Teruar Urla: İyi Yemek, Doğa ve İyi İnsanlar
Travel

Teruar Urla: İyi Yemek, Doğa ve İyi İnsanlar

Teruar Urla’ya gidenler bilirler, burası rot ve balans ayarlarınızı yapmak için en uygun pit noktalarından biri. Henüz gitmeyenlere Travel by Vogue&GQ Türkiye'de Ceylin Atay harika dengedeki mekanı her yönüyle yazdı.

Bu yazıyı üç kere baştan yazdım.

Bu üçüncüsü.

Son 16 aydır hayatımın tam gündeminde olan denge konusunu kafamda bu denli iyi tanımlayıp yazıya bir türlü istediğim kıvamda dökememek, itiraf ediyorum beni bozguna uğrattı. Son ayların verdiği kapanma stresi, oksijensiz hava ortamı, doğaya 50 metre öteden camdan bakmak insanın tatile ya da biraz uzaklaşmaya ne denli ihtiyacı olduğuna bir kez daha beni ikna etti.

Osman Serdaroğlu

Yıllarca alıştığım ev-iş-tatil döngüsünden çıkıp ev-ev-iş sarmalına karışınca dengem şaştı. Tatilin lüks olmasının sebebinin sadece maddiyatla değil maneviyatla alakası olduğunu anladım. Hem de çok iyi anladım. Taptaze yerlere gitmek, yeni insanlar görmek, yeni insanların sana öğrettiği yeni bakış açılarını öğrenmek milyon dolarlık bir tecrübeymiş, kavradım.

Tabii insanoğlu garip bir yaratım, sadece tatil de insanı tatmin etmiyor. Bana sorarsanız insan sürekli içindeki depoların dolmasını bekliyor. Biraz işten tatmin oluyor, biraz tatilden, sonrasında biraz daha işten, ve biraz ilişkilerden, sonrasında biraz izolasyondan, tekrar sosyallikten keyif alıyoruz. Bu da doğanın dengesinin insan ırkına uyarlanmış versiyonu, tabii ki şimdilik, yani bu çağlık. 

GQ_Travel

Ancak son günlerde şunu kabul etmek bana iyi geliyor; olağanüstü bir durumla karşı karşıyayız ve olağanüstü yaşam tarzına adapte olmaya çalışıyoruz. Tam olarak ne yapacağımızı bilmeden, hayatı bir taraflarından tutmaya çalışıyoruz. Terapistimin dediği gibi, depresyonda değiliz, sadece moral bozukluğuyla çok uzun süredir başa çıkmaya çalışıyoruz. Ve bu son derece normal. Bu nedenle bir kaçış arıyoruz; doğaya, havaya, suya, neresi olursa olsun uzaklaşmak istiyoruz. Bu aralar benim en büyük ihtiyaçlarımdan biri aklımda sürekli volta atan doğa mevzusu. Pandeminin bir anda gelen dört duvar etkisiyle ya da küçüklükten alışık olduğum çim dokusunun özlemini çekmemden ötürü, doğadan koptuğumu hissediyorum. Ben doğaya camdan, o bana dışarıdan bakıp duruyor. Ne bir sebzeye ne bir ağaç gövdesine ne akan suya dokunup bağlantı kurabiliyorum. Kopuk hissediyorum. Belki siz de hissediyorsunuzdur. Bu durum bende beden, ruh ve zihinde holistik olarak bir dengesizliğine sebep oluyor. Hal böyle olunca konuşmak, derdimi anlatıp şifalanmak için konuyu yakınlarda bir İstanbul restoranında değil de; ağacı, tarlası, açık havası olup mutfağını da, ruhunu da doğasıyla birleştirebilen birileriyle konuşmak istiyorum. Mutlaka duymuşsunuzdur Teruar Urla’yı; kurucu şefi Osman Serdaroğlu’na uzanıyorum.  

Osman Serdaroğlu

Neden doğaya dokunmak, kırsal bölgelerde tatil yapmak ya da bir süre (varsayalım) Güney’de yaşamak bize iyi geliyor? İnsanın dengelenmesi için kök çakrasıyla topraklanması gerektiğini söylerler. Konuyu Osman şefe açıyorum, anlatmaya başlıyor: “Kök salmak doğanın özünde var. Var oluş için bir gereklilik. Bütün canlılar bir şekilde bağlı oldukları bir denge içinde yaşıyorlar. Kök salmak bu dengeyi sağlamlaştırıyor. Benim köküm hayattaki hedeflerim ve amaçlarım. Bu hedeflere doğru yürümek, onlar için çabalamak benim için mutluluğu arama yolculuğum. Hedefe giden her insan daha fazla kök salıyor ve bu sayede hayatta kalıyor.” 

Hak veriyorum. Peki toplumlara bakarsak, kökten bugüne insanoğlu neden kendinden şehirde kendisinden uzaklaşıyor?

“İnsanların üzerinde yaşadığı coğrafya, bu süreç içindeki değişen dünya düzeni, kültür ve teknolojinin yeme içme üzerindeki etkisi her yönüyle bir serüven diyebiliriz. Bu süregelen değişim beni heyecanlandırsa da insanoğlu özellikle büyük şehirlerde artık tüketim çılgınlığı yaşıyor. Acımadan tüketerek, fütursuzca harcayarak sürekli yenilik istiyor. Bundan da en çok kendisi zarar görüyor. Bu şekilde giderse belki 10 yıl sonra lüfer balığı yiyemeyeceğiz, tükenecek, onun yerine laboratuvarda yetiştirilmiş balıklar yemek zorunda kalacağız. Bu şekilde doğayı yok etmeye devam ederek dünyayı sadece kendi çıkarlarımız için kullanmak yerine, yüzlerce yıl sonrasına dünyamızı hazırlamamız çok daha doğru.”

Osman Serdaroğlu

Ve pek tabii bu konu hem fiziksel hem de ruhsal olarak bizi sandığımızdan da fazla etkiliyor. Düşünsenize arabanıza en kalitesiz benzini koyarak, en iyi performansı bekliyorsunuz. Vücudumuza sürekli hızlı-gıda alıyoruz ve hızla yavaş-gıda (Slow Food) denen akımdan uzaklaşıyoruz. Akdeniz kültürlerinin en çok övündüğü taze gıda bazlı beslenme şeklimiz bile bu sorunlar yüzünden artık sekteye uğruyor. Ancak doğa sorunu büyürken, bir başka soruna dikkat çekiyor Osman şef: “Türklerin beslenmede coğrafyasından gelen bir şans var, taze gıdaya ulaşılabiliyoruz. Dört mevsimi yaşayan, denizlerle çevrili bir coğrafyada yaşamamızdan ötürü ürünlerin etkisini mutfakta görüyoruz. Denizden karaya çeşitlilik çok fazla. Ancak dünyanın mevcut halini göz önünde bulundurursak bu tazelikten kopup yavaşça ‘paketli’ gıdaya yöneliyoruz. Ve gerçek sorun burada başlıyor”

Nokta atışı yapıyor. 

Paket gıdaları sıkça tükettikçe, kendimizi de bir paketin içine yerleştiriyoruz, doğayla bağımız kopuyor, sentetikleşiyoruz.

Son dönemde bu probleme çözüm bulmak adına tarıma ve çiftçiye destek projeleri, sosyal medyada farkındalık çalışmaları ve bireysel eğitimler sürekli gündemde dolaşıyor. Ama asıl dikkat etmemiz gereken daha önemli bir unsur olduğunu söylüyor: “Bugünkü şartlarda eğer bir sorunu çözmek istiyorsak o sorunu ekonomik ve ahlaki olarak insanlara ispatlamanız gerekiyor. Tarımı geliştirmek istiyorsak çiftçiyi destekleyip ekonomik olarak rahat ettirmeliyiz. Aksi taktirde kimse karın tokluğuna bu işi yapmaya devam etmeyecek. Bunun tek çözümü teknoloji ve etiği doğru kullanmaktan ve tüm bunları birlikte sırtlamaktan geçiyor.”

Ancak şunu düşünmeden edemiyorum; bu konuda yeterli destek sağlanmadığında iyi ürün eşittir pahalı ürün anlamına geliyor. Hem adil gıda üretip hem de bunu bütçesel olarak uygun hale getirmek zor oluyor. Buna göre kaliteli gıda her zaman daha maliyetli mi olacak diye düşünürken söze giriyor: “Pahalı yemek kalitelidir” doğru bir söylem değil. Fakat doğal, ilaçsız, erken hasat, hassas ısı dengesi korunarak sıkılmış iyi kalite bir zeytin yağının da bedeli var. Aslında ürünleri pahalı yapan dünya düzeninin kendisi. Bir çiftçi domatesi üretiyor ancak yok pahasına satıyor. Üzerine taşımacısı, halcisi, pazarcısı, devlet vergisi derken o fiyatlar yükseliyor.”

Osman Serdaroğluİyi beslenmek adına küçük de olsa herkesin hemen şimdi uygulayabileceği, hızlı bir aksiyon almamız gerekiyor. Her haneye uyacak bir yol. Bunun mümkün olup olmadığını soruyorum:

“Lezzeti sağlayan iyi ürün ve kaliteli malzeme. Bunları ekonomik olarak elde etmenin yolu üreticiye yakın olmak ve direkt kendilerinden alışveriş yapmak. En azından benim bildiğim en doğru yolu bu.” diyor.

İşte tam da bu yüzden farklı yerlere seyahat ettiğimizde, ya da doğallığı takip ettiğimizde (bu bir semt pazarı bile olabilir) doğanın temsilcilerine vakit ayırmamız gerekiyor. Hem onlar hem kendimiz için. Özellikle Türkiye’yi dolaşırken her bir şehirden farklı bir nimet alıyorsunuz. Onu tanımamız, hem de çok yakından tanımamız gerekiyor. Bu vesileyle yüzyıllardır üzerinde yaşadığımız, Anadolu’ya sormak istiyorum, o bize ne anlatmak istiyor? Onun için neleri doğru yapıyoruz, neleri ıskalıyoruz? “Anadolu bize üretmekten vazgeçmememizi söylüyor. Topraklarımıza sahip çıkmamızı, onları zehirlememizi istiyor. Bana göre bu konuda bilimi hafife alıyoruz. Teknoloji ve gelişimleri kopyalamak yerine bize iyi gelecek uygulamalar için adım atıp, bu tip malzemelerin üretimlerini ilk biz yapmalıyız.

Yine kafa sallayarak hak vermekten başka bir şey elimden gelmiyor. Böyle güzel ruhlu insanlarla konuştukça umutlarım yeşermeye devam ediyor, ne mutlu bize. Kalkıp gitmeden son bir soru sormak istiyorum kendisine, konudan hafifçe bağımsız:

“Bir ritüel var mı takip ettiğiniz, kendi dengenizi sağlamaya aşina mısınız?”

Yüzüne bir dünya dolusu huzur oturuyor, bu sefer gülerek cevap veriyor: “Üretmek hayatımın bir parçası ve işimde üretmeyi çok seviyorum. Ama bazen işime kendimi çok verdiğim zamanlarda özel hayatımdan çalmış oluyorum. Bunu fark ettiğim an benliğimi benim için en özelim olan ailem ve eşimle olan güzel zamanlar yaşayarak dengeliyorum.”

Osman Serdaroğlu
Bu yazı Travel by Vogue & GQ Türkiye ilk sayısında yayınlanmıştır. 

 

İlgili Başlıklar
Daha Fazlası