Ben kendisiyle ilk kez Şaşıfelek Çıkmazı’nda karşılaştığımı hatırlıyorum. Mahalledeki o üç katlı kocaman evde yalnız yaşayan, bütün gün bahçede oturup kitap okuyan Hilmi Bey... Herkesin önce bir ağır hasta olduğu ama sonra, herhalde bütün o curcunanın ortasında kitap okuduğu için tuzsuz bulduğu, sessiz sakin Hilmi Bey... Çok sonra kendisine “Âdnan Bey” diyenleri görünce şaşırmadım hiç o yüzden. Onlar da Aşk-ı Memnu’dan aşinaydı. Belki siz de onu Peynirli Yumurta’da izlediniz yıllar önce. 1988 Kasım’ında bir akşam Ankara Devlet Tiyatrosu sahnesinde gördüğünüz o güzel peynirli yumurta tarifi veren adamdır sizin için de...
Nereden bilirseniz bilin, herhalde “iyi biliyorsunuzdur” Selçuk Yöntem’i. “İyi oyuncu” olduğunun, sesinin güzelliğinin hakkını veriyorsunuzdur. Ama ona sorarsanız, “Ses tonumun güzel olduğunun farkında değilim. Zaten böyle şeyleri başkaları söyleyince fark ediyorsunuz. Kendi kendinize böyle bir değerlendirme yapmanız hoş bir şey değil ayrıca” diyor.
“Şarkı söyler misiniz?” diye soruyorum, söylemezmiş. Eş dost muhabbetinde, uzayan bir sofrada filan, asla... “Şiir?” diyorum. “Hiç öyle aynanın karşısına geçeyim de bir şiir okuyayım durumları yok. Ezbere şiir bile bilmem” diyor, “Ama bir şiir kasedimiz olmuştu sevgili Vedat’la (Sakman). Belki tekrar öyle bir şeyler yapabiliriz.” Ona göre sesi sahnede ya da ekranda kullanacağı bir uzvu gibi. Kaşı, gözü, sesi, gülüşü...
Gülüşü demişken, onu sunuculuğunu yaptığı Büyük Risk’te hep gülerken görüyoruz. “Çünkü gerçekten çok eğleniyorum, çok keyifli bir yarışma, oraya gelen herkese çok teşekkür ediyorum” diyor. Yarışma sunmanın oyunculuktan bir farkı yok ona göre: “Yıllar önce düşünmüştüm, acaba ben bir yarışma programı sunsam nasıl olurdu diye. Bu çünkü, aslında oyunculuğun alanına giriyor. Sunuculuk yapmak, tiyatronun başka bir koridoru.”
Şu aralar en dertlendiği mesele, okumaya ya da yazmaya vakit bulamaması. Yarışma ve Ata adlı karakteri canlandırdığı dizi Bugünün Saraylısı’ndan kalan vakitte, ancak dinleniyor: “Yazmaya zaman olmuyor. Ama insan düşünüyor tabii, ben de bir şey yazsam, üretsem diye. Sanıyorum sırası da gelmedi. Bende zaten her şey öyle olmuştur. Hep sırası, zamanı gelince olan olur...”
Röportajın tamamı ve çok daha fazlası GQ Türkiye Şubat sayısında ve GQ Türkiye iPhone/iPad edisyonunda....