Biz de deneyip görelim:İsim: Safa. Ek bilgi: Yozgat’ta doğup büyümüş. Hadi bir tane daha ek bilgi: Safa, bir konuda dünya çapında kabul görmüş bir isim. Safa ile ilgili bu bilgilere dayanarak yapmış olabileceğiniz varsayımın, Balmain mar kasının baş sneaker tasarımcısı olmadığına bahse girebilirim. Hani anneler der ya, ”Oğlumu kimler kimler istedi, vermedim.” Safa Şahin‘in beraber çalıştığı, çalışmak için teklif aldığı ve teklif almasına rağmen reddettiği markalar arasında Nike, Bottega Veneta, Fila, Anex, Nicholas Kirkwood, Yeezy gibileri var.
Varsayımları bir kenara bırakalım ve Safa’ya kulak verelim.
İnsan hayatının doğduğu yer ve aile geçmişiyle şekillendiği söylenir. “Sen hikayenle bu fikre meydan okuyorsun” demek doğru olur mu?
Etkiliyor ister istemez. Ben daha içine kapanık, aile yaşamı olarak sessiz sakin yetiştirildim. Zaten Anadolu’da öyledir. Yok “Restoranın ön tarafında yemeyelim birisi belki açtır”, “Aman aykırı şeyler yapma, el bize ne der?” Hala bunun sıkıntısını çekiyorum.
Herkes bana “Bu kadar mülayim durma“ der mesela. Bir organizasyon benim için bile yapılmış olsa kalabalığın içinde durmam. Resme de biraz bu yüzden başladım diyebilirim. Kısacası ister istemez kültür biraz etkiliyor.
Resim demişken… Aslında ayakkabı tasarlayarak başlamıyorsun yaratıcılığını konuşturmaya. Grafiti yapıyormuşsun zamanında. Şunu merak ediyorum: Daha okuldayken ilk yoğunlaştığın dal olangrafitinin deneysel ve özgür ruhu ile asi kültürü, ilk ayakkabı tasarımlarına nasıl yansımıştı?
Ben grafitinin ruhunu paket olarak içimde tutuyordum, gün gelir de bunu kullanırım diye. Çünkü ben ayakkabı tasarlamaya başladığımda eğitimim lüks sektör üzerineydi. Türkiye’de spor ayakkabı altyapısı yok. Ben 9 sene boyunca klasik ayakkabı üzerine çalıştım; deri ayakkabı, bot, yüksek ölçek, vs. Hâlâ da seviyorum ve tasarlıyorum ama daha sokak kültürü içerisinden çıkmış birisiyim. Daha aykırı şeyler, daha farklı şeyler ilgimi çekiyor.
Sneaker trendi patladığı zaman olabildiğince aykırı, olabildiğince kutunun dışında düşüncelerle bir şeyler yapmaya çalıştım. O beni biraz özgür kıldı. Benim daha özgür ayakkabı yapmamın sebebi de sanat altyapısından geliyor olmam. Öğrenciyken sanatçı olma fikrine fena kaptırmıştım kendimi. Ev arkadaşlarımla kendimizi geleceğin sanatçıları olarak görüyorduk. Bize “Güzel sanatlara başlayınca birinci sene herkes Picasso olmak ister; ikinci sene ‘Daha yerel bir sanatçı olayım’ dersin, üçüncü sene ise ’Kendi halimde resim yapayım’; dördüncü sene mezuniyet yaklaştığı zaman da ‘Atanabilirmiyiz acaba; okul bitince ne olacak?’ diye sorgulayacaksınız” demişlerdi. Ben kişisel sergi açtığımda daha birinci sınıf öğrencisiydim.
Senin tasarımların da birer sanat eseri. Ayakkabıyı daha farklı formlara soktuğun ve daha farklı materyallerle tasarladığın için o sanatçılığın sanki burada da çok hissediliyor.
Sektöre girişi, birkaç ay boyunca her gün ayakkabı tasarlayıp fotoğrafını Instagram’a yüklemesi ve Nike’ın onu keşfetmesi ile oluyor.
Shoe Dog’u okuyana kadar ayakkabı tasarlama evrelerinin ne kadar detaylı bir iş olabileceğini anlamamıştım. Halbuki kalıp çıkacak, malzeme seçilecek, renge bakılacak, fonksiyonu belirlenecek, işçiliği mümkün olacak… “Bu işin bir matematiği yok mu?” diye merak ediyorum.
“Belli bir matematiği yok. Sadece şöyle bir şey var: Bir DNA’nın olması gerekiyor. Bir duruşunun, hitap ettiğin bir kitlenin olması gerekiyor ki başarıyı yakalayabilesin. Çünkü Türkiye’de her şey var: Moon Boot’lar var, yüksek ökçeliler var, daha elegant ayakkabılar var, daha kabası var, daha maskülen olanı var… Birçok ayakkabı aynı anda satılabiliyor. Yani çok bir kimlik yok. Biraz kafa kırıklığı ve risk alabilmek gerek.
Nasıl bir risk?
Mesela bir sanatçı hayatı boyunca köpek çiziyor. Biri “İki sene sonra sıkılırım” diyor Ama bu istikrar ve duruş çok önemli bir marka için. Eğer bohem bir marka isen hep o şekilde besleneceksin. O tarz malzemeler nerede satılıyor, hep onu araştıracaksın. Duruşun onu yansıtacak. Bir kimliğin olacak. Burada da tasarımcının görevi DNA’yı çok güzel bir şekilde analiz edip, kendinde olan yeteneği onunla birleştirip, daha özgün bir şekilde çıkartmak. Bir matematiği yok. Herkesin farklı bir bakış açısı var. Şu denebilir: DNA %100’se, sen hâlâ DNA’ya sadıkkalıp, onun %75’ini koruyup,%25 ile ufak ufak oynama yapabilirsin.Ancak küçük küçük değişiklikler yaparak yeni tasarımlar çıkartabilirsin. Müşteri birden her şey değişmiş gibi de hissetmemeli.
Tasarım sürecin sırasında insanların görmeyeceğini düşündüğün gizli bir detay ekliyor musun? Yok. Eğer marka kurarsam öyle bir şey kesin kullanacağım, onu hep düşünüyorum. Levi’s gibi mesela, ufacık kırmızı bir etiket.
Yaptığın ilk ayakkabı tasarımını birinin ayağında gördüğün zamanı hatırlıyor musun?
Ben İstanbul’da Kaset Butik’te çalışıyordum. O sıralar Kaset, aralarında tasarımcı ayakkabılarının da olduğu limited edition ayakkabılar satıyordu. Bir gün onlar için tasarım yapmamı istemişlerdi.
Aradan bir 7-8 ay geçti. Bir gün eşimle birlikte yürürken bir kız gördük. O kadar tarz giyinmişti ki, üzerindeki her şey çok güzel duruyordu. Kızı görmek için arkasından koştuk. Bir baktık, benim botumu giyiyor. Tüylerimiz diken diken oldu.
Çok güzel hikaye!
Tam sahibini bulmuştu!
Sen bütün bir kıyafet olarak da düşünüyorsun belli ki…
Evet, uydurulamayınca çok çirkin geliyor gözüme. Olivier (Rousteing) de mesela bazen İspanyol paça pantolonun altına benim ayakkabılarımı giydiriyor, hiç gözükmüyor
ayakkabı defilede. O zaman onu giydirmenin hiçbir manası yok ki! Kombin önemli yani ayakkabıyı göstermek için.
Seni ilk heyecanlandıran ayakkabı tasarımının Y-3 Qasa olduğunu okumuştum. O heyecanı son zamanlarda ne için hissettin?
Ben hikayelerden etkileniyorum, üründen ziyade. Sonra ikinci kez dönüp ürüne bakıyorum. Yani hikayeler çok hoşuma gidiyor. Onun için yanımda edebi yönü çok kuvvetli kişiler olsun seviyorum.
Ben bazen ne yaptığımı bilmiyorum, yanımdaki beni yorumluyor. “Sen aslında şu sanat akımına dahil olmuş oluyorsun”, “Farkında değilsin ama şundan etkilenmişsin” diyor; O hikayeyi kafamda oturtuyor.Bu tarz insanlar beni çok cezbediyor. Nicholas Kirkwood ile çalışırken bana demişti ki “Battım. Şimdi yeni bir marka kuracağım. Tasarımları sen yapar mısın?” “Tamam” dedim. Bir brief attı, şok oldum; o kadar detaylı, o kadar sade ve güzel anlatmış ki… Ben de sonra nokta atışı gibi tam istediği şeyi ona ulaştırmıştım. Çok kısa sürmüştü tasarımın onaylanması.
Sen çok detaycı bir insan olduğun için karşında senin kadar, ya da senden daha bile fazla detaycı bir insan olduğunda birbirinizi anlayabiliyorsunuz. Detaycı olmayan birine o kadar detay, çok gelebilir. Peki ne motive ediyor seni?
Tasarım, estetik. Ben estetik peşindeyim. Hayatım boyunca estetik nedir, bunu sorgularım. Görsel olarak kendimi olabildiğince geliştirmeye çalışırım. Bu resim de olabilir, kıyafet de olabilir. Şu an tasarımlarımı hep biriktiriyorum. İleride nasip olur da bir markanın kreatif direktörü olursam, bunları kullanabilirim diye düşünüyorum.
Var mı öyle bir hedefin?
İstiyorum. Korkuyorum da. Yapabilir miyim? Genelde kıyafet tasarımından gelen kreatifler geliyorlar bu pozisyona. Hiç aksesuardan gelen yok. Aslında ben de kıyafet yapıyorum ama hiç paylaşmıyorum. Dallanıp budaklanmayayım diye.