Çözüme odaklanmamız gerekiyor. Çözümden bahsetmek de ancak umut etmekle mümkün. İnsanlık nice yıkımlardan geçmiş, kurunun yanında yaşlar yanmış, gözyaşları dökülmüş, giden gitmiş kalan sağlar bizim olmuş. Dünya her yıkımdan sonra daha güçlü toparlanmış, çözmesi gereken meseleleri çözebilmiş, her kaos sonrası yeni umutlarla ayağa kalkmış.
Şehirde arka arkaya bombaların patladığı zamanlar metroda karşılaştığım bir hocamın lafını hiç unutmuyorum, ‘’İlahi bir diyalektik var, işte bizi o kurtaracak’’ demişti. Tanıdığım en analitik insanın ilahi bir diyalektiğe güvenmesi beni hala şaşırtır ama bir yandan da bu söz hala içimi rahatlatır. Kaosun en zorlayıcı yanı bence belirsizlik. İnsanı en çok bilmediği korkutuyor. İşte tam da konuyu buradan film noir’a bağlamayı planlıyordum.
Film noir evrenindeki kaotik olayların çözülme şekli bana nedense bu diyalektiği hatırlatır. Çamura batmış bir dünyada iyilikle kötülüğün, suçluyla suçsuzun tanımlanamayacak kadar iç içe geçmesine rağmen nihayetinde bir şekilde aydınlığa kavuşması ancak ilahi bir formülle gerçekleşebilir sanki. Neo-noir’a atlamadan önce kafanızda film noir’a dair sorular varsa önce sizi buraya alalım.
Blue Velvet - David Lynch
Ingrid Bergman’ın kızı, David Lynch dahil nice ikonik yönetmenin gözdesi Isabella Rossellini’yi Dorothy rolünde izlediğimiz Blue Velvet, noir elementlerinin psikolojik-gerilim unsurlarıyla harmanlanmış bir örneği. Babasını ziyaret etmek için üniversiteden büyüdüğü kasabaya dönen Jeffrey’nin bahçede kesik bir kulak bulmasıyla başlayan olaylar, David Lynch’in dehasıyla klasik noir temasının ötesine geçiyor. Lynch’e en iyi yönetmen Oscar adaylığını getiren filmin renk paleti ise görsel bir şölen sunuyor.
Blade Runner (1982) - Ridley Scott
Film noir’ı bilim kurguyla buluşturan Ridley Scott yapımı Blade Runner, gösterime girdiği zaman tematik kaosu nedeniyle geniş çevreler tarafından eleştirildi. Hatta film Amerika’da çok az gişe hasılatı yaptı. Bu durumu bazı yönetmenlerin kendi zamanlarına ait olmamalarıyla açıklamak mümkün. Şayet aradan geçen yıllar, Scott’ın bu en kişisel filmini sinema tarihinin kült yapımları arasına yerleştirdi. Karanlık bir geleceği anlatan film, yoğunlaşan insan nüfusu, küreselleşme, iklim değişikliği ve genetik mühendisliği gibi konuları noir elementleriyle birleştiriyor.
Gone Girl - David Fincher
Spoiler riski olmadan bu film hakkında konuşmak çok zor. Ama dahice organize edilmiş, ilmek ilmek dokunmuş bir intikam planı arıyorsanız ve terş köşe olmaya hazırsanız Gone Girl aradığınız film olabilir. Başrollerinde Ben Affleck, Rosamund Pike, Neil Patrick Harris ve Tyler Perry’yi izlediğimiz filmin yönetmen koltuğunda ise David Fincher yer alıyor. Filmin yapımcılarından biri ise Reese Witherspoon.
Basic Instinct - Paul Verhoeven
Başrollerinde Michael Douglas ve Sharon Stone’u izlediğimiz Basic Instinct, noir elementlerinin erotik-gerilim unsurlarıyla birleşmiş hali. San Francisco cinayet masasından dedektif Nick Curran, bir cinayet dosyasını araştırırken şüphelilerden biri olan Catherine Trammel’la (Sharon stone) yakınlaşır. Yazar olan Catherine, soruşturulan cinayetin tüm detaylarına sahip bir roman kaleme almıştır. Catherine, soruşturmayı sürdüren Nick’i etkisi altına alır ve ikili ihtiras dolu bir ilişkinin içine sürüklenir. Paul Verhoeven’ın yönettiği filmin ünlü sorgulama sahnesi, sinema tarihinin ikonik karelerine ev sahipliği yapıyor.
The Usual Suspects – Bryan Singer
Patlayan bir tekneyi araştıran polis, teknede çok sayıda ceset ve milyonlarca dolar bulunur. Olaydan kurtulan iki kişiden biri olan tetikçi Verbal Kint, sorgusu esnasında 6 hafta öncesinden başlayarak tüm olayları anlatmaya başlar. Noir filmlerin tipik bir özelliği olan olayların sondan geriye doğru aydınlanması, başta bize sunulan genel çerçevenin giderek kırılması, suçun ve suçlunun yeniden tanımlanması The Usual Suspects'e hakim olan temalardan.