Hayatımıza çok değil henüz dört sene önce ekranlardan giren ve çocukluğundan beri hayalini kurduğu her adımı kararlılıkla atan güçlü bir kadın var karşımda. Birçoğumuz onu ilk sezonunu bir nefeste izlediğimiz Netflix yapımı Terzi ile tanıdı. Hayata bir sıfır yenik başlamış, kırılgan kız çocuğunun hemen altında gizli kararlı, akıllı ve güçlü kadın Esvet’i her bölümde ince ince işleyerek seyircisine anlatırken, oyunculuğuyla da kendine hayran bıraktı. Mesleğinde yürümek istediği yolu kararlı adımlarla arşınlayan Şifanur Gül’ün başarısı aslında kısa zamanda kazanılmış gibi görünse de, iç yüzünde kendini bildi bileli kurulan bir hayalin gerçeğe dönüşmesi. Kendini yeni tanıştığı insanlara, yeni girdiği ortama karşı “biraz utangaç, kendi halinde” diye tanımlayan genç oyuncu, bahsi geçen utangaçlığı sahnede adeta yok etme ve yerine yepyeni karakterler doğurma yeteneğine sahip.
Şifanur’un hikayesini ondan dinlemeye başlamadan önce merak ettiğim bir şey var. Alışılmadık ve kulağa çok fonetik gelen isminin hikayesi. “Çok seviyorum alışılmadık oluşunu. İsmimi erken ve çok hasta doğduğum için bana iyi geleceğine inanarak canım babaannem koymuş. Anlık, ben doğduktan sonra verilen bir karar olmuş” diyor babaannesini anmanın sıcak gülümsemesiyle.
Peki, bu ismi taşıyan kişinin hikayesi nasıl buralara uzandı? “Konservatuvarı Ankara’da okumak da, yolun buralara kadar uzaması da benim için yıllar öncesinden hayal edilmiş, planlanmış durumlardı. Bu ilerleyişin, çok inanmış ve kendimi bu plana adamış olmaktan dolayı kolaylaştığını düşünüyorum. Mesela 17 yaşımdayken Ankara Üniversitesi’nin kapısına gider, bir gün bu okulda oyunculuk okuyacağım derdim. Hiçbir şey o kadar da hızlı olmadı aslında, uzun ama müthiş bir süreçti, hala da devam ediyor.” Peki, bu utangaç tarafı İstanbul’a nasıl adapte olmuş? “Tam anlamıyla adapte oldum denilemez maalesef. Hala güçlük çektiğim anlar olabiliyor. Ailem, arkadaşlarım Ankara’dalar. Benim için “ev” hala Ankara demek. En zorlandığım kısmı da tabii ki trafik! İlk geldiğim günlerde trafiğe alışamayıp her yere geç kalıyordum.” Gülerek anlatıyor adaptasyon sürecini. İki büyük şehir arasında yer değiştirmek kadar kariyerindeki değişikliklerin de adapte olunması gereken durumlar olduğunu düşünerek şu an durduğu yerde, hayatında ve kariyerinde nasıl hissettiğini soruyorum.
“Kendimi sekiz yaşındaki Şifa’nın hayal dünyasında buldum. Hayal kurabilmiş ve inanıp arkalarından gidebilmiş olduğum için dünyanın en şanslı insanıyım. Çok mutluyum, inanılmaz keyif alıyorum. Tabii ki hepsi gerçek olmadı henüz; fakat her şey tam istediğim gibi ilerliyor.” Cevabını tek nefeste veriyor. Oyunculuğun ilk başta ona çekici gelmesinin sebeplerinden biri olarak da çabuk sıkılan, sevdiği şeyleri çabuk değiştiren bir yapıya sahip olmasını gösteriyor. “Aynı hayatın içinde yüzlerce mesleği yapabilmeyi, yüzlerce kişi olabilmeyi mümkün kılsa hayat, kesin her şeyi sürekli değiştirirdim. Ve sanırım bu yüzden hep oyuncu olmak istedim. Hepsi olabilme şansının verildiği tek, stabilliğin en uzak olduğu meslek bu bence.” Hayal kurmaya başladığı dönemlerden bir anısını anlatıyor hemen o zamanki heyecanla. “Çocukken sürekli akşamları pencerenin önüne geçip mimikler yapıp yansımamdan kendimi izlerdim.”
Seyircisi de onu duayen yönetmen Çağan Irmak’ın Yaratılan projesinde izleme şansına da sahip. Yarı dramatik yarı romantik bir senaryo olan Terzi’den, iliklerine kadar korku ve gerçeküstü olan bir dönem dizisine hiç zorlanmadan adapte olan 26 yaşında bir oyuncuyla karşı karşıyayız. Şifanur her iki projesini de içinde yer almaktan büyük gurur duyduğu, çok şey öğrendiği ve hayalindekinin de ötesinde ekiplerle çalıştığı deneyimler olarak anlatıyor. “Hayatımın en güzel hediyelerinden biri sevgili Çağan Hocam ve Yaratılan. Onu çok seviyorum. Her gün gözleri küçük bir çocuk heyecanıyla bakıyor ve her şeyi hep o heyecanla anlatıyordu. Benim gibi yolun başında bir oyuncu için müthiş bir şans ve birkaç cümleye sığdıramayacağım bir deneyim.” Peki mesleğinde bu kadar keyif alırken zorlandığı şeyler de yok mu? “Zorluğun da heyecanın da kaynağı aynı benim için. Ortada “insan” olması. İnsanı anlamak, insanı anlatmak. Hem zor hem de çok keyifli.”
Devlet Tiyatrosu eğitiminin farkını, büründüğü her rolde Şifa’dan bir şeyler bulabilmesinde ve o role bir şeyler verebilmesinde açıkça görebildiğiniz bir oyuncu Şifanur. Hem çok azimli, hem de kolay sıkılan biri için hazırlık sürecinin nasıl işlediğini merak ediyorum. “Çok başındayım her şeyin, şöyle bir yoldan gidiyorum, bu yol çok doğru diye anlatabileceğim spesifik bir durum yok. Fakat heyecan, onu asla bırakmamak bildiğim en güzel şey. Her defasında her karakterde başka bir yol çıkıyor karşıma, başka bir şey öğrenmiş oluyorum, hazırlanma şeklim hep değişiyor. Sürekli keşfediyor ve heyecanlanıyorum. Yeni kapılar açmayı seviyorum” diyerek özetliyor bu hiç aynı kalmayan yolu.
Durmak bilmeyen bir değişim ve dönüşümün içerisinde kendine kaldığı anlarda ise kendini dinlemeyi, evinde kalmayı ya da hiç gitmediği bir şehrin sokaklarında uzun uzun yürümeyi tercih ediyor. Malum bu senenin MOTY teması da keşfedilmemiş kapıları açmak, kendi içimizde daha derine inmek... Sürekli kendini ve başkalarını keşfetme deneyiminin ona nasıl hissettirdiğini soruyorum. “Aslında çok sık yaşadığım, keyifli bir deneyim. İnsanın en çok bildiğini sandığı şeyi ‘kendini’ keşfettiği, ‘bak bunu ilk kez görüyorum’ dediği anlar çok kıymetli ve şaşırtıcı bence. Her yeni keşifte hemen yenisini aramaya başlıyorum” diyor gözleri parlayarak. Şimdilerde ise ATV’de yayınlanan Altın Kafes projesindeki rolü için kendi içinde derinlere inmekte.
Seyircinin de, sektörün de büyük bir heyecanla ve keyifle izlediği, hayat verdiği her karakteri merakla keşfettiği Şifanur, ilk ödülü olan MOTY Yılın Yükselen Yıldızı ödülünün de çok önceden hayalini kurduğunu söylüyor. Dolu dolu geçirdiği bu seneyi kapatırken onun için büyük bir motivasyon kaynağı olacağının da altını çiziyor. Kariyerinde açmak istediği her yeni kapının ardını görebilen bu cesur kadının hayallerini izlemekten ve takip etmekten her daim mutlu olacak seyircinin giderek çoğaldığını ise şimdiden görmek mümkün.