Daha Az ile Daha Mutlu
Argüman

Daha Az ile Daha Mutlu

2010’ların başlangıcı… Dave Bruno’nun ‘100 Eşya ile Yaşamak’ meydan okuması, deneyimlerin YouTube izlenmelerine ‘challenge’ olarak meze olmadığı ve akımların da tüketilip rafa bugünkü hızla kaldırılmadığı dönemin öncesine denk geliyor. Konuyla ilgili makaleleri inceleyip yazarı dinliyorum. Gerçekçi oluyorum ve hem bireysel olarak ilk evime geçmişken hem de her hafta TV’de program yaparken 100 şey/eşya ile yaşamaktan fersah fersah uzakta olduğumu biliyorum. İhtiyacım olan tabaklar, olduğunu düşündüğüm gömlekler, düşündürüldüğüm daha bir sürü şey var. Ve acaba ulaşmak için kendimi harap etmiyorsam materyalist keyiflerimden tümden vazgeçmeli mi? Tüketim çılgınlığında kaybolmadan, zevklere gem vurmadan dengeli bir tarafa geçelim lütfen.

Harcadığımız Sadece Para mı?

Para, kullanılmadığında sadece bir kağıt parçası; hatta artık çoğu zaman o bile değil, banka hesap ekranındaki birtakım rakamlar. Bu mühim rakamların kişinin durumuna göre pek çok belirleyicisi var. Harcamanın bireysel limiti çok yüksek olabilir ama tüketirken dünyanın ödediği bedeli göz önünde bulundurmak daha mühim hale geldi. Davranışlarımızın kolektif sonuçları aşikar. Mesela bu jenerasyonun yaşadığı ilk pandemi deneyiminde büyük büyük markalardan bazıları, artık senede beş-altı koleksiyon yok, iki sefer yeter dedi. Yeni sezon bir çantaya 10 bin lira vermeye hazırsan bile, dünya bu algını tetikleyecek adımları seyreltmeye gitti. Zaten sevmediğin bir işte ömür tüketilen ve satın alınanlar üstünden tatmin aranan bir durum söz konusuysa, ödenen bedelin o rakamlar olmadığı bir’ beş yıl öncesinin mevzu bahsi.

Tüketim Alışkanlığımdaki Sinsi

Sadeleşme akımının son yıllardaki popüler figürlerinden Marie Kondo şöyle diyor: Eğer size ‘zevk’’ vermiyorsa o şeyi atın gitsin. İyi güzel söylüyorsun Kondo’cum ama ben evdekilerin yarısını atmak üzereyim. Sonra ne yapacağım yüzleşmesini yaşayınca da şunu fark ettim: Yıllar içinde değişen/gelişen zevklerim ve eşyaları hor kullanmama gibi özelliklerim var. Çok severek aldığım lüks kategorisindeki cüzdan da hâlâ benimle, sonra değiştiririm dediğim TV sehpası da. Zamana yayılmış bilincimde, gereksiz tüketimin gizli faktörü ise: en çok beğendiğim veya istediğim yerine; çok ihtiyacım olmasa bile, diğer opsiyonlara yönelmek.

İkilemi Dengele

Az ama öz akımı, altyapısız ‘zenginliğin’ bel kemiği şovenist sosyal medya kültüründe çok nesneye sahip olmamanın espri malzemesi. Sürdürülebilir üretimi de hakkıyla uygulayan kaç marka vardır bilinmiyor ama genel olarak bir PR hareketi çünkü esas olan minimum tüketim hali. İdeal tüketim için otomasyon bir çözüm yok, kişisel algılar, ihtiyaçlar ve Dünya’nın gerçekleri var. Her satın alma işlemi yaptığımda kafamda adeta bir analitik düzlem beliriyor ve sorgulama başlıyor. Bazen satın alma sürecim biraz uzun sürüyor. Hedeflediğimden değil ama 100 eşya ile yaşama noktasına kişisel ölçeğimde hâlâ epey uzağım lakin uzaklaşma hızım oldukça yavaşladı. Heyecanımı küresel ve kişisel gerçeklikle dengelemeye çalışıyorum.

Yıllardır GQ sayfalarında, mağaza katlarında ve İtalya’nın artizan butiklerinde karşılaştığım güzellikler var. (üzerine logo basılmış vasıfsız bir t-shirt’ten bahsetmediğim açık değil mi?) 4500 liralık tasarım aydınlatma da, 50 liralık mobilya marketi ürünü de işlevsel olarak denk, farkındayım. Ve fakat estetik olarak göz ardı edilemeyecek bir heyecan da hissedebiliyorum. Analitik düzlemde vardığım optimum nokta: Bir ürüne sahip olmanın hazzı iyi bir deneyime eşlik edecek formdaysa ne âlâ. Eksikliğini hissetmeden devam edebilmek ise gerçekten daha az ile mutlu olmak.

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası