İyi birine benziyor
Bir gün evde boş boş otururken Okan Can Yantır beni arayıp “Murat Boz hakkında ne düşünüyorsun?” diye sorduğunda yukarıdaki cevabı vermiş ama bundan sonrasını yazmamı isteyeceğini hiç düşünmemiştim. Telefonu kapattığımda neden “İyi birine benziyor” dediğimi düşündüm. Cevabını bulamadım ve bunu bizzat Murat Boz’un kendisine sormak istedim...
Tek başınıza çıkacağınız yolculuklarda bazen sıkıntı, bazen de merakla beklediğiniz biridir yan koltuğunuzda oturacak şahıs. Kafasında kötü örnekleri biriktirir insan böyle durumlarda. Kesin horlayan ya da kucağında çocuk olan biri olacak endişesiyle, daha yolculuk başlamadan mide kramplarına sahip olanlar bile vardır. Aslında Murat Boz’la konuşmaya giderken bende böyle endişeler olması gerekiyordu. Sonuçta televizyon dışında hiçbir yerde görmediğim, orada da ya şarkı söylerken ya da O Ses Türkiye’de jüri üyesi olarak tanıdığım bir adam. Ama yine de avantajlıyım; zira o benim hakkımda hiçbir şey bilmiyor. Yani stres yapacak biri varsa, mevcut durumda, bu ben değilim...
Görüşmenin bir röportajdan çok bir sohbet olacağına öyle inandırmışım ki kendimi, üstünlük kurmaya çalışıyorum anlamsızca. Galibiyet değil amacım, deplasmanda 1 puan hevesiyle maça çıkan Anadolu kulübü gibiyim. Ben başta dostluk mesajlarımı vereyim de, kartlar havada uçuşursa suçu rakibe atarım havasında fotoğraf çekimine gidip de Murat’ı ringde görünce gardımı aldım ve beklemeye başladım.
Konvansiyonel medya, yani yazılı ve görsel basınla sosyal medyanın ünlü profillere yaklaşımı arasında büyük farklar var. Sosyal medya unsurlarında “fan” oluşumu yadsınamaz bir gerçeklik fakat ünlüleri eleştirmek de -hatta bazen aşağılamak da- sosyal medyada rağbet gören ve popülerliği artıran bir tarz. Diğer medya platformları kişiler hakkında daha detaycı ve kontrollü kalmak zorundayken, sosyal medya tam bir özgürlükler coğrafyası. Ve kahramanımız Murat Boz da olumlu ve olumsuz eleştirilerin odağındaki önemli isimlerden biri oluyor ara ara.
O yüzden konuşmaya başlarken şu an bulunduğum konumun sebebinin sosyal medya olduğunu anlattım Murat’a. Fakat hiçbir önyargıyla gelmediğimi de ilettim, güldü. O an Twitter’a girip kendisi hakkında yazdığım tweet’leri aratacakmış gibi geldi ama yapmadı tabii. Twitter’da tanınmış biri olmanın en zor tarafı budur; ünlü biriyle tanıştığında onun, senin hakkında kötü bir şey yazıp yazmadığının muhasebesini yaparsın. Murat konusunda rahatım, şimdi o düşünsün...
Fotoğraf çekiminden sonra ufak bir yemek ve duş arası verip konuşmaya başlamak üzere sözleştik. Yorulmuş olma ihtimaline karşı daha uzun bir ara teklif ettim fakat iyi olduğunu belirtip bir saat sonrası için net konuştu. Ofise gittiğimde de herhangi bir yorgunluk emaresi görmedim. Yıllardır dostum olan Sanem’in hâlâ Murat’la çalışıyor olduğunu ofiste fark etmemiz de Murat’ın rahatlaması açısından oldukça işime yaradı. Röportaj sırasında etrafında tanıdığı insanlar olduğunda daha rahat çalıştığını da açıkladı zaten. Sonuçta insan en azından bir “ortak” tanıdık istiyor rahat diyalog için. Bu yüzden yeni tanıştığımız biriyle “Şunu tanır mısın?” muhabbetine giriyoruz. Bizim başka ortak arkadaşlarımız da var Murat’la ama işin o tarafını pek karıştırmıyorum; biraz da gizem olsun aramızda...
“Genel olarak güleç biri olman mı seni iyi biri olarak görmemizi sağlıyor acaba? Mutlu bir profil veriyorsun bize” dediğimde de tabii önce gülüyor ve gerçekten de hayata pozitif yaklaşan biri olduğunu söylüyor. Fakat kontrollü bir biçimde hayatın herkes için o kadar da iyi olmadığının farkında olduğunu bildiğini belirtiyor.
Konuşmanın tamamında bu “Benim için her şey iyi gidiyor fakat herkes için böyle olmadığının farkındayım ve o yüzden mutluluğumu çok göze sokmamaya çalışıyorum” tavrı vardı aslında. Diğer insanlardan yukarıda ve onlardan bihaber yaşıyormuş gibi algılanmak istemiyor. Bunun huzursuzluğuyla karışık, kontrollü bir konuşması var. Yazmak ve konuşmak istediği şeyleri doğru ifade etmek için özen gösterdiğini, fakat bunun kendisi için bir zorunluluk gibi değil de zamanla öğrenilmiş bir yöntem gibi olduğunu söylüyor: “Anlatmak istediğim her şeyi doğru ve kimseyi kırmadan anlatayım, tek derdim o.”
İster istemez empati kurmaya başlıyor ve Murat’ın rahatlığına ragmen önyargılarınızı öne çıkarıp o kadar da rahat olmadığını düşünmek istiyorsunuz o konuşurken. Fakat hemen çok önemli bir ekleme yapıyor: “Benim de sevmediğim insanlar var, o zaman beni sevmeyen insanların olmasına da saygı göstermek zorundayım.” Ayrıca sevdiğimiz insanları sevmeyenleri de normal karşılamamız gerektiğinden bahsediyor. Özellikle iş yaptığı camiada bunun ne kadar zor olduğunu düşünüyorum ister istemez. En azından bizim gördüğümüz kadarıyla çoğu insanın birbirinin kuyusunu kazmaya çalıştığı bir ortam var gibi. İlginç bir şekilde, konuşma süresince müzik sektöründen herhangi birinin ismini geçirmemeye özen gösterdi. Bunu konuşmamızın sonunda fark ettim.
10 yıl sonra arkadaşlarla bir barda caz
İçinde bulunduğu sektör ve dinamiklerinin onu ister istemez bir çarkın içine soktuğunu, bunun da söylemlerini ve işini belli oranda yontabileceğini düşündüğümü söylüyorum. Tüm konuşma boyunca en net itirazı bu yorumuma geliyor: “Ben dışarıdan bakıldığında görünen o çarkı buradan görmüyorum. Bu bir iş, bir sanat ve ben kendi kişiliğimi koruyarak bu işte iyi bir yere gelmek istiyorum.”
Bir şeylere itiraz edilmesi, konuşmanın iyi yolda olduğunu düşündürür bana. Ayrıca kolay olan, bahsettiğim çarkı kabullenip, orada olmanın sanatçı için ne kadar yorucu olduğundan bahsederek bir drama yaratmaktı. “Zoru seçtin, çak!” dedim içimden ama henüz birbirimize yeni ısınıyoruz, dışa vurmadım tebriğimi.
Madem müziğe yani işe geldik, “10 yıl sonra Murat Boz şu an yaptığı tarzda bir müzik yapıyor olacak mı sence?” diyorum ve tuzaklı sorumun rahatlığıyla bekliyorum. 10 yıl sonra arkadaşlarıyla bir barda caz yaparken görüyor kendini. Bu düşüncenin hoşuna gittiğini suratından anlayabiliyorsunuz. Konu müzik olduğunda hemen heyecanlanıyor, el kol hareketleri daha da keskin ve anlatıcı olmaya başlıyor. İki üniversite bitirdiğini ve ikisinde de müzikle ilgili dallarda öğrenim gördüğünü, okulda piyanonun yanında keman çaldığını ve sonra da ney üflediği sürprizini anlatıveriyor bir çırpıda. Bu işte eğitimli olmanın insanı başka bir boyuta sürüklediğinden bahsediyor. Şimdi de ufak ufak gitar çalıyormuş, hatta yakında sahnede de çalmak istediğini söylüyor. “Fakat aslında benim istediğim şey hep şarkı söylemek; en çok şarkı söylerken mutlu oluyorum” diye ekliyor.
Beş-altı yıl gitar çalıp şarkı söylediğimi, fakat sonra iyi olmadığımı anlayıp bıraktığımı anlatıyorum, rahatlıyor. Müzikle uğraşan adamlar biraz da olsa kenarından köşesinden bu işe bulaşan biriyle daha rahat konuşurlar. Bunun rahatlığıyla devam ediyor: “Şarkılar yazıyorum ama kendime beğendiremiyorum ben de. Başka birine de dinletmedim henüz kendim sevemediğimden ama ileride ne olur bilemem.”
İyidirler de sana öyle geliyordur demiyorum klişe olmamak için ama o ne düşündüğümü anlıyor. Başta ben onunla empati kurmaya çalışırken, şimdi o benimle beraber düşünmeye başlıyor. Müzikalleri sevdiğini anlatıyor ve eğer bu ülke dışına taşan bir hayali varsa onun dev bir müzikalin parçası olmak olduğunu söylüyor. İstanbul’a geldiğinde Cats’i izlemiş ve çok etkilenmiş. Memlekete böyle işlerin, asıl kadroyla olmasa da gelmesinden ve müzikali büyük bir seyirci topluluğunun izlemiş olmasından da bir hayli mutlu.
Kendi müziğine döndüğündeyse matematiksel hesaplarla geliyor bana: “Ben bu ülkede belli bir şöhrete ulaşalı sekiz yıl kadar oluyor. O zaman yaptığım şarkıları dinleyip beni seven insanlar, o tarihten bu yana sekiz yaş büyüdüler. Bir yandan onları mutlu edecek, bir yandan da daha küçük ve daha büyük yaşlardaki, yeni yeni dinlemeye başlayan insanların beğeneceği şarkılar söylemek istiyorum.” Hemen empatiye dönüyorum. Murat kadar çok olmasa da birkaç yıldır yazdıklarımı okuyanlar var, bir de yeni takip edenler. Acaba istikrarlı mıyım? İstikrarın önemini soruyorum, boğuluyoruz kavramların arasında. Ama kesinlikle istikrarlı olduğu şeyler de var. Ne gibi mi?
Kendisiyle hesaplaşan bir adam
Ben sormadan konu ilişkiye geliyor. İstikrarla ilgili tek bir şeyi takdir edeceksem o da, kendim başaramadığımdan, ilişki istikrarı olabilir zaten. Öncelikle uzun zamandır, sevdiği kadından bahsederken bu kadar mutlu olan birini görmemiştim. Yine empatiye dönüyor ve en son hangi kadının gözlerimi böyle parlattığını düşünüyorum istemsizce. Sekiz yıllık beraberlikten bahsediyor. Röportajdan önce kısacık konuşma fırsatım olan Eliz’le (Sakuç) yaşadıkları iki hayat var gibi aslında. Benim gördüğüm, iş birliktelikleri oldu, çekim sırasında. Gayet makul yaklaşan bir kadın ve söylediği her şeyi koşulsuz dinleyip onunla beraber karar veren bir adam şeklinde bir yapıları var. Şu ana kadar kusursuz işlediği de aşikar. “Etrafımda sevdiğim ve güvendiğim insanlar olduğunda iş konusunda çok daha iyi hissediyor ve verimli oluyorum. Eliz de bu hissiyatımın en önemli parçası” diyor.
Aşkın da buna paralel uyumda gittiğini düşünüyorsunuz ister istemez ama hemen aradaki fark dökülüveriyor Murat’ın ağzından: “Ben özellikle başlarda sabit fikirli yaklaşıyordum yaşadığımız her şeye. Eliz de böyle yaklaşınca küçük küçük inatlaştık ve birbirimizin fikirlerini ittik. Şimdi daha sakin ve iki kere düşünen bir yapıdayım fakat duygusal anlamda iş hayatına göre daha fazla farklılıklarımız var.” İş ortamındaki mükemmel uyumlarını gördükten sonra bahsettikleri farkların en fazla çayın dem oranı falan olabileceğini düşünüyor insan.
Gece hayatını seven biri olarak dışarıya çıktığımda kendisine hemen hemen hiç rastlamadığımı, paparazzi programlarında da arabasına binerken tökezlediğini falan görmediğimi söylüyorum. Gülüyor. Ama hemen sertimi de gösteriyorum: “Bunu başka bazı ünlülerimizin yaptığı gibi kendini saklama, yüzünü eskitmeme gibi amaçlarla bir strateji olarak mı yapıyorsun?” Hâlâ gülüyor: “İnan ki hiç öyle bir kısıtlamam yok. İlk parladığım zamanlarda sık sık dışarı çıkıyordum aslında ama sonra keyif almamaya başladım. Zaten içkiyle çok aram yok, içmeden o insanlar kadar eğlenememek de sinir bozucu oluyor, aidiyet hissini kaybediyorsun, o yüzden pek çıkmıyorum. Sahnede olduğumda çok eğleniyorum zaten. Ama hiç de demeyelim, karşılaşmamışız sadece.” Gözümün üzerinde olduğuna dair bir bakış atıyorum, boşa gidiyor. “Neyse, bir yerde görüşürüz o zaman” diyerek konuyu kapatıyorum. Herhangi bir gece karşılaştığımızda bu paragrafla ilgili büyük bir muhabbetin döneceğinden eminim...
“Ringde fotoğrafların çekilirken karşında birini hayal ettin mi?” sorusuna şaşırarak bakmasından, zaten öyle birini konumlandırmadığını anlamıştım. Yine de
düşünüyor ama kafasında bir husumet belirmiyor. Biraz sonra, “Birini düşünmem gerekseydi de kendimi düşünürdüm rakip olarak. Hayat içinde bir
hesaplaşma fırsatı gibi” diyor. Ringde olması gereken kostümün dışındaki kıyafetini hayatla bağdaştırıyoruz. Çoğumuz günde birkaç kez başka zırhlarla olmak isteyeceğimiz ortamlarda hazırlıksız yakalanmıyor muyuz? Ringin ortasında sadece elleri sarılmış, takım elbiseli bir pop star kendisiyle, yaşadığı hayatla dövüşüyor.
Kim kazandı diye sormuyorum bile...