Christian Bale ile Bir Dönemin İzinde
Röportaj

Christian Bale ile Bir Dönemin İzinde

Christian Bale adını çoktan sinema tarihine işledi. Şimdi GQ'ya, yatırım uzmanına dönüşen heavy metal tutkunu bir beyin cerrahını canlandırdığı The Big Short'u anlatıyor.

Michael Lewis’in çok satan kitabından uyarlanan, Adam McKay’in yönettiği Büyük Açık’ta Christian Bale’in yanı sıra Steve Carell, Ryan Gosling ve Brad Pitt rol alıyor. Film, 2008’deki küresel finansal çöküşe yol açan olaylara ve olacakları gören sektör dışından bir avuç dolusu insana zekice ve sert bir açıyla bakıyor.

Övgülere alışık olan Bale, filmdeki performansıyla kendinden söz ettirmeye başladı bile. 13 yaşındayken Steven Spielberg’in Empire of The Sun (1987) filmiyle çıkış yaptığından bu yana izleyicileri büyüleyen biri için bu hiç şaşırtıcı olmasa gerek. Michael Burry de Bale’in pek çok filminde başardığı gibi kalıcı bir canlandırma olacak, belli. American Sapığı’nı (2000), Makinist’i (2004), Christopher Nolan’ın Batman üçlemesini (2005, 2008, 2012), Dövüşçü’yü (2010, Oscar aldığı rol) ve Düzenbaz’ı (2013, ikinci Oscar adaylığını aldığı rol) hatırlayın; anlayacaksınız. Yeni filmle ilgili detayları Bale anlatsın...

 

Büyük Açık’ta sizi ilk çeken neydi?

Adam’ın (yönetmen, McKay) bu projeye takıntısı. İlk çeken buydu. Telefonda konuştuk. Aynı anda ne kadar tutkulu, tiksinmiş, öfkeli ve komik olduğunu duymak bulaşıcıydı. O ve bu müthiş karakteri canlandırma fırsatı…

 

Karakterinizden bahseder misiniz?

Çok çok ilginç biri, Mike Burry. Elini kaldırıp olacakları (Amerikan konut piyasasının çöküşü) ve tam ne zaman olacağını ilk söyleyen oydu.

 

Onu nasıl tarif ederdiniz?

Rakamları benim anlamaya bile başlayamadığım bir şekilde yaşayan ve soluyan biri. Kendini çok iyi bilen biri. Tanıdığım kimseye benzemeyen bir zekaya sahip olan biri. Bazen günlerce uyanık kalarak rakamları inceliyor. Bunun gerçek tutkusu olduğuna inanıyorum. Derdi para kazanmak değil. Bu yüzden diğer Wall Street tiplerinden çok farklı.

 

O da filmde yer alıyor, öyle mi?

Çok kısa. Tracy Letts’in canlandırdığı Lawrence Fields adlı karakterin ofise geldiği bir an var. Mike onun yanından yürüyerek geçtiği, telefonda konuşan çalışanlardan biri.

 

Onunla çekimden önce bir araya geldiniz mi?

Kendisini Kuzey Kaliforniya’da ziyaret ettim. Bütün bir günü planladık. Öğle yemeği araları, molalar ve yapılacakları konuşarak oturduk. Kaçtı bilmiyorum. Sabah 08.30 muydu? Ve dokuz saat sonrasına dek, o sandalyelerden kalkmadık. Çok sürükleyici bir sohbetti. Yapmış olduğum en ilginç sohbetlerden biriydi.

 

Filmden önce konuyla ilgili ne biliyordunuz?

Gazetelerden her şeyi okumuştum. Ama Hank Paulson, Ben Bernanke ve AIG’in (American International Group) ötesinde, Mike’tan çok şey öğrendim. Öğrendiklerimi filmi yaparken aklımda tuttum ve sonrasında hemen bıraktım (gülüyor).

 

Nasıl hazırlandınız?

İnsanları, polisi arayıp izlendiklerini söyledikleri ana kadar inceleme fırsatı elde etmek çok güzel (gülüyor). Bu yüzden hazırlıkların büyük bölümü Mike’la geçirdiğim zamanda oldu. Ayrıca işin içinde fiziksellik de vardı. İri yarı biri. O dönemde ağırlık çalışıyormuş. Aynısını yapmaya çalışmak da gerekti; Supercuts’a saç tıraşına gitmeyi ve Pantera’nın By Demons Be Driven şarkısını öğrenmek de… Çok şey vardı.

 

Bu role hazırlanmak, Dövüşçü’deki Dicky Eklund’dan çok farklı mı?

Hayır, çok değil. Sonunda çok farklı bir yere geliyorsunuz ama özünde aynı. Bu kişinin sizi taşımasını ve adeta duvarındaki sinek olmanıza izin vermesini istiyorsunuz. Ama güven kazanmak için kendinizi de onlarla paylaşmalısınız. Çünkü siz bunu yapmak istemiyorsanız o kişi neden kendisiyle ilgili bir şeyler paylaşsın? Aynı temel prensip. Ama tabii ikisi çok farklı insanlar. Bu yüzden kendinizi çok farklı ortamlarda buluyorsunuz. Zaten amaç da bu. Onların ortamında tamamen rahat olmak için adapte olmayı öğrenmek… Sonra başarıyorsunuz.

 

Yönetmen Adam McKay’in, bu projeye imza atmanızın başlıca nedenlerinden olduğunu söylediniz. Fakat dışarıdan bakınca, McKay’in komedideki geçmişiyle bu işe uygun en son kişi olduğu düşünülüyor.

Birçok kişinin tepkisi bu oldu. Ama sonra Adam’la konuşunca görüyorsunuz ki çok zeki, esprili biri ve aynı zamanda bu konuya da gerçekten çok takıntılı. Bu takıntı, dikkatimi çeken ilk şey oldu. Bu her zaman bir gerekliliktir. Sonra fark ettim ki bu adam aslında insanların bu işten şüphe duymamalarının da nedeni olabilirdi. Çünkü asla klişe bir Wall Street filmi yapmazdı. Hiç beklemediğiniz bir şekilde, son derece eğlenceli bir film olmasını sağlayacaktı. Bence birçok kişiyi şaşırtan şey, mizah ve eğlenceyle üzücü ve dehşet verici arasındaki dansı ne kadar ustaca yapabildiği olacak. Çok güzel yapıyor. Daha iyi bir yönetmen bulunamazdı.

 

Çekimler nasıldı?

Ekranda gördüğünüz gibi, çok izole. Sadece ben vardım. Bu ofiste kendi egemenliğimin kralı olarak işimi yapıyordum. Adam McKay arada bir telefonun hoparlöründen bana bağırıyordu. Ya da çekimler sırasında dikkatimi dağıtmaya ve güldürmeye çalışıyordu! Muhteşemdi.

 

Ve müthiş bir ekibin parçası oldunuz…

Hiç bir araya gelmediğim ekibin (gülüyor)…

 

Provalarda ya da çekimler başlamadan önce?

Hayır, hiç. Onlarla hiç bir araya gelmedim. Hiç konuşmadım. Ama saç ve makyaj ekibine sordum. Çünkü çekime önce ben başladım. İlk hafta ben vardım. Onlara dedim ki, “Brad, Steve ve Ryan buraya geldiğinde arada bir, ilk hafta çok iyiydi, neden her zaman öyle olamıyor gibi birkaç şey söyleyin!” Onlarla galaya kadar hiç bir araya gelmedim.

 

Filmin son halini gördüğünüzde ne düşündünüz?

Çok sevdim. Hemen “Lütfen yeniden gösterin, hemen görmek istiyorum” dedim. Düşündüğümden çok daha sürükleyici, eğlenceli, komik ve dehşet vericiydi.

 

Büyük Açık, ödül sezonuna girerken en iyi aday olarak gösteriliyor. Sizin için nasıldı?

Bu çok hoş bir iltifat. Ama kim bilir… Filmde yer alan yeteneklerin kalitesi kesinlikle muhteşem. Bu aynı zamanda ödül demek midir? Bazen evet, bazen hayır. Ama ben bu konuda ne diyebilirim ki? Tek bildiğim, sevdiğin bir süreç olmalı. Motivasyonun her zaman “Sadece bu karakteri incelemek istiyorum” olmalı. Üstüne bir de ödül alırsan muhteşem olur. Ama bütün motivasyonun ödül olursa işin bitmiş demektir.

 

Bu filmi yapmanın en zor yanı neydi?

Mike’ı çok sevdim. Ama kendimi onun bir kahraman olduğuna inandırmak istemedim. Sadece çekici, bana karşı çok cömert biri olduğunu gördüm. Böylece “bu adamla ilgili negatif bir şey paylaşmak istemiyorum” noktasına da gitmeye başlıyorsunuz. Ama aslında herhangi bir kişi hakkında negatif hiçbir şeyin olmadığı bir hikaye yoktur. İyi bir hikaye anlatmak için buna karşı koymanız gerekir. Mike bunu çok iyi anladı. Gerçekten anladı ve “Hayır, ben kahraman değildim” diyen ilk kişi o oldu. Bir şeye karşı bahis oynuyordu. Bunun kahramanlıkla ilgisi yoktu. Ama filmin bu dört adamın kahraman olduğuna inandırmak üzere izleyicilerle oynama şekline bayıldım. Kahraman değiller. Sadece gerçeği söylüyorlar. Ancak Wall Street’in ahlaki ortamı o kadar şüpheli ki sadece gerçeği söyledikleri için kahraman görünüyorlar.

 

Hatalarımızdan ders aldığımızı düşünür müsünüz? Yoksa onları tekrarlamaya mahkum muyuz?

Mahkum olmamalıyız, bunu kesinlikle çözmeliyiz. Herkes ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyordu. Büyük bankaları ayrıştırmak, gelecekte kimsenin çok büyük bir iflas yaşamamasını sağlamak gerekiyordu. Ama böyle olmadı. Hepsi tekrar olabilir.


Tüm bu süreçte daha önce bilmediğiniz ve öğrendiğiniz en şaşırtıcı şey ne oldu?

Bunun düşündüğümüz kadar karmaşık bir şey olmadığı. Benim düşündüğüm kadar aptal biri olmadığım. Aslında sandığımdan çok daha fazlasını anladığım... Kısaltmalardan ya da kasıtlı olarak atılmış karmaşık başlıklardan anlamam ama bana büyük resmi ve sonuçları sunarsanız her şeyi anlarım. Bence çoğu insan için de böyle. Bu filmi anlamak için finanstan azıcık da olsa anlamanıza bile gerek yok.

 

Yazının tamamı GQ Türkiye Ocak sayısında.
İlgili Başlıklar
Daha Fazlası