Il Capitano olacak çocuk

Il Capitano olacak çocuk

Semih Kaya genç ve yetenekli bir futbolcu. Pes etmek nedir bilmeyen bir sporcu. Kadir kıymet bilen bir evlat. Tanımadan sevebileceğiniz bir adam...

Lakabın sahibi Fabio Cannavaro. Boşuna alternatiflerini sıralamaya kalkmayın, adam 21’inci yüzyılın en iyi defans oyuncusu. Bir dönem Alessandro Nesta’yla az duvar örmedi bunlar. Futbolda defans bizim işimiz diyen İtalyanların medar-ı iftiharıydılar. Italya milli takımı oluşturulurken ilk onun adı panoya yazılırdı. 2002 Dünya Kupası sonrası, koskoca Paolo Maldini’den milli takım kaptanlığını aldı. 2006 Dünya Kupası’nda rakip takımların kabusuydu; üstelik kupayı kaldırdığı turnuva boyunca tek bir sarı kart bile görmeden. Her zaman gol atmanın, atanın ya da attıranın ödüllendirildiği bu oyunda, Ballon d’Or tarihinde ödüle layık görülen tek stopper oldu.

Bizim sarı oğlanın yaşındayken Napoli’den Parma’ya yeni transfer olmuş, dünya devlerini peşine düşürmeye hazırlanıyordu. 2011’de futbolu bıraktığındaysa bizimkinin yaşı kadar top peşinde koşmuştu. Yetenek olarak “Sarı”nın ondan eksik kalır yanı yok. Ama derler ya, esas mesele, yeteneklerinin onu götürdüğü yere gitmeye cesaretinin olup olmaması. 15 yaşında bu oyun onu ölümle burun buruna getirdiğinde vazgeçmeyip oynamaya devam ettiğine göre, neden olmasın... Elimizi korkak alıştırmaya gerek yok. Karşınızda Il Capitano olacak çocuk: Semih Kaya.

Antrenman çıkışı geldi, yorgun ama güler yüzlü. Yeni hoca defans hattını yarım saat fazladan çalıştırıyor, şikayetçi değil. “Bugün yemek kötüymüş, bir şeyler yiyebildin mi?” diye sordular, “Onu da bulamayanlar var” diye mırıldandı.

Genç yaşta bu kadar çok para kazanan, bu kadar başarılı olmuş bir adamdan duyduğum ilk cümle, tesislerde çıkan yemeğe şükredişiydi. O mırıldanma sonrası röportaj boyunca söyleyeceklerinin pek de bir önemi kalmadı.

Birkaç gün sonra fotoğraf çekimi için buluştuk. Stüdyoya girdiğinde herkesin erken gelip hazırlıkları tamamladığını ve kendisini beklediğini gördü. “Durun, ben size bir çay demleyeyim” diyerek mutfağa yöneldi. “Sen dur, biz hallederiz” diyenleri duymamazlıktan geldi. Çaydanlığı çalkaladı, eliyle koymuş gibi buldu çayı. Demlenmesini beklerken çay bardaklarını sıcak suyla çalkalayarak ısıttı. Güne elinden çay içerek başladık. O kare, fotoğraf çekimi boyunca birbirinden havalı kıyafetlerle vereceği pozlardan çok daha fiyakalıydı.

 “Ameliyattan sonra tekmeye kafamı uzatmaktan çekinen bir futbolcuya dönüşseydim, bana bu formayı emanet etmezlerdi.”

22 yaşında. İnsanın yaşıyla değil yaşadıklarıyla olgunlaştığının canlı kanıtı. Daha şimdiden hayatına iki büyük dönüm noktası sığdırmış. İlkinde ölümün soğuk nefesini ensesinde hissetmiş. 16 yaşında, Galatasaray altyapısında oynadığı dönemde, hava topuna yükseldiğinde, Beşiktaş altyapısında oynayan Batuhan Karadeniz’in tekmesiyle yere yığılmış. Beyninde oluşan pıhtı nedeniyle apar topar ameliyata alınmış. Durumunun ciddiyetini rahmetli Özhan Canaydın’ı hastanede görünce fark etmiş. O yaşta beyin ameliyatı olmuş bir çocuğu, sonrasında ne iki defa geçirdiği çapraz bağ sakatlıkları ne de menisküs yırtığı korkutmuş. Sekiz ay takımdan ayrı kaldığında bile eskisi gibi olamayacağından endişelenmemiş. Hiç isyan etmemiş. Aksine sakatlıklarıyla güçlenmiş. İkili mücadelelerdeki soğukkanlılığının arkasındaki neden bu. Rakibine “Daha önce çok sakatlandım, gerekirse yine sakatlanırım ama o topla geçmene izin vermem” hissini yaşatması.

“Sırtımdaki bu formayı giyebilmek için sadece çok çalışmadım, aynı zamanda çok direndim, çok fedakarlık yaptım. Parasız pulsuz kaldığım günlerde bile bu renklerden vazgeçmedim.”

Semih’in hayatındaki ikinci dönüm noktası, uzun süreli sakatlıkları sonrası kulübünün onu satmaya karar verdiği sancılı dönemdeki inadı. Hayat çok sınamış Semih’in Galatasaray sevgisini ve bağlılığını. Altyapıda oynayan her çocuk gibi, onun da hayali günün birinde A takımına yükselmekmiş. Sakatlandığı dönemde bir an önce iyileşip geri döneceği günü iple çekerken Gaziantepspor’a kiralanacağını öğrenmiş. Sakatlıktan yeni çıkmış kiralık bir oyuncu olarak hiç forma şansı bulamamış. Her fırsatta ısrarla Galatasaray’a dönmek istediğini söylüyormuş. Derken daha kötüsü olmuş; transfer döneminde bonservisiyle birlikte Denizlispor’a gönderileceği haberi gelmiş. Kabul etmemiş, Galatasaray’dan başka bir kulübün futbolcusu olma fikrini içine sindirememiş. Transfer olmayı kabul etmediği için sözleşmesi karşılıklı olarak feshedilmiş. Yılmamış. Bank Asya liginden Kartalspor’u bulmuş, konuşmuş. Galatasaray’ı da yeniden sözleşme imzalayıp hiçbir maddi talepte bulunmadan kendisini Kartalspor’a kiralamalarına ikna etmiş. O dönemde ailesi para gönderemez olmuş, aylarca böyle gezmiş, dayanacak gücü kalmamış. Sırf başka bir takımın oyuncusu olmamak için futbolu bırakıp köye dönmeyi düşünür hale gelmiş ki Fatih Terim, Semih’i kulübe geri çağırmış. Hayatındaki ilk dönüm noktası onu cesur ve soğukkanlı, ikincisiyse çalışkan ve vefalı bir adama dönüştürmüş.

Röportajın tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Şubat sayısında ve GQ Türkiye iPad edisyonunda...

“Babama Galatasaray mı, Semih mi diye sorsanız, cevap vermeden önce bir düşünür. Küçükken tek hayali futbolcu olup Galatasaray’ı şampiyon yapmakmış. Onun hayalini gerçekleştirdiğim gün neler hissettiğimi kelimelerle anlatamam. Bir evlat hayatta daha ne ister ki...”

Semih’in Galatasaray tutkusu babasından miras. Başka bir takıma gitmemek için bu kadar direnmesinin nedeni de onun hayalini gerçekleştirebilmek. Dedesi, tek oğlunun futbolcu olmasına izin vermemiş. Sonrası bilinen hikaye. Semih’in babası bakmış, ailede top en çok Semih’in ayağına yakışıyor, oğlunu Galatasaray’a futbolcu yapabilmek için her türlü fedakarlığı yapmış. Hani derler ya, yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş. Gün gelmiş hayvanlarını satmış, gün gelmiş borç almış. Köyde maçları seyredemedikleri için oğlunu komşu köye götürürmüş. Galatasaray formasıyla şampiyonluk kupasını kaldırdığı gün, “Hayalimi gerçekleştirdin, bundan sonra profesyonel hayatınla ilgili ne istersen yapabilirsin, her ne karar verirsen saygı duyarım” demiş. Gerçekten de artık hiçbir şeye karışmıyormuş. Hatta Semih evdeyken ne maç izliyorlarmış ne de futbol muhabbeti yapıyorlarmış.

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası