Marina Abramovic & Ulay. rest energy, 1980, Fotoğraf: MoMa

Stanford Üniversitesi’nin Psychology of Men & Masculinities makalesinde yeni bir araştırmadan bahsediyorlar. Bu araştırmada, bekar erkeklerin %61’i, bekar kadınlarınsa sadece %38’i yeni bir aşk arayışında olduğunu söylüyor. Bunun nedeni olarak da erkeklerle flört etmenin, sevgili olmanın ve bir ilişkiyi sürdürmenin duygusal emek maliyetinin yüksek olmasını gösteriyorlar. Araştırmaya katılan kadınlara göre, erkeklerin hem duygusal ve sosyal destekçisi, hem hayat organizatörü, hem de ev işleri hizmetçisi olmaktansa yalnız yaşamak daha az yük getiriyor. Bu da karşımıza Man keeping kavramını çıkarıyor. Otellerdeki house keeping gibi, erkeğin bakımıyla ilgilenmek anlamına geliyor. Kariyer havluları yerdeyse onları değiştirmek, sosyal yatakları bozuksa düzenlemek, duygusal minibarı boşaldıysa doldurmak gibi…
Araştırmada kadınların verdikleri cevaplara göre bu bahsedilen sosyal, fiziksel ve duygusal emeği 11 maddede toparlamışlar. Bakın, kadınlar erkekler için neleri yaptıklarını söylüyor. Bakalım sizin ilişkinizde bunları kimler yapıyor?
- Daima onun ruh hâlini gözet.
- Onun moralini yüksek tut.
- Kişisel gelişimine katkıda bulun.
- İlişkiyi yönet.
- Tatilleri planla.
- Temizliğiyle ilgilen.
- Yemeğini yap.
- Arkadaş edinmesini sağla.
- İş yerinde yaşadığı sorunları çöz.
- Onunla sürekli ilgilen.
- Özgüvenli olması için çabala.
Kadınların iddiası şu, “Kadınlar ilişkide daha fedakar olmaya teşvik edilirken erkek ev içinde ve hayatta misafir gibi yaşıyor.” Peki uzmanlar bu durumun ortaya çıkma nedenlerine dair neler söylüyor?
Öncelikle sorunu doğru tespit etmek lazım. Yukarıda yazan tüm sorumluluklar, bir insanın zaten yalnız olsa da üstlenmesi gereken şeyler. Burada problem, bunu sadece bir tarafın yapıyor ya da yaptığını düşünüyor olması. İnsanlar bu yükleri birlikte taşıyabilmek için ilişki yaşarlar. İlişki sadece flört edip sevişmekten ibaret değildir. Flörtün ve ilişkide ‘etkilenme, keşif’ gibi aşamaların heyecanı yaklaşık 6 ay ile 3 sene içerisinde geçiyor ve geriye paylaşılacak bir hayat ve dolayısıyla sorumluluklar kalıyor. İlişkiler de zaten tam burada bocalamaya başlıyor. İnsanlar burada, tam olarak bu aralıkta ‘tamam mı yoksa devam mı’ kararı almaya başlıyor. Birbirlerinin asıl karakterleriyle ve değişmeyecekleri gerçeğiyle yüzleşiyorlar. Bir kişi doğru şekilde yetiştirilmemiş ve kendini zaman içerisinde geliştirememişse ilişkide daha gelişmiş olan taraf yükleri sırtlamaya başlıyor. Bana sorarsanız, araştırmadan bağımsız olarak bu, kadın da olabiliyor erkek de.
Her şeyden önce erken yaşlarda cinsiyet ayırt etmeksizin insanlara bireysel beceriler kazandırılmalı. Aile içinde aynı evde yaşamanın sorumlulukları verilmeli. Yemek yapma, evi toplama, çamaşır yıkama, tadilat gibi tüm işler ortak yapılmalı. Çocuk böyle bir takım çalışmasına alıştırılmalı. Sonra da okullarda, en yüksek dağlardan veya Dandanakan Savaşı’nın tarihinden önce ev ekonomisi, temizlik, kıyafet katlama, yemek ve tamirat yapma, bitki yetiştirme gibi temel beceriler öğretilmeli. Önce bu çocuklar tek başına hayatta kalabilecek şekilde yetiştirilsin, sonra Viyana’ya sefere mi çıkacaklar, polinom mu çözecekler kendileri karar versin. Bir diğer önemli konu da iş ve cinsiyet kavramlarının birbirinden ayrılması, toplumsal cinsiyet rolü konusunun azalarak bitmesi. Kişiler cinsiyet rollerine ilişki içinde kendileri karar versin. Eril olmak isteyen, dişil olmak isteyen hayatta ve yatakta istediği gibi davransın. Bu, önceden kendilerine baskı aracılığıyla verilmiş bir rol olmasın. Son olarak da şu; ilişkide artık insanlar birbiriyle açık açık konuşsun ya! Kaçıncı yüzyıldayız? İletişim çağı bitti yapay zekaya geldik, hâlâçiftler oturup da ne iyi gidiyor ilişkide, ne kötü gidiyor, konuşamıyorlar. Çıplak kalıyorlar; dünya kadar ter bezi, bakteri paylaşıyorlar da, oturup konuları aynı şekilde paylaşamıyorlar.
Özetle herkes kendini yetiştirmeli, insan olmalı önce. Bir insan tek başına hayatta kalabilecek noktaya gelmeden uzun bir ilişkiyi, bir evliliği hayatta tutamaz. Açık iletişim kurmayan çiftler ayrılmaya ya da mutsuz bir ilişki sürdürmeye mahkumdurlar. Sonuçta iki kişi birbirini, işini gördüğü için değil de birlikte olmaktan hoşlandığı için, sadece yatak arkadaşlığı için değil de muhabbeti ve hayat arkadaşlığı için seviyorsa, o ilişki su gibi akar gider. Hepinize sağlıklı ilişkiler…
Uyarı!
‘Prenses erkek’ diye moda bir sıfat geziyor ortalıkta. Aktif olmayan, fazla hassas ve hayata karşı güçsüz duran erkekler için kadınlar tarafından kullanılıyor. Bence topluma hiçbir faydası olmayan bir sıfatlandırma. Öncelikle erkeği rencide ediyor ve tepki topluyor. Hem o şikayet edilen ‘duygularıyla yüzleşmeme’ temasından uzaklaştırıyor hem de kadınlar bu nitelemeyle aslında farketmeden kendilerini aşağılıyor. Güçsüz olduğunu düşündükleri bir erkeğe kadınsı bir sıfat takarak, kadın olmanın güçsüz olmakla aynı şey olduğu yargısını pekiştiriyorlar.