Yaz güneşi kendini göstermeye başlamışken H&M Türkiye’den bir sürpriz geldi. Marka ilk defa lokal bir işbirliğine imza atarak yeni koleksiyonlarını Kerem Bürsin ile tanıtıyor. Aslında bu heyecanlı haberi Nisan başında öğrendim. Zira çekimin styling’ini yapmam için beni aramışlardı. Kerem’le daha önceden GQ Türkiye’nin Yaz 2017 sayısının kapak çekimini yaptığımızda tanışmıştık. H&M de yaptıkları işler ve koleksiyonlarıyla sevdiğim bir marka olduğu için hiç düşünmeden kabul ettim.
Kerem Bürsin’in Türkiye’de yüzü olduğu kampanya tüm dünyadan içlerinde Mena Massoud, Crosby Tailor gibi isimlerin bulunduğu ilham verici erkekleri kapsıyor. Kerem’i ve H&M’in yeni koleksiyonunu daha yakından tanımak için onunla bir araya geldik ve merak ettiklerimizi sorduk.
H&M Türkiye ilk defa lokal bir işbirliğine imza atıyor ve yeni koleksiyonlarını seninle tanıtıyor. Teklif sana geldiğinde neler hissettin?
H&M global bir marka ve yaptığı işlerde öncü. Onlardan teklif gelince çok mutlu oldum ve heyecanlandım. H&M’in bugüne kadar yaptığı çalışmalar ve markanın işleyiş şeklini de hep beğenirdim. Eşit işe eşit ücret ilkesini uyguluyorlar. Tasarımlarını hazırlarken kullandıkları malzemelere dikkat ediyorlar. Çalışanlarının yüzde 74’ü kadın ve bence başarılı olma nedenlerinden biri de bu. Böyle bir organizasyonun Türkiye’de ilk defa lokal bir işbirliğine girip benimle çalışmak istemesi gurur verici.
“Yıllar önce hayat beni bir yol ayrımına getirdi ve ben herkesin gittiği yoldan gitmedim. Los Angeles'tayken her şeyi geride bıraktım. İç sesimi dinledim ve riski alıp yeni bir ülkede yine yeniden başladım. Bir yol haritası çizmeye çalışmadan, kısa yolların yolcusu olmadan, kendi yolculuğumu yapmak istedim. Kaybedecek bir şeyim yokmuş gibi hayata teslim oldum ve kendi mucizemi buldum.” Bu cümleler sana ait. Her zaman iç sesini dinler misin?
Hep iç sesimi dinler miyim bilmiyorum ama sanki dinlediğim zaman istediklerim oluyor ve işler yoluna giriyor. Bunu yaşın ilerledikçe daha da net anlıyorsun. Aslında iç sesini dinlemediğinde bile hayat sana bir şekilde onun doğruluğunu gösteriyor. Algıların, iç sesinin verdiği mesajlara açıksa hayatla güzel bir uyum yakalıyorsun. Onu, kontrol etmeye çalışmamak lazım. Motosiklet kullanır gibi; biraz teslim olup, motora güvenmelisin. Hayat da öyle bir şey. Kalbin de temizse daha da güzel ve akışında gidiyor her şey.
Peki o zamanki karar aşamanı bize biraz anlatabilir misin?
Los Angeles’tasın, oyuncu olmak istiyorsun. Ama bir bakıyorsun hayatını geçindirmek için oyunculuk dışında bir sürü şey yapıyorsun. Bunda bir sorun yok. Evet, daha da fazla çalışman lazım. Ama ordayken en yakın arkadaşımı kaybettim ve bu olay sonucunda bir uyanış yaşadım. Hayatın ne kadar değerli olduğunu, aslında her an her şeyin olabileceğini fark ettim. Bazı şeyler kontrolümüzün dışında gerçekleşiyor. Bunlar kafamdan geçerken kendime şunu sordum: “Kontrol bende değilse, neyi kontrol etmeye çalışıyorum?” Atlamam gerektiğini hissettim. Ne olacaksa olacak. Atlamalı ve özgürleşmeliydim. O dönemde oyunculuk yapıp yapamayacağımı çok bilmiyordum. Sanki biraz küskünlüğüm vardı. Askere gitmem lazımdı ve direkt askere gittim. İyi geleceğini düşündüm. Bir şekilde gerçekten de iyi geldi. Sonra biraz İstanbul’u tanımak istedim. Altı ay yalnız kalıp, şehirle vakit geçirip onu anlamaya çalıştım. Kültürünü ve yaşamı görmek istedim. Beş senedir bir şeyin peşinden deli gibi koşuyorsun. Bir bakıyorsun her şeyi bıraktığın ve kafanı boşalttığın anda hayat sana onu sunuyor. Orada daha iyi anladım ki bu bir akış meselesi ve günün sonunda esas mücadele kendinle. Kendini çözmek, iyi tutmak ve keşfetmek.
Sence hayattaki en büyük mucize nedir?
Bence her döneme göre mucizen değişiyor ve evriliyor. Bir yandan da etrafındaki her şey seni şaşırtmaya devam ediyor. Bugün parka gittim ve bir baktım her yer papatya dolmuş. Halbuki iki gün önce hiçbiri yoktu. Çok uzaklarda aramaya gerek yok. Hayatın kendisi, doğa çok mucizevi bir şey. Yakın zamanda bir yeğenim oldu. Mesela bu durum da içimde hiç bilmediğim kapılar ve duygular açtı. Ona bakıyorsun ve insanın böyle bir yaratma gücü olması çok inanılmaz geliyor.
H&M’in en hassas olduğu konulardan biri sürdürülebilirlik. 2019 Conscious erkek koleksiyonunda da tüm ürünlerde yüzde 100 geri dönüştürülmüş ya da sürdürülebilir kökenli malzemeler kullanıldı. Bu konu hakkında senin düşüncelerin nelerdir?
Sürdürülebilirlik çok önemli. Dünya pazarındaki lider markaların insanları bilinçlendirmek için öncü olmaları lazım. Sonuçta hiçbirimiz tişörtlerimizi kendimiz yapmıyoruz. Bir yerden satın alıyoruz. Ciddi anlamda değişikliklerin olabilmesi için büyük firmalar böyle aksiyonlar almalı. O yüzden böyle hareketler beni çok heyecanlandırıyor. Bunu aslında biraz da sorumluluk olarak görüyorum. Tek bir dünya var ve kaynaklar sınırlı. Günün sonunda her şey tükenecek. Gelecek nesiller için insanlık bu sorumluluğun bilincinde olmalı. H&M’in bu duruşu herkes için çok iyi bir rol model ve bunun bir parçası olmak beni mutlu ediyor.
H&M’in son koleksiyonundaki favori parçaların hangileri?
Çekimler sırasında kullandığımız desenli gömlekler, ekose pantolon, lacivert takım… Aslında giydiğim her parça favorim oldu. İlk defa H&M giymiyorum, daha önceden de tercih ettiğim bir markaydı. Ancak son koleksiyondaki tasarımları giyerken ciddi anlamda etkilendim. Bu kadar bana uyacağını ve seveceğimi tahmin etmemiştim. Ve en dikkatimi çeken şey, stili ne olursa olsun herkesin kendine uygun bulabileceği bir parça olması. Seni kısıtlamıyor ve bence bu çok önemli. Sadece H&M’in kurumsal kimliğiyle değil, aynı zamanda tasarımlarıyla da kendimi uyumlu hissediyorum.
Markanın bu sezon ilham aldığı şehirlerden biri de Los Angeles. Sen de uzun dönem orada yaşadın. LA’de en sevdiğin yerler neresi?
Downtown çok güzelleşti. Ancak Los Angeles’ta en çok road trip yapmayı severim. Joshua Tree, Palm Springs, Vegas, Route 66 yolu… Oralarda arabayla gezmekten keyif alırım. Şehirdeyken de gitmeyi en sevdiğim restoranlardan biri Musso&Frank. Frank Sinatra oraya çok gidermiş ve ona servis eden bazı garsonlar hâlâ orada çalışıyor.
Oyunculuk dışında nelerden keyif alıyorsun?
Tırmanmayı çok seviyorum. Aynı zamanda marangozluktan da çok keyif alıyorum. Hatırlıyorum; küçükken babamla beraber baharat dolabı yapmıştık. Onun arkasındaki deseni, detayları birlikte baştan yaratmak çok keyifliydi.
Marangozlukta neler yapmayı seversin?
Basit şeyler yapmayı seviyorum. Bu bir sandalye bile olabilir. Çünkü bence sanatın en güzel yanlarından biri de basiti güzel kılabilmek.
Bize kendi stilini anlatır mısın? Kıyafet seçimlerinde nelere dikkat ediyorsun?
Belki de Teksas’ta büyüdüğüm için giydiğim kıyafetlerin rahat olması benim için çok önemli. Country stilini seviyorum ama günün sonunda şuna da inanıyorum: Giydiğin şey seni taşımamalı, sen onu taşımalısın. Sadeliği seviyorum. Daha ziyade kolye ve bilekliklerime düşkünüm. Karakteri ortaya çıkaranın aksesuarlar olduğunu düşünüyorum.
Stilinden esinlendiğin biri var mı?
Paul Newman ve Robert Redford, 1960-70’lerde stilleriyle karakterlerini ortaya koyuyorlardı ve trendi onlar belirliyordu. Ben de aslında modayı takip edip ona uymak yerine kendi karakterimi ortaya koyabileceğim kıyafetleri giymeye önem veriyorum.
Gardırobunun en önemli üç parçası nedir?
Jean pantolon, düz tişört ve ceketlerim.
Bir erkeğe vereceğin en önemli stil önerisi nedir?
Giyecekleri kıyafetleri denerken müzik dinleyebilirler. Eğer ritme ayak uydurmaya başladıysan ve kendini rahat hissediyorsan üstündekiler doğru seçimdir.
Röportaj ve Styling: Kaner Kıvanç
Fotoğraf: Tamer Yılmaz
Video: Emir Eralp