Fotoğraf: Julia Noni
Simon Porte Jacquemus, markasını lanse ettiğinde henüz 19 yaşındaydı. Aykırı defileleri bir yana, Fransız dokunuşu ve büyüleyici duruşuyla kısa sürede sosyal medyada moda dünyasının yeni sevgilisi oldu. On yıl sonra bugüne geldiğimizde 650 bine yaklaşan takipçi sayısıyla Instagram’ın yıldızı olan tasarımcı, 2018'de tamamen Akdeniz’i çağrıştıran bir koleksiyonla ilk defa erkekleri de giydirmeye başladı. Röportaj için kendisiyle, Paris Canal Saint-Martin’deki atölyesinde buluştuk.
Kendi tasarımlarını giyip modellik yapmak nasıl bir his?
Bu deneyim benim için bir ilk değil aslında. Koleksiyonumu hazırlarken her parçayı tek tek üzerime giyip denedim. Beni iyi göstermeyen hiçbir parçayı koleksiyona koymadım. Biraz da kendime özel bir koleksiyon olmasına gayret ettim.
Koleksiyonda diğerlerine göre daha önemli olan parçalar var mı?
Genel olarak bir çeşit dönüşüm geçirmiş, ama yine de sade ve fazlasıyla kullanışlı kalabilenleri sayabilirim. Hafif transparan bir polo tişört, kenarları açık geniş kesimli spor ceket, Matisse’in tablolarını ya da Alexander Calder’in dönencelerini anımsatan büyük desenler.
Kadınların artık vazgeçemediği markalardan biri olan Jacquemus’u 12 yıl önce yarattınız. Erkek koleksiyonunu sunmak için neden bu kadar beklediniz?
Bu işi önceden yapmış olsaydım, benim için bu o kadar doğal bir süreç olmazdı. Şu an âşık olduğum için erkek modasıyla ilgilenmem de ilk kez oluyor.
Bir erkeğe demek istiyorsunuz…
Kesinlikle. Bir anda erkekler hakkında hikayeler anlatmak için heyecan duydum. Aslında hep kadın moda tasarımcısı olmak istemiştim, o yüzden de hiç erkek defilesi izlememiştim. Kadın koleksiyonlarınızda sürrealist parçalar kullanıyorsunuz. Tasarımlarınız daha sofistike ve ustaca. Buna karşılık erkek koleksiyonunuz daha gerçek...
Benim için Jacquemus Homme ve Jacquemus Femme, yani erkek ve kadın koleksiyonundaki hedef kitlem aynı değil. Kadın koleksiyonum daha olgun ve üstünde çalışılmış bir koleksiyon, sonuçta dokuz senedir bunu yapıyorum. Erkek koleksiyonumsa, ilk kadın hazır giyim koleksiyonumdaki gibi çok daha masum. Bunlar daha ilk adımlar. Erkek koleksiyonunda tamamıyla çömezim, sanki kendimi keşfetmeye yeni yeni başlıyorum -ve cilalanıp törpülenmem yani kadında olduğum konuma gelmem, kesinlikle zaman alacak. Ama bu yol ve gelişim sürecinin arkasındayım. Aynı şekilde saflığımın da. Dürüst olmak istiyorum. Yoksa amacım, sırf markanın arkasındaki resme uyuyor diye bir koleksiyon yaratmak değil. Şu anki erkek koleksiyonu, Jacquemus Femme’in küçük erkek kardeşi gibi. Ama değişimi hissediyorum. İkinci koleksiyonum kesinlikle çok daha farklı olacak.
Bir koleksiyon üzerinde çalışırken bu söylediğiniz saflık ve masumluk insanın içinde nasıl oluyor da korunuyor?
Bu gerçekten zor bir iş. Hiç durmadan kendinizi dinlemeniz gerekiyor. Çok sade olmaktan, sade görünmekten korkmamak gerekiyor. Ama aynı zamanda bazı şeyleri de basitleştirmemek gerekiyor. En önemli şey de bir koleksiyonu yaratırken çok hesap yapıp bunu bir moda yarışı haline dönüştürmemek.
Demek istediğiniz, mekanik bir şekilde düşünülmüş bir koleksiyon olmaması sanırım.
Kesinlikle. Ben hep çocukça bir dürtüyle kendi hislerimi ve tercihlerimi dinledim. Bu koleksiyonda ipekten takım elbiseler, Arles’ı çağrıştıran baskılı gömlekler görmek istedim. Yani rengarenk bir karmaşıklık.
Ayçiçekleriyle bezeli gömlekle siyah kravattan oluşan görünüm bu şekilde mi ortaya çıktı?
Bence bu eğlenceli, az-biraz zevksizlik. Ama ben severim böyle şeyleri...
İlk erkek koleksiyonunuza Le Gadjo adını verdiniz. Anlamı nedir?
Le Gadjo tanımı Roman kültüründen geliyor. Fransa’nın Güney Bölgesi’nde bir erkek tipidir. İngilizce’deki ‘guy’ ile aynı aslında.
Demek ki koleksiyonunuz için örnek aldığınız erkek kendine has bir Akdeniz erkeği. Marsilya erkeklerini Parisli erkeklerden ayıran farklar nedir?
Marsilya erkeklerinin özgüveni yüksektir ve tutkuludurlar, en azından bana göre. Deniz ve güneşle iç içe olmak insanı daha tutkulu yapıyor bence. Gömleklerinin önleri açık ya da vücutlarının üst kısmı çıplak şekilde dolaşırlar.
Marsilya deyince insanın aklına önce Le Corbusier’nin Cité Radieuse’üne ait kareler ya da Gérard Depardieu’nun oynadığı Netflix dizisi Marseille geliyor. Bize biraz Marsilya’dan bahseder misiniz?
Bir liman şehri. Dolayısıyla sürekli bir akış var. Bu da bir çeşit özel bir enerji sağlamakla beraber insanların birbirleriyle sürekli iletişim ve alışveriş içinde olmalarına neden oluyor. Bu da yaratıcılığı besleyen bir şey. Bu dediğim Paris’te yok örneğin.
Instagram’da Paris’ten taşınıp tekrar güneye yerleşmek istediğinizi paylaştınız. Gerçekten bu yönde bir planınız var mı yoksa henüz sadece bir hayal mi?
Ne zaman gerçekleşir bilmiyorum ama şimdilik bu her gün hayalini kurduğum bir arzum.
Paris’teki Comme de Garçons’da satış danışmanı olarak çalıştınız ve hatta bir keresinde “Benim moda okulum orası” diye bir ifade kullandınız. Asıl okuduğunuz okulu ise bir yana koydunuz. Neden?
Comme’da geçirdiğim zaman bana çok şey öğretti. Bir markanın, bir çift chucks isteyen çocuktan kendine sade bir bluz ya da defiledeki koleksiyondan bir krinolin etek satın alan kadına kadar, farklı kesimlere nasıl farklı stratejilerle pazarlandığını öğrendim. Moda tasarım okulunun beni bir adım bile ileri taşımayacağını daha ilk günden anlamıştım. 18 yaşında bir genç için bayağı cesaret isteyen bir karar, hele hele Paris’te bir yerlere gelmek istiyorsa!...
Bu gözü karalığınız nereden geliyor?
Hayır, bu cesaret değildi. Ben kendimden emindim. Bunun için birkaç neden vardı. Okuldaki eğitim kötüydü ve o sıralarda annemi kaybetmiştim. Ben de kendi paramı biriktirip bir yıl sonra kendi markamı oluşturdum.
Annenizin kaybı o yaşlarda sizin için dönüm noktası olmuş olmalı.
Evet, annem bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Yaşadığım şok hayatımı değiştirdi fakat bana inanılmaz bir güç de verdi. Şimdi sanki kafamda her saniye ilerleyen bir saatle yaşıyor gibiyim. Ve yeteri kadar vakit bulamayıp, istediklerimi gerçekleştirememekten çok korkuyorum. Çocukken de sabırsız bir yapım vardı fakat bu olayla daha da pekişti.
Diğer bir şok da sanırım kırsal yerde yetişmiş bir ailenin çocuğu olarak Paris moda dünyasıyla tanışmış olmanız...
Ben önünde boylu boyunca tarlalar uzanan bir evde büyüdüm. Paris deyince gözümün önüne masal diyarları gelirdi. Fakat buraya geldiğimde hayal kırıklığına uğradım. Şehir olarak soğuk, insanları ilham verici olmaktan uzak ve her şeyde biraz üzgün bir hava vardı. Bana gelince, ben halimden çok memnundum. Hayatımda ilk defa kendime ait bir dairem olmuştu.
Seksenleri seviyorsunuz. O dönemden beğendiğiniz unsurlar neler?
Elli et Jacno’nun müziklerini ve Serge Gainsbourg’un kadınlar için bestelediği her şarkıyı severim.
Hangi Fransız oyuncu size ilham verir?
Ben hep Gérard Depardieu’ya âşıktım. Onu her zaman hoş buldum. Gerçek bir Fransız, biraz kaba –bunu severim. Ve korkusuz.
Yani Alain Delon değil mi?
O şamar yemiş suratlı mı? Hayır, teşekkürler, almayayım.