“Küresel ısınma” kavramını ilk kez 2000’li yılların başında ABD eski Başkan Yardımcısı Al Gore’un bir konuşmasında duymuştum. Birtakım grafikler gösteriyor, gezegenin insanların üretim, tüketim ve yaşam tercihleri, alışkanlıkları ile doğal seyrinden daha hızlı ve fazla ısınmasına neden olduklarını anlatıyordu. Küresel ısınma pek çok canlı türünün yok olmasına neden olacak, kasırgalar, seller gibi ekstrem doğa olaylarını beraberinde getirecekti. En çok, sosyal dezavantajlı gruplar a etkilenecekti.. Gore yaptığı konuşmalarla, yazdığı kitaplarla ve “Uygunsuz Gerçek” (An Inconvenient Truth, 2007) belgeseli ile tüm dünyada farkındalık yarattı, çok sayıda siyasetçiyi, bilim insanını, gazeteciyi yanına alarak mesajını yaygınlaştırdı ancak onu suçlayanların, küresel ısınmanın bir yalan, aldatmaca olduğunu söyleyenlerin sayısı da az değildi.
Türkiye’de de Ömer Madra her sabah Açık Gazete’de küresel ısınmanın neden olabileceği felaketleri anlatıyordu Gore ile eş zamanlı. Evet, yavaş yavaş sera gazlarının dünyayı sardığına ve ısınmasına neden olduğuna inanmaya başlayanların sayısı artıyordu. Gezegenin ve türümüzün sürdürülebilirliği için sorumlu davranmaya çağrılanlar arasında devletler, büyük petrol şirketleri, Amazon yağmur ormanlarını keserek tarım arazileri açanlar, karbon kirlenmesine neden olan fabrikalar vardı. Ancak henüz bireyleri ve tüketim alışkanlıklarını konuşmaya başlamamıştık.
Küresel ısınmanın “bizim yüzümüzden” meydana gelmediğini ve sorunun çözümünün de bizde olmadığını düşünüyorduk. Bu bakış açısı 2007’de yayınlanan 20 dakikalık bir animasyonla değişmeye başladı. Annie Leonard’ın “Şeylerin Hikayesi”nde (The Story of Stuff) bizlerin de “mümkün olduğu kadar ucuza, daha fazla” satın alma davranışlarımızla, tek kullanımlık ürünlere olan düşkünlüğümüzle, 20 liraya aldığımız tişörtü kimlerin, nerede, hangi şartlarda, ne pahasına ürettiğini, kapıya bıraktığımız çöplerin nereye gittiğini sorgulamayışımızla küresel ısınmaya katkı sağladığımızı fark ettik.
Bugün Greta Thunberg, Atlas Sarrafoğlu gibi genç iklim aktivistlerinin, sivil toplum örgütlerinin atık, ısraf, gelir adaletsizliği, su hakkı gibi konulara dikkatimizi de çeken kampanyalarının de etkisiyle, bireyler olarak da davranış değişikliğine gitmemiz gerektiğini biliyoruz. Ancak hep birlikte, kamu, yerel yönetimler, özel sektör, akademi ve bireyler olarak, üzerimize düşeni yaparsak iklim krizininin etkilerini azaltabileceğimizi, ısınmayı 1,5 derecede tutabileceğimizi biliyoruz. Peki nereden başlayacağız ?
En Kolay Adımlar
Kendinize sorun: Karbon ve su ayak izimi azaltmak için “neden en kolay vazgeçebilirim?” Benim için tek kullanımlık plastikler ve kağıt bardaklardı bu sorunun cevabı. Su ve kahve için mataralar aldım ve yanımda taşımaya başladım. Bulaşık ve çamaşır makinelerini tam dolmadan çalıştırmamaya özen göstererek, meyve yıkadığım suyla çiçeklerimi sulayarak, duş süremi kısaltarak günlük su tüketimimi azaltmaya çalıştım sonra. Devamında araba kullanmayı, et tüketmeyi bıraktım. Atıklarımı ayrıştırmaya, gıda atıklarımla kompost yapmaya başladım. İklim krizi ve iklim adaleti üzerine daha çok okumaya, düşünmeye, öğrendiklerimi paylaşmaya çalıştım. Bireysel tercihlerimi gözden geçirip dönüştürmek çok zor olmadı. Zorluk davranışlarınızı yaygınlaştırmayı hedeflediğinizde başlıyor. Kendi doğrularınızı empoze etmeden, üstten bakan bir dil kullanmadan, “ben doğrusunu biliyorum, size öğreteceğim” demeden bireyleri ve içinde bulunduğunuz, temasta olduğunuz kurumları ikna etmek. Zamanla amacımın davranış dönüştürmek değil kendime uzun zamandır sorduğum soruları onların da sormaya başlamasına aracılık etmek olması gerektiğini fark ettim. Dönüşüm uzun soluklu bir yolculuktu ve ilk adım soru sormaktı. Tıpkı benim yolculuğumda olduğu gibi.
Etik Sorumluluklarımız Neler?
Özellikle son aylarda yaşadığımız doğal afetler sonrasında umut kaybının yaygınlaştığını gözlemliyorum. İlkim krizinin neden olduğu kuraklık, orman yangınları, seller ve diğer ekstrem doğa olaylarına karşı çaresiz, etkisiz olduğumuzu hissediyoruz çoğumuz. Oysa değiliz. 1,5 derece ısınmanın önüne geçmek için çok geç belki ama satın alma ve tüketim davranışlarımızı, en kolayından başlayarak, dönüştürerek 2 dereceye ve üzerine çıkmasının önüne geçebiliriz.
“Dünya 2 derece ısınırsa ne olur ki? Domatesi biraz daha pahalıya satın alırız, klimaları daha uzun süre çalıştırırız, elektriğe daha çok para veririz, suyu tankerlerle satın alırız” diyenler olabilir aramızda. Evet, belki bazılarımız için alışkanlıklarımızdan vazgeçmemizi gerektirecek kadar büyük bir kriz olarak görünmeyebilir. Biz klimaları yeniden ayarlarken, camlarımızı, fırtınadan etkilenmemek için, sıkı sıkı kapatırken sosyal ve ekonomik dezavantajlı gezegendaşlarımızın evlerinin çatılarının uçacağını, şehirleri yaşanamaz hale geldiği için göç etmek zorunda kalacaklarını, bir yıllık ürünleri sel sularına kapılınca derin yoksulluğa sürükleneceklerini görmezden gelme hakkımız olmadığını düşünüyorum. Elimizden gelenin, mümkün olanın en iyisini yapmak etik sorumluluğumuz.
Burada da bir etik sorun yok mu?
Ünlü Alman filozof Immanuel Kant bir davranışın doğru olup olmadığını anlamak için şu soruyu sormamızı öneriyor ''herkes benim davrandığım gibi davransaydı doğru olur muydu?. Bir an için düşünelim: herkes araba kullanmayı, et tüketmeyi, plastik şişeleri bırakıyor. Bunun sonucunda büyük şirketler iflas ediyor, fabrikalar kapanıyor, tedarikçiler işsiz kalıyor, yoksulluk derinleşyor, eşitsizlikler artıyor. Uzun vadeli düşündüğümüzde doğru görünen bu davranışlar kısa vadede çok sayıda insana zarar veriyor.
Bu da bize iklim konusunda kitlesel dönüşüme yol açabilecek kararları verirken tüm değişkenleri, dinamikleri dikkate almamız gerektiğini hatırlatıyor aslında. Karar vericiler süreçleri doğru tanımlayıp yönetebilirlerse herkesin plastik tüketmeyi bırakmasının yaratabileceği potansiyel zararın önüne geçebiliriz.
İzleyin:
25 Litre - “Sanal su ayak izi” kavramı ile bu belgesel sayesinde tanıştım. Satın aldığımız bir bardak kahvenin, bir tişörtün, bir hamburgerin üretim süreçlerinde harcanan su miktarlarının benim su ayak izime eklendiğini fark ettim.
A Plastic Ocean - Plastik kirliliğinin boyutlarını hem ekosistem hem de insan sağlığı üzerindeki etkilerini öğrendim.
Zehirsiz Sofralar - Tarımda kullanılan kimyasallara “zehir” olarak bakmaya başladım bu belgesel sayesinde. Gıda tercihlerimi tamamen dönüştürdü.