büyüyor, çoğalıyor olması. Çoğalma halini sayısal olarak şöyle ifade edebilirim: Keşif programında ilk sene üç tane olan etkinlikler, bu sene elli sekiz taneydi. Ağırladığımız konuklar, söylemlerimiz… Bir topluluk oluşturdu festival. Zaten bir cazibe merkezi vardı. Bizim kişisel network’ler de öyle oluyor ya, sadece yarattığın değil biraz kişisel olan taraftan da geliyor. Ama o kişisel network festivalle de birleşiyor ve bu sene onu iyice gözlemleme fırsatım oldu. Gerçekten orada üç yıldır olan seyirciden, tanışmadığımız insanlardan sektörde birlikte çalıştığımız ya da direkt çalışmasak da bir ilişkimiz olan ya da bunların dışında kendisini bir topluluk gibi orada konumlandıran çok fazla insan vardı bu sene. İlk seneden bugüne bir topluluk oluşturdu diyebilirim artık. Bir de aslında bu bir fark ya da gelişim gibi bir şey değil, kendimi kurcalama ve merak etme halini sürekli pekiştirdi festival. Bir de öyle bir dönüşümü ve yolculuğu var.
Ototelik kavramını üzerinden konuşalım, festivalin sitesinde bu kavramı “Amacı kendisinde olan kişi veya eylem” olarak tanımlıyorsunuz. Ototelik ve akış, senin hayatının neresinde?
Ototelik ve akış kavramını bu sene festivale tema olarak belirlememizin sebebi, adanın kendisi. Ben yaklaşık 3.5 sene yaz-kış Bozcaada’da yaşadım. Ve Bozcaada çok zamansız bir yer. Bir gün zamanın çok hızlı geçtiğini hissediyorsunuz, ertesi gün ne kadar yavaş diyorsunuz. Böyle sizi kendisi içine alıyor ve biraz kendisi yönetiyor oradaki sürece. Burada telepatik biraz gerçeklikten bir kara parçasında olma hali gibi bir tanımlı ama tanımsız bir zamansızlık hali var. Ototelik de biraz oradan bize geliyor. Kişisel olarak yaşadığın o akışı bulunduğun kara parçasının kendisi de destekliyor ve hatta oraya doğru götürüyor. Aslında benim hayatımda ototelik kavramını bilmeden de bir ototeliklik hali vardı. Ama bunu tanımladığınız zaman tema olarak kendime durup benim ototelik olduğum anlar, yani içerisinde olduğum, odaklandığımda geri kalan her şeyi unuttuğum ve bir akış halinde olduğum anlar var mı, ben ototelik biri miyim diye kendime sorduğumda cevap bulamadım. O da çok ilginçti. Yemek yapmak, yemek yemek gibi tutkulu cevaplar verebilirsin ama tam o değil. Ototelik, tıpkı bir caz müzisyenin doğaçlama bir şey çalmasından, bir dağcının dağa tırmandığı andaki girdiği konsantrasyon anı gibi bir şey. Sonra fark ettim ki ben çalışırken böyle oluyorum. Aslında dışarıya açık ama bir andan da çok orada bir halde.
Festivalle adanın bir ilişkisi var mı? Ada festivali şekillendiriyor mu sence?
Tamamını oluşturuyor diyebilirim. Çünkü biraz ada dolayısıyla festival fikri bizim hayatımıza girdi. Biz zaten festivaller yapan bir ekibiz. Ortaklarım şu an Almanya’da ve İstanbul’da da yaşıyorlar. Üniversiteden arkadaşız. Büyük festivaller, Rock’n Coke’lar, One Love’lar, böyle projelerle birlikte çalıştık, başka festivalleri hayata geçirdik derken benim adaya taşınmamla birlikte neden burada kendimizin olan bir festivali hayata geçirmiyoruz gibi bir fikir oluştu. “Hadi bir festival yapalım neresi olsun?” gibi bir yolculukta değil, “Bozcaada’dayız, burada ne yapalım?” gibi bir temelden doğduğu için zaten çok büyük bir kısmını oluşturuyor, bütün kimyasını oluşturuyor. Bu sene belirlediğimiz savunuculuk alanlarını da tasarlarken, ada bunun çok büyük bir yerindeydi. Onlardan bir tanesi iklim krizi ve ekolojik dönüşümdü ve ada bizim çok büyük bir odağımızdı. Aynı zamanda programı tasarlarken içeriklerinde de yine çok büyük bir kısmını oluşturuyordu. Bu sadece mistik olarak oradaki güzel anların değil, orada kurcalanması gereken, oranın ekolojisiyle ilgili, kültürüyle ilgili çeşitli sorgulamalar yaptığımız, festivalin bu alandaki etki alanını kurcaladığımız bir temele dayanıyor.
İklim sorununu çözmek adına sence senin üstüne düşen nedir ve bu konuda neler yapıyorsun?
Bu sene biz üç tane savunuculuk alanı belirledik. Bunu belirlememizdeki sebep şu, Bozcaada Caz Festivali popüler bir festival ve biz de derdi olan ve popüler bir festivali olan insanlarız. Bu noktada “Elimizdekileri buna dair nasıl faydalı bir yere çekebiliriz?” sorusunu sormaya ve bunu kurcalamaya başladık son iki senedir. Festivali neden yaptığımızı ortaya çıkardık. Bir neden bulmaya çalıştık. Evet yapıyoruz, her şey çok güzel, güzel bir program, katlanarak giden bir iletişim alanı var ama biz bunu neden yapıyoruz diye kurcaladığımızda, bu savunuculuk alanlarını bulduk. Direkt savunuculuk alanlarını bulmadık, savunuculuk alanlarımız değişebilir. Ama dedik ki “Biz elimizdekilerle, farkındalık yaratmak istediğimiz konulara bir platform oluşturmak ve bu etki alanıyla bir şekilde o tarafa döndürmek istiyoruz.” Bu yolculukta da bu sene için belirlediğimiz savunuculuk alanlarından ilki ekolojik dönüşüm ve iklim krizi, ikincisi toplumsal cinsiyet eşitliği, üçüncüsüyse erişebilirlik. İlkinin ekolojik dönüşüm ve iklim krizi olmasının sebebi aslında yine adayla alakalı. Çünkü bir sürü yer çok biricik ama Bozcaada, bir ada olması sebebiyle çok kapalı bir sisteme sahip. Çok biricik iklimli bir coğrafyada. Bizim esasen nasıl müzik programını genişletiyor, gastronomiyi işin içine katıyor, başka disiplinleri koyuyor ve eğlence dünyasında bir etki yaratıyorsa ve bunun aslında hem finansal olarak hem kültürel olarak devamlılığı üzerinde kafa yoruyorsak, bunu hayata geçireceğimiz o kara parçasının da bundan altmış sene sonra hayatta olmasını istiyoruz ki bu festivali yapmaya devam edelim. Beşinci senemizde bizim kendimize söylediğimiz şey şu oldu, eğer yaşlılığımız yeterse festivalin ellinci senesini görmek istiyoruz. Bizim için böyle bir hedef var ama festivalin ellinci senesini görmek için oturup konuşmamız gereken bir sürü başka şeyden çok daha önemli bir konu olan iklim krizi var. Bundan altmış yıl sonra yenilebilecek hasat olmamasına giden bir dünyadan bahsediyorsak, hangi müzik, hangi gastronomi, hangi konuları konuşuyoruz ciddiyetinden hareketle temele iklimi koyduk. Ama bu da şu demek değil, orada kendimizi de kandırmıyoruz: Kuzey Ege’nin tatlı bir adasında yapılan güzel bir festivalin iklim krizini durdurması tabii ki söz konusu değil. Bozcaada Caz Festivali’ni yaparken karbon ayak izine tabii ki sebep oluyoruz. Bunu düşürmek için adımlar atıyoruz. Çok ciddi uygulamalar yapıyoruz. Temel konu şu, festivali hayata geçirirken karbon ayak izine sebep oluyor ve iklim krizini besliyor olsak dahi yapmaya çalıştığımız, panellerden bir tanesi veya kullanıcı pratiklerini değiştirecek adımlardan bir tanesi ya da söylediğimiz bir cümle, etki alanına sahip olduğumuz insanlara sirayet edebilmesini sağlayalım. Olabildiğince hem kendimizi hem de dokunabildiğimiz insanları manipüle edelim. Belki bir şeylere sebep oluruz ve bu toplama baktığında oradaki tahribatı daha olumlu bir şeye döndürebilmeye doğru gider.
Bozcaada Caz Festivali birçok alanda bir dönüşümü de başlattı ve sürdürüyor, kendi dönüşümünü başlatmak isteyenlere ne söylemek istersin?
Aslında söylemek istediğim şeyleri festivalde söylüyorum ama çok büyük adımlar atılması gerekiyor. Çok fazla problem var dünyada, insan gerçekten çok tahribat yaratan ve çoğu zaman tatsız bir varlık. Değişik duygular hissediyorum bizimle ilgili bazen. Ama bu iklim konusu, evini tahrip etme anlamında çok ciddi. İçinde bulunduğun koltuğu yırtıyorsun, duvarlarını kazıyorsun, masanı deviriyorsun ve onun içinde yaşamaya devam etmek zorundasın. Masa örtünü çırpıp temizleyerek düzenleyemezsin, çok büyük adımlar atman lazım. O tahribattan daha büyük adımlar atılmalı ki yavaş yavaş toparlanmaya başlansın. Çok benciliz ve bu yüzden içten içe belki de iklim krizi ile ilgili “nasılsa bize denk gelmez” diye düşünüyoruz. Altmış sene sonra hasat olmayacakmış, yiyecek yemek bulamayacakmışız. “Altmış sene sonra muhtemelen bu dünyada olmayacağım, çocuk yapmam” gibi düşünüyorsun. Kimse de “Ben bunu düşünmüyorum” demesin. Sanayiyle yıllarını geçirmiş ve dünyanın bütün kaynağını yemiş topluluklar Afrika’ya “Senin de iklim kriziyle ilgili büyük adımlar atman lazım” diyor. Orası da “Ben daha gözümü yeni açtım, ben bu dünyanın kaymağını yemedim, sen tükettin” diyor. Bunları düşündüğün zaman “Ben bu dünyanın kaymağını yemeye devam edeyim” diyorsun. Bunu çözmek lazım, ben de çözemedim. O bencil güdünü nasıl körelteceksin çözmek gerekiyor. Belki bu sene yaşadığımız bir sürü şey, anlık iklim değişiklikleri, krizler bize “Bu altmış sene sonra olmayacak, şu an oluyor ve sen bunun içindesin” diyor. Ağlamak artık bana bu seçenek gibi gelmiyor. Bir şeyler yapmak zorundayız.