Hiçbir odadan diğerine geçtiğinizde, neden girdiğiniz odada olduğunuzu unuttuğunuz oldu mu? Odaya anlamsız gözlerle bakıp, yapacağınız işi hatırlamaya çalıştığınız? “Kapı eşiği etkisi” denilen bu durum, kapı veya dolap gibi engellerin beynimiz için ayraç rolü üstlenmesinden dolayı oluşuyor. Beynimiz olayları ve düşüncelerimizi ayrı ayrı sınıflandırmayı tercih ettiğinden, olaylar ile meydana geldikleri çevre arasındaki bağlantıyı kurmakta daha başarılı. Eğer biz bir çevreyi terk edersek, beynimiz terk ettiğimiz çevreyle ilgili olan bağlantıları rafa kaldırıyor, önümüze yeni çevreyle ilgili olan dosyayı koyuyor ve bu da bizim geç açılan bir bilgisayar gibi teklememize neden oluyor.
Uzmanlar hala bu etkiden kurtulmanın çözümlerini arıyor; bununla beraber bu etkiyi daha büyük çevrelerde de yaşadığımızı söyleyebiliriz. Giderek şehirleşen dünyamızda, doğa ile bağımız da yavaş yavaş kopuyor, kendimizi “hayallerin doğduğu beton cangıllarda” buluyoruz. İnsan eli ile yaratılmış parklardaki doğayı gerçek olarak kabul ettikçe, şehirlerin dışındaki doğayı da benzer durumda zannediyoruz. Halbuki, kendi dengesini kuran doğada gübre, sulama sistemleri veya bahçıvanlık gibi dış etkenler yok ve insan etkileri doğanın dengesi ile oynadıkça, ortaya çıkan yeni denge insanlığın zararına doğru ilerliyor.
İnsan etkisi ile ortaya çıkan iklim değişikliğinden dolayı bozulan doğal dengeyi farklı şekillerde okumak mümkün. Ama bize bu değişimi en açık şekilde gösteren iki kaynak var; buzullardaki sera gazı ölçümleri ve küresel ortalama sıcaklık kayıtları.
Atmosferde bulunan sera gazları, insanlığın endüstriyel devrimi ile beraber hızla artmaya başladı. Başta karbondioksit olmak üzere, nitröz oksit, metan, perfloro karbonlar, hidroflorür karbonlar gibi gazlardan oluşan sera gazlarının artma sebebinin arkasında fosil yakıtların, özellikle kömür ve doğalgazın enerji kaynağı olarak kullanılması var. Sera gazlarını ve özellikle karbondioksit artışını, kutuplardaki buzullarda sıkışarak donan gazların yoğunluğuna bakarak görmek mümkün. Belirli dönemlerde donan buzul parçacıklarını, tarihler ile eşleştirmeyi başaran bilim insanları, 1750 öncesindeki karbondioksit oranını bir milyon parçacıkta 280 olarak ölçüyor, yani 280ppm. 1900’lere geldiğimizde ise 300ppm’e çıkan atmosferdeki karbondioksit oranı, elektrik, cep telefonu ve arabaların olduğu tüketici odaklı modern dünyamızda, şu an 420ppm’i aşmış durumda. Ölçümler havaya karışan karbondioksitin 56 milyon yıl önceye göre iki katına ulaştığını göstermekte. Karbondioksitin ve sera gazlarının artması ile ortalama sıcaklıkların 1,2 derece arttığını da görüyoruz. Bunu eriyen buzullarda, deniz seviyesi artışlarında, bozulan yağmur dengelerinde veya giderek daha soğuk bölgelere göç eden canlılar ile görmek mümkün.
Küresel Isınmanın Aura’sı Olur Mu?
Doğada bunun gibi onlarca örneğini görebileceğimiz bu küresel ortalama sıcaklık değişimlerini tarihsel kaynaklardan takip edip, grafikleştirerek değişimin hızına şahit olmak mümkün. Her ne kadar elimizde sera gazları ve ısı değişimi gibi güçlü kanıtlar olsa da, matematik dersinden çıkmış bu grafikler, genel toplumun ilgisini çekmemekte. Bununla beraber, bilim insanı Ed Hawkins, son beş yılın arka arkaya tarihteki en yüksek ortalama sıcaklık rekoru kırmasını bir şekilde herkese duyurmak zorunda hissediyordu. Birleşik Krallık’ta Reading Üniversitesi’nde Ulusal Atmosfer Bilimi Merkezi’nde görevli Hawkins, aynı zamanda görsel içerikler yaratmaya da düşkün olduğundan, bu dramatik olayı, dramatik ama çekici bir görsel ile birlikte tasarladı. Göze hoş gelse de, gök mavisinden kızıla giden bu renk çizelgesi, geçtiğimiz yüzyılda değişen küresel ortalama sıcaklığı bize göstermekte. 1850’den 2021’e kadar olan bu çizelgede, giderek kızıllaşan yani sıcaklığı giderek artan gezegenimizdeki değişim tam anlamıyla görülebiliyor. Bu görselin başarısı, elinde uzun dönemli veri olan ülkeler ve şehirler için de benzer grafik tasarımların yapılmasına yol açtı. 20. yüzyıl başından bu yana Türkiye’deki küresel ortalama sıcaklık değişimini gösteren bir grafik de mevcut hatta.
Açıkçası bu görseller, renkleri ile hoş duygulara ama anlamları ile varoluşsal krize yol açan bir güce sahip. Buna rağmen Hawkins’in tasarımları şu anda iklim krizi hakkında farkındalık yaratmak için, kravatlarda, taytlarda, fincanlarda hatta bir Tesla’nın üzerinde kendine yer bulmuş durumda. Hawkins ise bu durumdan memnun görünüyor.
Ne İşe Yaradı?
Hawkins, dikkati değişime çeken bu grafiklerin belki de en anlamlı güncellemesini geçtiğimiz günlerde paylaştı. 1,2 derece ısınmış gezegenimiz için gelecek senaryolarını paylaşan Ed Hawkins, bundan sonraki seçimin bize ait olduğunu bir kez daha hatırlatıyor: Sebebini bildiğimiz bir felakete doğru ilerlemeyi mi tercih edeceğiz, yoksa doğanın kaydını tuttuğu değişimlere kulak verip, iklimden önce biz mi değişeceğiz? Grafikte beş adet gelecek senaryosunu görmek mümkün. En üstteki en kızıla giden seçimi yaparsak bizi yaşanamaz bir gezegen beklemekte. Orta seçenekler ise şu andaki seçimlerden ortaya çıkan sonuçlar ama maalesef en altta bulunan ve en az kızıla çalan gelecek haricinde başka seçeneğimiz yok gibi. Bunun için yapmamız gerekenler belli ve artık minik bireysel değişiklikler tek başına yeterli değil. Tabii ki daha az tüketerek, özellikle cam ve alüminyumu geri dönüşüme kazandırarak, doğalgazı bir derece az açarak bile büyük bir etki yaratmak mümkün. Ancak, bilim insanları sera gazı salımlarımızın %34’ünün enerji tedarik sektöründen, %24’ünün sanayiden geldiğini bize gösteriyor. Bunu değiştirmek için en önemli adım ise başta kömür olmak üzere fosil yakıtları yerin altında bırakmak ve enerji için güneş, rüzgar ile batarya ve verimli kullanım teknolojilerine güvenmek. Bu değişimi ise şirketlerden ve hükümetlerden başkasının yapması zor. Biz bireyler olarak ise bu konuda adım atan siyasi partileri destekleyerek tüketim seçimlerimizi çevreyi ön plana koyan şirketlerden, yerel markalardan yana kullanarak bu değişime katılabiliriz.
İnsanlığın yaptığı seçimlerin kaydını doğada görmemiz mümkün. Ama artık öyle bir dönemeçteyiz ki, doğal elementlerin gözlemci rolünden çıkıp, cezalandırıcı rolüne geçmesi an meselesi. Artık doğanın sesine kulak verip, ortak hikayemizde yeni bir bölüme geçmenin zamanı geldi.