New York’tan İstanbul’a geliş sebebim bir Contemporary Istanbul, bir de yabancı damatlı düğün. Düğün için sakladığım smokine sığamadığım gibi, Venedik’ten sonra dünyada tek olan Tersane İstanbul’da fuara şahane yemekleriyle katılan restoranlar sayesinde bu hafta daha da kilo alacağım gibi duruyor.
Contemporary Istanbul Bloom, fuarın resort koleksiyonu gibi. Eylül ayındaki esas fuardan evvel, daha ufak ölçekte ama şahane bir seçki sunuyor. Bundan 6-7 yıl önce fuarın kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli ve Başkan Yardımcısı Rabia Güreli’nin “CI: Resort” diye fikri ortaya attıkları günleri hatırlıyorum. Sonuçta bir yıl, her şeyi hızla tükettiğimiz bu devirde sanat fuarsız kalmak için uzun bir süre.
Tersane İstanbul’a ulaşmak çok kolay mı? Ayağımız alışana ve toplu taşıma mekanizmaları oraya uzanana kadar, hayır. Fakat Karaköy’den Cuma 13:00-16:00 arası, haftasonu da 12:00-17:00 arası saat başı fuar alanına ücretsiz motor kalkıyor.
Pandemide sanat hasretimden midir, yurt özleminden mi bilmiyorum, bana Contemporary Istanbul Bloom çok iyi geldi. BüroSarıgedik’te asılı olan Gülsün Karamustafa eserleri, Galerist’in en genç sanatçısı Merve İşeri’nin şahane ve Komet’i anımsatan tabloları, Ambidexter’in okulda yanaşmaya utandığınız rock’çı cool sanatçılarının tümü, aklımda kalan eserlerden. Benim yeni dönem işlerimi de Anna Laudel’da görebilirsiniz.
Fuar bu sefer ufak geldi diyenlere bir not: bu fuarın amacı bu, daha yerel, daha tadımlık. Fakat eserler muhteşem, ayrıca NFT’lerle ilgileniyorsanız Cuma ve Cumartesi tüm gün sürecek olan NFT konferansını kaçırmayın derim. Konferans çerçevesinde Cumartesi 14:00’te gazeteci Funda Karayel’le NFT’lerde Sanat Nerede başlıklı bir söyleşi de gerçekleştireceğiz.
HOCKNEY İSTANBUL’DA
Geçtiğimiz yıllarda uluslararası sanat camiasında İstanbul’u bir ilham ve sanat üretim merkezi olarak yeniden konumlandıran Gate 27 Konuk Sanatçı Programı’nın kurucusu Melisa Tapan’ın davetlisi olarak Salı günü Sabancı Müzesi’nde David Hockney sergisinin açılışına katıldık. Hockney’in eserlerini en son 2017’de Paris Centre Pompidou’daki retrospektifinde görme fırsatı yakalamıştım. Yalan söyleyemeyeceğim, içimden “bu adamın eline iPad verende kabahat” diye geçirmiştim dijital resimlerini gördüğümde. Yanılmışım. Sabancı Müzesindeki sergi ne kadar iç açıcı, ne kadar keyifli, kelimelerle anlatabilir miyim bilmiyorum. Instagram yüzünden doğa manzaralarına fazla aşina olduğumuzu ve artık hiç bir şeyden etkilenemediğimiz bir devire girdiğimizi düşünüyordum, Hockney beni haksız çıkardı. Mutlaka bir gününüzü ayırın.