Bilim insanlarının şiddetle uyarılarda bulunması ve günlük olarak televizyon ekranlarımızdan bizi bekleyen felaketin kanıtlarının bize sunulmasına rağmen, biz insanlar hala yaşama şeklimizde gerekli olan esas değişiklikleri yapmakta başarısızlığa uğruyoruz. Sanki çocuk gibi ellerimiz kulaklarımızda, gözlerimiz sımsıkı kapalı bir şekilde bu problemi göz ardı ettikçe kendi kendine ortadan kaybolacak gibi davranıyoruz. Peki neden?
Bu sorunun kısa cevabı, çünkü böylesi daha kolay. Değişim zor ve rahatsız edici bir süreç. Bugün yapmamız gereken şeyleri hepimiz yarına ertelemeye eğilimliyiz. Karşılaşılması gereken sorun ne kadar büyükse, insanları yapmaları gereken şeyi yapmaya ikna etmek de bir o kadar zor. Ve bu sorun ise devasa. 1.5 Derece Yaşam Biçimleri: Yaşam biçimi karbon ayak izini azaltmak için hedef ve seçenekler* raporu, ne kadar değişmemiz gerektiğini ve hangi değişimlerin daha etkili olacağını ölçüyor. İklim değişikliği üzerine yapılan çoğu yorum, bizi sihirli bir şekilde kendi davranışlarımızdan kurtaracak olan yeni teknolojilere dayanırken bu rapor, eğer küresel ısınmayı Paris’teki 2015 Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’nda (COP 21) önerildiği üzere 1.5 derecenin altında tutmak istiyorsak birer birey, aile ve topluluk olarak hepimizin yapması gereken değişiklikleri ele alıyor. Rapor, “gelişmiş ülkelerin 2030 (2050) için yapmaları gerekli olan karbon ayak izi azaltımı besinde en az %47 (%75), gayrimenkulde %68 (%93) ve taşınırlıkta %72 (%96)” demektedir. Rapor aynı zamanda “Gelişmekte olan ülkeler için Çin’deki güncel 4.2 tonluk karbon ayak izi, Brezilya’daki 2.8 ton ve Hindistan’daki 2.0 ton 2050’ye kadar ülkeye ve duruma bağlı olarak %23-84 azaltılmalıdır” bilgisini veriyor.
Bu azaltmalar nasıl yapılacak? Rapor en önemli alanları: Et ve süt ürünleri tüketimi, fosil yakıta dayanan enerji ve aynı zamanda araba kullanımı olarak tanımlamakta.
Bunu okuyan ve okuduklarının kendi hayatlarındaki etkisini düşünenler doğal olarak sarsılacaktır. Çoğunluğu, ellerini emin bir şekilde kulaklarında tutarak kafalarını çevirecektir. “Zor ve rahatsız edici”, yaşanılan durumu tanımlamaya yaklaşamıyor bile. İnsanların gerekeni yapmaktan çekinmelerinin nedeni şaşırtıcı mı?
Tüketim için moda
Benim en aşina olduğum alan moda ve bu alan, teknoloji ve ekonomik gelişmenin mükemmel fırtınasına kapılmış bir endüstri. Tahminler değişebiliyor, fakat moda endüstrisinin küresel karbon emisyonlarının %10’undan sorumlu olduğuna inanılıyor. Endüstrideki birçok insan karbon ayak izlerini iyileştirmek için çok çalışıyor ve çok aşama kaydedilmiş durumda, fakat daha yapılacak şeyler var. Tekstil üretiminde kullanılan kimyasallar ve nihai ürün için harcanan enerjiye müdahale başta geliyor. En çok zarar veren endüstri listelerine baktığınızda moda endüstrisini enerji tüketimi, ulaşım ve tarımla beraber sıralamada ilk beşte görebilirsiniz. İnsanlar az miktarda kaliteli ürün almayı hedeflemekten, yüksek miktarda hızlı moda ürünü tüketmeye geçiş yapmış durumda. Şirketler istek arttıkça üretimi artırdı ve bu istek dünya çapındaki kültürel değişimlerle inanılmaz bir derecede çoğalmakta. Dünya nüfusunun %60’ının internete erişimi olduğu tahmin ediliyor. Artık kimsenin mağazalara gitmesine gerek yok, birkaç butona tıklayarak kendilerine yepyeni bir dolap satın alabilirler. Bu artan tüketim aynı zamanda küçük, oldukça zengin elit kesim dışında eskiden yoksulluğun evrensel olduğu piyasalarda filizlenen bir orta sınıfın gelişmesiyle de hızlanmıştır. İnsanlar kendi ve çocuklarının hayatlarındaki gelişimi güzel şeyler alabilme kapasitelerinin artması ile hesaplıyorlar. Bu kötü bir davranış değil, doğal bir istek. İnsanların kafasında hayatlarını iyileştirmekle, bu tüketimin verdiği zararı birleştirmek oldukça zor bir şey.
Bu yeni piyasaların çoğu, insanların geleneksel olarak kendi çevrelerinden kıyafet alma ve yaratmaya odaklı oldukları ülkelerde. Şimdiyse birdenbire bunu yapmalarına gerek kalmadı.
Eğer gözünün önünde değilse, bir problem değil
Problemler iki şekilde karşımıza çıkar: Elle tutulabilen ve uzak olan. Britanya’da yaşayan biri havanın normale göre daha ıslak, yazların daha sıcak ve kışların daha ılımlı olduğunu fark eder. Türkiye’de eskisine göre daha fazla kuraklık ve sıcak hava dalgaları var; kendi ülkem olan Gana’da yağışlar daha az öngörülebilir hale geldi ve deniz seviyeleri yükseldi. Bunların hepsine bakıp iklim değişikliğinin suçlu olduğunu söyleyebiliriz, fakat hepimiz sadece kendi hayatımızda oluşan küçük, bazen anlaşılamayan değişimleri tecrübe ederiz. Kaliforniya ve Bangladeş’teki trajedi ve felaketler birbirlerinden çok uzak. Ölümlerin yasını tutabiliriz, fakat bu olayları kendi hayatımıza bağlamak neredeyse imkansız. Başkalarının yaşadığı bir felaket, bizim kendi hayatımızı ölçümlememiz için yeterince teşvik edici değildir. Sadece kıyamet bizim kapımızı çaldığında harekete geçmeye karar veririz. Türkiye bunun için mükemmel bir örnek. Bu yıl İzmir, Şırnak, Burdur, Edirne, Antalya ve Muğla’da yaşanan kahredici ve trajik orman yangınları, hükümetin iklim krizi konusunda daha keskin bir şekilde hareket etmesi adına bir talep deryasının ortaya çıkmasını sağladı.
Burada pandemiye verilen tepki ile çıkarılabilecek güzel bir paralellik var. Dünyanın her bir yanından ülkelerde hükümetler insanların hayatlarının oldukça kısıtlanması, özgürlüklerinin bastırılması ve COVID virüsünün bulaşmasının yavaşlatılması konusunda ne kadar işbirlikçi olduklarına hayret ettiler. Evde kalmak, derinden sevilen kültürel aktiviteleri kenara bırakmak, sevilenlerden uzun süre uzak düşmek; krizden önce bir çoğumuzun bu kuralları takip edeceğini düşünmek imkansızdı. Eğer bu kurallar iklim değişimi için konulsaydı, bu derece uyulur muydu? Esas olarak dünyanın ihtiyacı olan tepki bu, fakat COVID’in daha elle tutulabilir bir tehdit olduğu da söylenebilir. Bu hastalığa kapılmış, hastaneye kaldırılmış, hatta vefat etmiş insanlar tanıyoruz. Bu hastalık hayatlarımızda ve gözümüzün önünde. Ellerimizle kulaklarımızı kapamamız bir işe yaramayacak. Tehdit burada, ve buna göre hareket ediyoruz çünkü başka bir şansımız olduğunu düşünmüyoruz. Toplu taşımada maske takmak ile güvende kalmak arasındaki psikolojik ilişkiyi çizmek kolay. Klimayı veya ısıtıcıyı açmak ve küresel facia arasındakini çizmekse pek değil. Bu ilişkinin insanlara belli edilmesi, çözüm yolunda büyük bir engel.
COP 26 ve uluslararası parmakla gösterme
Kasım’da tüm dünya Glasgow, İskoçya’da 2021 Birleşmiş Milletler İklim Değişimi Konferansı, yani COP 26 için bir araya gelecek. Gezegendeki en güçlü insanlar korkularını, çözümlerini ve değişim için dileklerini paylaşacaklar. O toplantı ve konferans odalarında birçok konuda anlaşma olacak, özellikle bir şey yapılması gerektiği konusunda.
Fakat geleceğimizi kontrol eden bu insanlar hep arkalarını kolluyor olacaklar, tıpkı politikacıların her zaman yapması gerektiği gibi. Onların en önemli seyircisi evdeki halk olacak. Uluslararası çözümleri üstlenmek başka, toplumunu kendi hayatlarını değiştirmeye ikna etmek ise başka. İngilizce bir kelime vardır, “whataboutery”. Bu kelimenin anlamı insanların bir zorlukla karşılaştıklarında konuyu değiştirmek amacıyla tamamıyla farklı bir yöne doğru yönelmeleridir. Bazıları “Peki ya Çin?” diyeceklerdir, “Onlar en büyük çevre kirleticilerinden biri.” “Ah,” diyecek Çinliler, “peki ya Batı? Onlar hepimizden çok daha uzun süredir fosil yakıt yakıyor; değişim onların sorumluluğu.” “Bize bakmayın,” diyecek gelişen ülkeler, “biz daha yeni çıkan piyasalarımızla yolun çok başındayız. Problemi biz yaratmadık, yani bunu çözmek bizim sorunumuz değil.” Parmakla başkalarını göstererek onları suçlamak bir politikacı için kendi toplumuna fedakarlık yapması gerektiğini söylemekten çok daha kolaydır.
Her ülke bir başka ülkeyi suçlayabilir, bizler de bireyler olarak kurumsal düzeyde tıpatıp aynısını yapıyoruz. İklime zarar vermekten kar eden fosil yakıt şirketleri, yeryüzünde büyük yaralar açarak onu kirleten madencilik şirketleri, ve evet, savurgan üretimi ve çöpe atılan kıyafetleriyle moda endüstrisi -hepimiz gözlerimizi kısıp, söylenip, bunların “gerçek kötüler” olduğunu savunabiliriz. Ne de olsa durdurulabilirler, değil mi? Yine de... Hepimiz ışıkları ve ısıtıcıları açmak istiyoruz. Hepimiz arabalarımızı kullanıp eğer ödeyebilecek kadar şanslıysak tatiller için uçmak istiyoruz. Hepimiz son moda kıyafet istiyoruz. Günün sonunda bir tişört almak ne kadar zararlı olabilir ki? Kolaylıkla kalpsiz soyguncu olarak tanımlanan bu şirketler aslında sadece bizim ürünlerine ve servislerine olan isteklerimize cevap olarak hareket ediyorlar. Eğer ürettikleri şeyi istemeseydik, bu üretimi durdururlardı -tekrarlamak gerekir ki onların hareketleri ile bizimkiler arasındaki ilişki, bizim silkelenip durumun farkına varmamız için fazla soyut.
Güç senin elinde
Eğer iklim değişikliğine karşı savaşılacaksa ülkeler daha iyi hareket edebilmek adına büyük ittifaklar kurmalı, fakat bu savaş anca biz bireyler de tutum takınıp kişisel karbon ayak izimizi azaltınca kazanılacak. Count Us In (Bizi de Kat) Birleşmiş Milletler tarafından desteklenen ve hepimizin yavaşlamak ve sonunda küresel ısınmanın en kötü etkilerini geri çevirmek için atabileceği 16 adımı çizen; bizi daha az et yemek, daha az uçmak, evlerimizi izole etmek gibi bariz adımları atma yönünde destekleyen bir proje. Bu adımlar yapmamız gerektiğini bildiğimiz halde yapmamayı tercih ettiğimiz şeyler.
Proje, kayıt olanları tek bir hayat biçimi değişimiyle, insanların problemin gerçek ölçeğinden korkmaması adına, basit bir şeyle başlama konusunda destekliyor. Önerilen davranışsal değişimlerin hepsi küçük ve bir etkisi olmayacakmış gibi gözükebilir. Ve işte yolumuzdaki en son, en sinsi engel ile burada karşılaşıyoruz. Bu kadar büyük güçlerin içinde olduğu küresel bir problemin kişisel kontrolümüzden çıktığını düşünmek oldukça kolay. Mesela bazı ürünleri tekrar kullanmak veya geri dönüştürmek boş jestler gibi gözükebilir. Fakat eğer Count Us In bir milyar insanı hayatlarında küçük bir değişiklik yapmaya ikna etme hedefini yerine getirirse bunun etkisi inanılmaz belirgin olabilir. Artık “yaptığım şeyler hiçbir işe yaramayacak” demek kabul edilebilir bir şey değil. Bir gün çocuklarımız ve torunlarımız bize dönüp “Gezegeni iklim değişikliğinden korumak için sen ne yaptın?” diye soracaktır. Bu soruya iyi bir cevabımızın olmasını isteyeceğiz.