Bu yazı, Cam Wolf’un saat dünyasını derinlemesine incelediği haftalık bülteni Box + Papers’ın bir edisyonudur. Abone olmak için tıklayın.
Saatler hakkında yeterince yazı okursanız, horoloji dünyasının “absürtlüğü” üzerine yapılan refleksif yorumlara mutlaka denk gelirsiniz. Hep aynı cümle: “Ne kadar da tuhaf, bu kadar eski ve gereksiz bir şeye hâlâ bu kadar tutkuluyuz.”
Sonuçta, hepimizin cebinde zamanı saniyesine kadar doğru gösteren bir akıllı telefon var, değil mi? Saat takmak artık sadece bir alışkanlık, hatta belki de bir kapris gibi görünüyor. Ama ne kadar düşünürsem düşüneyim, “artık saate ihtiyacımız yok” fikrinin aslında ne kadar yüzeysel, kopyala-yapıştır bir düşünce olduğunu fark ediyorum.
Bu mantıkla gidersek, hayatın hiçbir küçük zevkine de ihtiyacımız yok. Akşam pişirdiğiniz o leziz wok yemeği, yanında içtiğiniz, her gün giydiğiniz selvedge kotunuz, hayalini kurduğunuz o spor araba, duvarınızdaki tablo… Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde bunların hiçbiri yok. Ama bu, onları değersiz kılmaz.
Eğer hayatın, sadece besin takviyesi içmekten fazlası olduğunu kabul ediyorsak, bir saatin diğer “lüks” detaylardan farkı ne? Beyaz tişörtlerle ilgili bir haberi “Elbette kimsenin Hanes paketinden fazlasına ihtiyacı yok,” gibi bir dipnotla başlamıyoruz; o hâlde saatleri neden bu kadar küçümsüyoruz?
Evet, herkesin cebinde bir telefon var. Ama cebinizde duran bir nesneden daha erişilebilir olan şey nedir biliyor musunuz? Bileğiniz.
Üstelik insanlar, sandığınızdan daha fazla gerçekten saatlerini kullanıyor. Koleksiyonerler sevmese de, markalar hâlâ saatlerine tarih penceresi koyuyor çünkü kullanıcılar buna bayılıyor. Neden mi? Çünkü saatinize bakıp zamanı ve tarihigörmek çok pratik.
Ben bu gerçeği, büyük oğlumla dışarıdayken fark ettim. Zamanında “Gerçek koleksiyonerler saatlerini kurmaz,” diye yazmış biri olarak, artık taktığım her saatin doğru çalıştığından emin olma takıntım var.
Çocuklarımla vakit geçirirken telefona daha az bakmak istiyorum; saatime güvenmek bana bu süper gücü veriyor. Komedyen John Mulaney de Mayıs ayında bana benzer bir şey söylemişti: “Çocuklarla birlikteyken telefona bakmak istemiyorsan, saat çok önemli. Çünkü telefon bir kez eline geçti mi, kaybedersin. Zamanı bilekten görmek en iyisi.”
Ama bunun faydası sadece ebeveynlere özgü değil. Şu anda saat 13.00’e geliyor ve iPhone’uma göre bugün onu 47 kez elime almışım. Bu sayıyı on kere bile azaltmak, bildirimlerin pençesinden kurtulmak anlamına geliyor — küçük ama ruh sağlığı açısından büyük bir lüks.
Hatta artık gençler bile — özellikle sınıflarda telefon yasakları varken — analog saatlerin kıymetini yeniden fark ediyor. The Strategist’te yer alan bir haberde, lise bir öğrencisi şöyle demiş: “Her arkadaş grubunda bir ‘saat takan çocuk’ olmalı. Bizim grupta o benim.” Bir başka öğrenci Zella ise eklemiş: “Saati bilememek berbat bir şey.” Doğru!
Statü açısından da saatlerin, diğer aksesuarların önünde olduğunu söylemek mümkün.
Sneaker’lar gibi trendlere kolayca yenilmezler. Omega Speedmaster veya Rolex Daytona gibi modeller onlarca yıldır neredeyse hiç değişmeden varlığını sürdürüyor. En iyi saatlerin bir dili vardır; o dil zamansızdır ve kolektif belleğimizde bir yer edinir.
Üstelik saatler, çoğu cansız nesnenin taşıyamayacağı duygusal bir ağırlığa sahiptir. Babanız size saatini miras bırakırsa, onu her gün takarak hem zamanla hem onun anısıyla yaşarsınız.
Birinin size hediye ettiği vintage bir tişörtü düşünün — birkaç yıkamada lime lime olur gider. Ama bir saat, kazınmış bir mesajla birlikte kuşaktan kuşağa aktarılabilir. Bir tür duygusal miras bırakır.
Evet, hayatta kalma çantanızda bir saat belki ilk sırada değildir. Ama tarih boyunca dalgıçlar, kaşifler, askerler için hayati bir araçtı.
2025 yılında ise bambaşka bir işlevi var: bizi ekran bağımlılığından koruyan, modern dünyanın en sade ama en zarif panzehirlerinden biri olmak.
Saatleri gereksiz ya da modası geçmiş diye kenara atmak, aslında onların hayatımıza kattığı küçük ama anlamlı konforları görmezden gelmek demek.
Hem dürüst olalım… bazılarının ne kadar havalı göründüğünden bahsetmiş miydim?
Bu yazı, Cam Wolf’un saat dünyasını derinlemesine incelediği haftalık bülteni Box + Papers’ın bir edisyonudur. Abone olmak için tıklayın. Bu içerik GQ US web sitesinde yayınlanmıştır.