Rıdvan-Güntekin metodu
Olayı bir futbol maçı gibi görmek her iki cinsin de ilk sarılacağı çözüm oluyor genelde. Tabii ki arkadaşımızı yenik gösteremeyiz. Onu yapabileceği her şeyi yaptığına fakat top gibi kalbin de bazen yuvarlak olabildiğine ve onu kesecek olan komşunun balkonuna düştüğüne inandırmak gerekiyor. Biraz “What can i do sometimes?”, biraz da “Aşk süresi belli olmayan ve sonunda kadınların kazandığı bir oyundur”la süsleriz çaresizliğimizi. Durum daha da vahimse bırakın galibiyeti, gol bile atamadığımız İngiltere yaparız belki ex-yengemizi. Sonuçta berabere bitmiyor hiçbir aşk; bazen uzatmalarda, bazen de penaltılarla dramatik bir son buluyor kendine. Eskiden yazı-tura atarlarmış, düşünsenize...
Kıyas
Bir kere şunda anlaşalım: Teselli vermeye çalışan her insan bir süre sonra kendi yaşadıklarını anlatan sıkıcı birine dönüşecektir. Eğer kendisi de bir ilişkiden çıktıysa zaten veryansının dibini göreceğiz ama halihazırda bir ilişkisi varsa veya âşıksa teselli yerine acı verecektir. O sabah yanında uyandığı kadınla kahve içerken dokunduğu ellerini bırakmak istemediğini anlatan birinin sizi teselli ettiğini düşünsenize... Veya sizi anladığını anlatmak için ilkokulda kafasına silgi fırlatan kızdan başlayıp en son bir Facebook mesajıyla onu terk eden kadına kadar tüm acılarını döken birini... Çıldırırsınız. O yüzden teselli adamını iyi seçemezseniz sabaha kadar kıyaslanır, sonunda da yaşlanırsınız.
Hedefleme
“Sana kız mı yok” ve “Çivi çiviyi söker” teselli adamlarının en önemli kozlarıdır. Bu tipler, o zamana kadar hayatında tek bir kadın olmuş adama bile bir Kazanova’ymış gibi yükleme yaparlar. İtiraz ettiğinde de “İstesen olurdu kardeşim, sende o potansiyel var ama sen istemedin...” gibi asla itiraz edemeyeceğin çıkarımlarla gelirler. Birden, geçen hafta banka kuyruğunda bakıştığın kadından üniversite ilk sınıfta sana notlarını veren ve yıllardır senden hoşlandığını düşündüğün kıza kadar bazı isimler belirir kafanda ve ikna olursun. Bu da seni bir anlık, başka birileriyle de olabileceğine dair motive eder. Ta ki giden kadını özleyene kadar. Çünkü ileride başka biriyle ilgili bir umudun olabilir ama henüz tanımadığın birini özleyemezsin.
Yoksa şüphen mi var?
Ayrılığın sebebi bilinmiyorsa ve terk edilen konumundaysanız, birkaç saat içinde, yün yumağıyla oynayan bir yavru kedi gibi, her yanınız şüphe ipleriyle sarmalanıyor. Bu durumda teselli adamının vereceği en küçük bir gaz, sürecin direksiyon hakimiyetini kaybetmenize yol açabilir. Zaten zemin kayganken yapılabilecek en kötü şey, uç uca eklediğiniz bir sürü şüphecikten dev bir ŞÜPHE yaratmak olacaktır. Yanınızda Aşk-ı Memnu’daki Firdevs Yöreoğlu tadında sizi sürekli fişekleyen bir arkadaşınız varsa teselli döneminde uzak durun ondan. Çünkü bir süre sonra kendinizi Adnan Ziyagil gibi hissetmeniz kaçınılmaz. Eğer evinizin arka bahçesinde sanatınızı icra edip stres attığınız bir bölüm de yoksa Adnan bey gibi sinirinizi atma şansınız da yok; içinizde dev patlamalar yaşanmasın.
Teselli neyi değiştirir ki?
Aslında hiçbir şeyi. Ama ilginç bir şekilde ayrılık durumlarında bir taraftan “Kimsenin akıl vermesine ihtiyacım yok!” triplerinin yanında, en samimi arkadaşlarımızın tümü yanımızda olsunlar istiyoruz. Kesin bir dille reddedecek olsak da, bir yandan da o teselli adamlarının bir posta güvercini gibi gidip ayrıldığımız insana ne kadar berbat durumda olduğumuzu söylemesini de bekliyoruz çaktırmadan. Bir yandan da teselli adamına sinirleniyoruz onu görebildiği veya arayabildiği için. Zira zamanında adam sevmenin aramak ve özlemek olduğunu söylemişti. Ayrılınca da Ahmet gidiyor belki ama Kaya kalıyor bizde. Tam da göğsümüzün üzerinde...
Yazının tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Nisan sayısında ve GQ Türkiye Dijital edisyonunda...